İsrail vahşetine karşı dut yemiş bülbül kesilenler

  • GİRİŞ15.05.2018 07:20
  • GÜNCELLEME16.05.2018 07:43

2009 Ocak ayında, o dönem başbakan olan Tayyip Erdoğan Davos’ta ‘one minute’ dediğinde bir Yunan televizyonunda şu yorum yapılmıştı:

“Türkiye’nin Başbakanı şu gezegende herkesin söylemek isteyip de söyleyemediği şeyi söyledi.”

 

 

 

Dün İsrail’in Gazze sınırında imza attığı vahşet sonrası, bu zorbalığa karşı koyan en güçlü ses yine Türkiye’den çıktı.

Ankara adına yapılan açıklamalar yine “Şu gezegende herkesin söylemek isteyip de söyleyemediği” türden tepkileri yansıtıyordu.

 

Şimdi bir kısmınız diyecek ki, güçlü ses çıkıyor da arkası neden gelmiyor?

Yok, öyle değil.

Ankara bu işin arkasını da getirdi.

Aralık ayında BM’lerde yapılan Kudüs oylamasını hatırlayalım.

Ya da, yine aynı ay içerisinde İstanbul’da toplanan İslam İşbirliği Örgütü’nün sonuç bildirgesinde yer bulan “Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti ilan ediyoruz” cümlesini.

Bunlar kınamanın, kuru gürültü çıkarmanın ötesine geçen adımlardı.

Aralık ayında Türkiye’nin ev sahipliğinde o güçlü iradeyi ortaya koyanlar, bugün o iradeyi kuvveden fiile geçirsinler, bakın bakalım neler oluyor.

 

Zorbalık tam da böyle bir şey işte.

İsrail’in son örneğini dün sergilediği vahşetin bizatihi kendisidir.

Elindeki gücü hakimiyeti altındaki zayıf insanlara karşı küstahça kullanmanın adıdır zorbalık.

 

İsrail, bu tür vahşetlere hesap kitap yaparak kendisine gösterilecek tepkileri ölçerek imza atıyor.

Dün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, haklı olarak “Türkiye’den başka ses veren kimse yok” diye sesleniyordu.

Çağrının muhatabının neresi olduğu belli.

Her biri bir yerlere savrulmuş, kimileri İsrail’in kucağına oturmuş durumdaki Arap yönetimleri bu sözün doğrudan muhatabı oluyordu.

 

Zorbalığın bir ucunda, “Artık İsrail’deki ABD elçiliğini Kudüs’e taşımanın vakti gelmiştir” diyerek bu kanlı sürecin fitilini ateşleyen ABD Başkanı Trump var.

İsrail’in Kudüs’te ABD elçiliğine tahsis ettiği elçilik binasının tapusunun bile Filistin’e ait olduğunu düşününce zorbalığın hangi raddede olduğu kolayca anlaşılabiliyor.

Etrafı boşaltılan bir yalnız adam olarak ülkesindeki İsrail lobisinin güdümüne giren Trump’ın önümüzdeki süreçte başka yeni adımlar atmasını da bekleyebiliriz.

 

İsrail, böyle katliamlara genellikle, Filistinlilerin en yalnız kaldıkları dönemlerde imza atıyor.
Şimdi de öyle değil mi?

Bir kuru ses çıkarmaya bile mecalleri kalmamış, cesaretlerini tümden yitirmiş, ruhsuz bedenler haline dönüşmüş, ikbal uğruna mazlum Filistinlileri satıp, İsrail’in oyuncağı haline gelmiş bir takım Arap ülkelerinin prenslerine mi umut bağlanacak?

Suudi Arabistan’a mı, zorbalığın daniskasını kendi ülkesinde uygulayan Mısır’ın Sisi’sine mi?

BM’de Kudüs kararı oylanırken “Başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti ve iki devletli çözüm dışında başka bir yol yok” diyen BM Genel Sekreteri kadar bile cesareti kalmamış olanlardan ne beklenebilir ki?

 

Geçen sene Ramallah’ta küçük bir dükkana fıstık almak için girdiğimde “Türkiye’den gelenlerden para almıyoruz” diyen Filistinli genç adam, bugün Türkiye’den herhangi bir kimse oraya gitse yine aynı şeyi diyecektir.

Bir dönem söylendiğinde alay edilen, üzerinde tepinilen ‘değerli yalnızlık’ denilen şey, tam da böyle bir şeydir.

 

İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler hava bombardımanıyla Polonya’nın başkenti Varşova’da taş üstünde taş bırakmamıştı.

Daha sonra bu kente genel vali olarak atanan bir Nazi subayı, Hitler’den aldığı güçle, “Bu kentteki herkes üzerinde yaşatma ve öldürme hakkını elimde tutuyorum” demişti.

Şimdi Netenyahu, işgal altında tuttuğu mazlum Filistin halkına karşı aynı gözle bakıyor.

Zorbalığın daniskası değilse nedir bu durum?

 

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat