Her milletin kendine ait varoluş mücadelesi tarihi vardır. Bu, o toplumun kimliğinin ve kişiliğinin oluşmasında büyük bir etkendir. Tarihi köklerinden mahrum toplumların bir araya gelmesi, güçlü bir blok oluşturması, birlikte bir iş başarması, bir medeniyeti yeniden inşa ve ihya etmesi imkansızdır.

Nasıl ki kadim Çin, Hint, Azdak, İnka, Mısır, Antik Yunan ve Roma medeniyetlerini var eden belirli bir iç dinamik ve dış etkenler varsa; İslam milletini de var eden, ayakta tutan, varlığını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu temel inanç ve kültürel değerleri vardır.

Bu değerler bir milleti oluşturan yapı taşları gibi birbirine bağlar, birbiriyle dayanışma içinde tutar,  bir beden ve ruh haline büründürür, bir yumruk, bir güç ve kuvvet haline getirir. 

Bugün İslam alemi kendi değerlerinden kopuk, kendi özüne yabancı ve onlardan habersiz bir körlük, sağırlık ve duyarsızlık içinde baştan başa bir işgal ve istila ile karşı karşıyadır.

Bu işgal ve istila belası islam toplumlarının, diline ve dinine, günlük hayatına ve tarihine, gelecek günlerine hatta; ruh ve bedenine kadar sinmiş habis bir ur gibi can damarlarına kadar işlemiş bulunmaktadır.

İşgal ve istila kültürü müslümanları bir vücut olmaya, büyük bir potansiyel olarak görünmeye engel olmakta, onları parça parça coğrafyalara ayırmakta, bölük bölük kavimlere bölmekte, biribirine düşman kardeşler haline getirmektedir.

İki asırdır dünyada yapılan savaşların % 80’ ninin islam topraklarında ,müslümanların yurtlarında  meydana gelmesi, yıkıcı ve kahredici savaşların halen bu coğrafyalarda sürmesi veya sürdürülmesi tesadüfi değildr. Bilakis bu durum belirli güçler ve eller tarafından planlı proğramlı sürdürülen bir işgal ve istila planının bir parçasıdır.

Batı toplumunun Haçlı seferleriyle başlattığı bu savaş çağlar ötesinden zamanımıza kadar süregelmiş, bundan sonra da  aynı öfke, kin ve vicdansızlıkla Kabil soyluların Habil soylulara karşı sürdüreceği bir savaştır.

Batının bu saldırılarına ve düşmanlıklarınaa karşı islam coğrafyasının bir an önce uyanması, birleşmesi, askeri, ekonomik ve siyasi olarak güçlenip kuvvetlenmesi, bir ümmet bilinciyle zamana ve mekana karşı tarihi bir duruş sergilemesi gerekmektedir.

Eğer;müslümanlar işgale, sömürüye ve beynelmilel emperyalizmin oyun, hile ve saldrılarına karşı mücadele etmek için bir araya gelemez ve asil bir duruş sergiliyemezlerse; onları gelecekte bugünkü acınası durumdan daha kötü bir sonun beklediğini söylemek kahinlik olmaz.

Batı emperyalizminin zulüm ve sömürü, işgal ve istila hareketi sadece bugünün insanına değil, onların gelecek nesillerine de analarından emdiği sütü burunlarından fitil fitil getirecektir.

Bazı batı uşağı kara cübbeli aydınların, islam  topraklarının yerli münafıkları ile batının ücretsiz köleleri kendi medeniyet değerlerimize karşı savaşan mankurtların işgal ettiği bütün kaleler ve kuleler, cepheler ve siperler istisnasız onların elinden mutlaka birer birer alınmalı yerli düşünce ve anlayışla millileştirilmelidir.

Bu da; kendi öz kimlik ve değerlerine, medeniyet  ve kültürüne, tarih ve coğrafyasına sahip çıkacak samimi ve ahlaklı, bilgiyle donanmış ve islami değerlerle yetişmiş müslüman gençleri beklemektedir.

Yeni Türkiye Gençliği bu mücadelenin tam merkezinde ve en uç noktasında konumlanlı her türlü düşmanca saldırılara karşı inançla, imanla göğsünü bu yabancı işgal ve istila saldırılarına karşı siper etmelidir.

Yeni Türkiye Gençliği ezel kadar geçmiş bir derinliğe yaslanmalı, ebet kadar uçsuz bir geleceğin ufuklarına bakmalı bu anlayışla medeniyetimizi islami temeller üzerinde yeniden inşa ve ihya etmelidir. Bunu yapmak İslam gençliğinin birinci vazifesidir.

Arif Altunbaş, Haber 7