Bizim Kudüs’te Ne İşimiz Var? Bize Ne Kudüs’ten…

  • GİRİŞ13.12.2017 07:46
  • GÜNCELLEME14.12.2017 07:18

Kudüs, sadece bugün değil her zaman gündemimizde olan ve maalesef kanayan bir yara biçiminde gündemimizde olan can paresi, yürek yangını, dinmeyen acı…

Bir yazı yazmıştık. Geçmişte Kudüs konusu ile alakalı ve hemen hemen hiç gündeme gelmeyen bir yazı.

Bizim Kudüs’te ne işimiz var diyen şuursuzları hedef alan bu yazı, yüzyıllardır İstanbul’dan ferman bekleyen “Kıyamet Kilisesi”ni ve onun balkonundaki merdiveni anlatan bir yazıydı. Konu ve gündem halâ aynı halâ taptaze bakın okuyun da biz neden avazımızın çıktığı kadar, sesimiz kesilene kadar Filistin, Gazze, Kudüs diye bağırıyoruz anlayın;

Şimdi her okuyanı “irrite” eden şu başlığı soru işareti ile tekrar yazalım mı?

Bizim Kudüs’te ne işimiz var? Bize ne Kudüs’ten? Kudüs nire? Türkiye nire?

Bir buçuk milyarlık İslam camiası “kan uykusu”na dalmış ninniler eşliğinde rüyalar görürken biz neden bu kadar Kudüs… Kudüs… Kudüs diye bağırıyor ve hiç gereği yokken bölgemizde “İtrail pardon İsrail” gibi bir düşman ediniyoruz?

Cevap çok basit;

Kudüs, antropolojik, etnografik, sosyolojik ve psikolojik olarak hala bizim…

Bugün 14 Aralık 2017. Bundan tam 100 sene evvel yani 1917’nin 14 Aralık’ında bu topraklarda yaşayan dedelerimize “Kudüs” desek o, bize tıpkı Afyon’un, Ankara’nın, Uşak’ın ya da Mardin’in sorulduğunda ülkemizin güzel bir şehri dememiz gibi Devlet-i Âli’mize bağlı mukaddes bir şehirdir derdi.

Zira,

Tam yüz sene önce yani, tek işi dünyaya fitne ve düşmanlık aşılamak olan İngiltere’nin Dış İşleri Bakanı Arthur James Balfour’un hazırladığı ve Filistin topraklarına Yahudi göçünü serbest hale bırakan “Balfour Deklarasyonu”na kadar Filistin, Kudüs Türkiye’nin herhangi bir şehri idi ve oraları İstanbul’dan vazifelendirilerek gönderilen bir vali idare ediyordu.

Kudüs topraklarının Sultan Abdühamid Han üzerine tapulu olması gibi maddi, bizim ilk kıblemiz, ikinci haremimiz olması gibi manevi gerekçeleri bir yana bırakalım ve çok enteresan ama pek de bir yerde yazmayan ama bizim Kudüs’te ne işimiz var sorusunun cevabına ait bir hadiseyi zikredelim;

Hıristiyan Teolojisine göre, Hz. İsa öldükten sonra dirildiği yere ve kıyamet günü babası olan Tanrı ile “Haşa. Bu anlattıklarımız Hıristiyanlık inancının söylentileridir.” Buluşacağı yere sonradan bir kilise yaparlar ve adına Kıyamet Kilisesi derler. Fakat bu kilisenin temizlenmesi Hıristiyan mezhepleri arasında ciddi problemlere sebebiyet verir. Hatta zaman zaman Hıristiyan mezheplerinin mensupları arasında yaşanan Kıyamet Kilisesi'ne hizmet ederek sevap paylaşma kavgaları, çok sayıda kişinin ölümüne yol açıyordu.

Osmanlı Devleti, Sultan III. Mustafa'nın saltanat dönemine denk gelen 1757'de bu çatışmaların önünü almak üzere mukaddes mekanlarda "statüko" ilan eden bir ferman çıkarmıştı. Bu fermana göre, kilisenin temizlik ve bakımı 4 Hristiyan mezhebi arasında eşit olarak paylaştırılmıştı. 1757'de çıkarılan fermanda mezhepler arasında mekanlar dağıtılırken, avluyu temizleme hakkı Ortodokslara, basamakları temizleme hakkı ise Katoliklere verilmişti.

Kilisenin önünde bulunan avlu ve burayı yola bağlayan merdiven basamaklarını temizleme işi 1852'de Rum Ortodoksları ile Latin Katolik Kilisesi'nin birbirine girmesine neden olmuştu. Basamakların en altta olanı bir uçtan bakıldığında bariz bir şekilde basamakken, diğer bir uçtan bakıldığında net bir şekilde avlunun bir parçası olarak görülüyordu.

Sultan Abdülmecid'in tahtta olduğu 1852'de temizlik sırasında bir gün mezhepler, "Siz bizim sevaplarımızı kapıyorsunuz" diyerek birbirlerine girince büyüyen çatışmalarda onlarca kişi öldü

İstanbul duruma vâkıf olduğunda Sultan Abdülmecid, bir ferman çıkararak Kudüs'teki mukaddes mekanlarda yeni bir "statüko" ilan etti. "Kutsal mekanlara ben geleceğim, milimi milimine kimin nereyi temizleyeceğini ben belirleyeceğim. Bundan sonra da bir taşı yerinden oynatan kafasını yerinden oynatmıştır. Biline…" diye devam eden ferman, Kudüs'e ulaşır ulaşmaz kilisenin önündeki meydanda okunur.

O sırada bir Ermeni papazı kilisenin ön cephesindeki pencerelerden birini, dayadığı ahşap bir merdivene basarak temizlemekle uğraşıyordu. Papaz fermanla derhal aşağı indirildi ancak merdiveni kaldırmak istediğinde hayır denilerek müdahale edildi.

İşte Kudüs’te bir kilisenin ikinci katında hala pencereye dayalı duran ve indirilmek için İstanbul’dan ferman bekleyen o merdiven bizim neden Kudüs konusunda bu kadar ısrarcı davrandığımızı ya da davranmak zorunda olduğumuzu sanırım anlatmaktadır.

1861’den beridir indirilmek için İstanbul’dan ferman bekleyen Merdiven

 

Yorumlar1

  • mehmet 6 yıl önce Şikayet Et
    diriliş yakındır kardaş
    Cevapla
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat