Medeniyet ve Modernizm-2

.

  • GİRİŞ16.02.2019 09:26
  • GÜNCELLEME18.02.2019 08:34

Allah’ın Kur’an-ı Kerim’le sunduğu gerçekle yüzleşmeyen Avrupalı ve Türkiyeli aydınlar! Allah’ın varlığını ve gerçekliğini reddederek kendilerini hakikatin yegâne kaynağı görmeleri sebebiyle nesneler, olgular ve bunların arasındaki sıkıcı, bunaltıcı ilişki ve kavramlar labirentinde dolaşıp durdular. Güç –Enerji,  Zaman-Mekan, Canlı-Hayat, Atom vs. olarak sınırladıkları hayatın yaratan ile ilişkisini kesmeleri sebebiyle hiçbir zaman hedeflerine varamadılar. Bilim, ‘yaratmak’ hastalığından kurtulup, ilmin ‘marifete tabi’ olduğu hakkı,  “Sünnetullah’a”  teslim edildiği an, gerçeğe ulaşmak daha kolay olacaktır. Aklınızı, ruhunuzu deneye tabi tutamayacağınız gibi ‘gerçek ve tek olan otoriteyi’(Allah’ı) ve O’nun peygamberlerinin hayatlarından bazı kesitleri (mucizeleri) ‘akıl ve deneye indirgemeniz’ mümkün değildir. Bunun anlamı aklı sınırlamak ve sezgiyi reddetmek anlamına gelmez. Sadece aklın sınırlarını bilmemize yardımcı olacak bilgilere sahip olmamız demektir. Hz. Musa (a.s.) zamanında, Kralın itimadına mazhar olan ‘büyücülerle’,  19. Ve 20. Yüzyılda ‘aklına, vücuduna cinlerin girdiği’ ve ‘cin kovma ayinleriyle’, ‘Holocoust hunharlığı ile İsrail barbarlığı arasında ne fark var? Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında müşriklerin cenazelerini ‘Kabe’nin’ etrafında alkışlar eşliğinde çevirmekle, bugün cami avlusundan başlamak üzere sokakta alkışlar arasında cenazeyi taşımak arasında şekil şartı bakımından bir farkı var mı? Aynı değerler dünyasını ifade etmesi açısından bu örnekleri vermekteyim.

 

 

 Aydınlanmacılardan bazılarınca sıkıntının kaynağı, Orta Çağdaki Hristiyanlığın içindeki çelişkiler yüzünden bilimin, dinle ilişkisini koparmasına sebep olduğu ifade edilmiş olsa da, bu tutarlı bir yaklaşım değildir. Hristiyanlıktaki ‘teslis/üçleme’,  “tecessüm (Tanrı’yı insan şeklinde cisimlendirme) ve ‘Tahlis’ (İnsanların günahlarına kefareten, Hz. İsa(a.s)’ın çarmıha gerilerek öldürülmesi), Hristiyanlığın merkezinin Kudüs’ten Roma’ya taşınması gibi paradigmalar sorunun kaynağını oluşturmaktan öte, Hristiyanlığın dünyevileşmesi sekürelizme alan açmıştır. Yahudiliğin Hristiyanlıkla benzeşen Tanrı inancından daha da ötesi sınıfsal bir statüye sahip olmasından hiç bahsetmeyerek ikiyüzlü davrandılar. İşin aslı, “Yahudiler; Üzeyir,  Allah’ın oğludur,” Hristiyanlar da;  “İsa Allah’ın oğludur,” demeleri suretiyle, zamansal ve mekânsal olarak ‘dünyevileşme’ konusunda örtüşmüşleri ve sekülerleşme sürecine vasıta olmuşlardır. Ardından Kartezyen devrimi ile madde ve ruh arasında mutlak bir ikilik (dualizim) doğmuştur. “Tanrı, dünyadan elini çekmiş, dünya ve evren Tanrının egemenliğinden kurtulmuş” saçmalığıyla yaşam,  seküler bilimin kobaylığına açılmıştır! Niçe vari, “Tanrı Öldü” çığlıkları, ‘Hristiyanlık öldü’ naralarıyla bütünleşmiş gibi görülse de Maritain gibi bazı Hristiyan düşünürler; Sekülarizasyonun bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığını bundan bazı Hristiyan teologların etkilendiğini ifade etmiştir. Pozitivistler tarafından iddia edildiği üzere; “Sekürelleşme, tarihin geri dönülmez bir süreci ve Hristiyanlıkta bilimsel bir sürecin sonu” olsaydı, AB devlet başkanları Roma’da Papanın etrafında halka oluşturup nasihatini dinlemezler ayrıca dini bir ritüel olarak Noel kutlaması olmazdı.

İslam; Hristiyanlık, Yahudilik ve diğer bütün putperestlerin ‘Tanrı İnancını” reddederek: “De ki, Allah birdir, O’ndan başka İlah yoktur. O doğmamıştır, doğrulmamıştır.” “Allah,  aranızdan herhangi birinin babası değildir.” ‘O (Allah) evlat edinmemiştir.” Ayetlerinde; Allah inancını açık ve berrak bir şekilde ortaya koymaktadır. Ve “karanlık ortaçağ zihniyeti” diye ifadesini bulan düşünce yaklaşımı, İslam dünyasında yaşanmamış ve tarihsel bir karşılığı da yoktur.

 

 

Bu manada modern medeniyetin, kadim medeniyetimizden ayrıldığı taraf; tanışma, dayanışma, yardımlaşma, zulüm ve haksızlığa topluca karşı çıkma yerine bu değerlerin, çıkarları uğruna ustaca ıskalanması yatar. İspanya’da 8 asra yakın Endülüs Emevi Devleti, Asya, Afrika ve Balkanlarda yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti hüküm sürmüşlerdir. İdaresi altındaki Yahudi ve Hristiyanlar kendi kimlik ve kültürlerini koruyarak devam ettirmişlerdir. Ancak Hristiyan Avrupa ve Amerika;  Müslümanlara, siyahilere, Kızılderililere, Hintlilere zulmettiler, soykırım, sürgün ve ayrımcılığa tabi tuttular. Irkçılığı ve nefreti körüklediler. ABD ve Avrupa’nın siyasi söylemleri ile izledikleri stratejik öncelikleri arasında muazzam farklar vardır. Kuzey Afrika’da Fransa ve İtalyanların vahşeti, İngilizlerin Ortadoğu ve Hint Yarımadasındaki katliamları, ABD’nin,  72 milyon Kızılderiliyi, on binlerce Vietnamlıyı, Hiroşima’yı yerle bir etmesi, Afganistan, Irak ve Suriye saldırıları. Kin ve nefretin zirve yaptığı barbar Avrupa’nın İslam coğrafyası, İstanbul ve Anadolu’yu istila etmesi ve Siyonist İsrail’in Filistinlilere sağanak sağanak ölüm yağdırması,  gözyaşı, göç ve denizin kıyısına vuran kadın, erkek ve bebek cesetleri. Mısır darbesinden,  Venezuela krizine,  ABD’nin kendilerine açtığı alanda Avrupa, kolonyalist rüşvete hemen atlayıverdiler. Bu sömürgeci, aşağılık varlıkların yüzünü dün olduğu gibi bugün de kan bürümüş. Avrupa’da; temel insan hak ve hürriyetlerinin kâmil manada var olduğunu söyleyen bizdeki aydınların! Yüzü iki kere kara olsun.

İslam coğrafyasını, tevhit akidesinden uzaklaştırılarak ulus devletçiklere ayırdılar. Mezhepçilik ve basit ulusal çıkar hesaplarıyla birbirlerine düşman edilerek sömürgeci küresel sermayenin zayıf birer pazarı durumuna düşürüldüler. Kur’an-ı Kerim, Sünnet ve evrensel medeniyetimiz referans alınmaktan çıkarıldı. İslam’ın; siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel, hukuki ve felsefi meşruiyetine son verilerek, onun yerine batı taklitçiliği, laiklik ve seküler pozitivizm konuldu. Yaşanılan kapitalist dönem boyunca bencillik, bireycilik ve laiklik üzerine kurulan hayat, eğitim ve kültür yoluyla lanse edildi. Ulaşılması gerekli tek değer ‘para’ olduğu hayat tarzı geliştirildi. Modern zamanlar boyunca toplumlarımızın maruz bırakıldığı kültürel istila, özgür ve özgün tasavvura izin vermedi. Yerli olan bütün değerler;  ‘köylülük’, ‘gerilik’, ‘çağdışı ve irtica’ olarak lanse edildi. Böylece yerli bütün değerler yabancılaştı. Yabancı bütün değerler yerlileşti. Ancak toplum bu yolla batıya evrilir ve o takdirde sömürü daha kolay olurdu. Bilahare ailede, toplumda uyumsuzluk, geçimsizlik ve çatışmalar başladı. Taklit hastalığı hangi yerde ve yönde olursa olsun bir veba salgını gibi yayıldı. Zihinsel ve ruhsal dünyamız standartlaştırıldı. Modernleşme saplantısı ve taklitçi yapısal düşünceler; kültürel, sanatsal, estetik, felsefi, ahlaki ve teknolojik üretimi imkânsız hale getirdi. Nede olsa ‘yurdumuzdan attığımız, emperyalist, çağdaş ve medeni dünya!’ yahut ‘taklit ettiklerimiz’ yapıyorlar. O halde bizim yapmamıza ne gerek var, diyorlardı. Sömürü çarkı, önce zihinlerde devrim yaptı. Sonra sömürmeye başladı. Önümüzdeki hafta, konu ile ilgili yazıya devam edeceğiz, İnşallah.

Vesselam.

Yorumlar10

  • Maksut AVCU 5 yıl önce Şikayet Et
    Agziniza yureginize saglik mudurum tam isabet
    Cevapla
  • Bülent koçer 5 yıl önce Şikayet Et
    Hocam Allah razı olsun şu anda yaşanan hastalıkları çok güzel bir şekilde dile getirmişsiniz cumhurbaşkanımızın’da dediği gibi biran önce özümüze dönmemiz yani müslüman kimliğimize dönmemiz inşaAllah
    Cevapla
  • Abuzer Şahin 5 yıl önce Şikayet Et
    Mehmed kardeşim kaleminize Ellah güç kuvvet versin. Müslümanların kanayan yarasına merhem olacak reçeteler serd etmişsiniz. Ellah münafıkların şerrinden ve ulemâ-i su ,meşâyihi şu ve hükemâ-ı suyun şerrinden bu ümmeti Muhammed'i korusun.
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • Elif dogan 5 yıl önce Şikayet Et
    Allah razi olsun kalemine yüreğine sağlık allah başımızdan eksik etmesin Sağol var ol allaha emanet olunuz
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • mehmed 5 yıl önce Şikayet Et
    hocam Allah cc razı olsun, devamını bekliyoruz...
    Cevapla Toplam 1 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat