Operasyon; iktidar mücadelesi

...

  • GİRİŞ14.12.2018 12:39
  • GÜNCELLEME14.12.2018 12:39

Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün yaptığı açıklamada Fırat’ın Doğusuna yönelik harekatın birkaç gün içinde başlayacağını söyledi Beştepe’deki Türk Savunma Sanayi Zirvesi’nde.

Erdoğan, yer yer sitem, yer yer kararlılık içeren konuşmasında, “Suriye’nin kuzeyi, bizim güneyimiz. Terör koridorunu orada inşa etmenin gayreti içindeler. Biz, “bunlar teröristtir” diyoruz, bizim stratejik ortaklarımız, başta Amerika olmak üzere “bunlar terörist değildir” diyor. Bunlar PKK’nın yan kollarıdır, bütün ispatlar ortada. Siz bizimle niye hareket etmiyorsunuz da gidip onlarla hareket ediyorsunuz” dedi.

Bu konu, uzun zamandır aynı durumda. YPG’nin PKK’nın Suriye kolu ve bir terör örgütü olduğunu kabul etme konusunda ABD ve Türkiye arasında sürgit bir anlaşmazlık var. Aslında inceden Rusya ile de var. Ama ne Türkiye’nin ne de Rusya’nın bunu ifade etmeye, şu konjonktürde gönlü yok. Zaten Rusya da, Esed yönetimine destek olmakla, İran’la hareket etmekle, Suriye’de yaşanan pek çok zalimliğin hamisi olmakla birlikte; Türkiye’nin bölgedeki operasyonlarına güçlü şekilde itiraz etmiyor.

Yani, Rusya aynı anda iki tarafı idare ediyor. Ama ABD ile derin anlaşmazlık sürüyor. Erdoğan’ın açıklamasının üstünden daha saatler geçmeden Pentagon’dan ses geldi bile.

Onsekizinci yüzyıldan itibaren devletler “meşru şiddet kullanımına sahip tek yapı” olarak tanımlanır. Türkiye’nin kullandığı şiddet de bu tanıma göre meşru, ama yine de YPG’ye yapacağı operasyon büyük bir tepkiyle karşılanıyor. Çünkü ABD’nin bu konudaki meşruiyet tanımı farklı. Türkiye’nin YPG’ye baskı uygulama hakkını her defasında engellemeye çalışıyor; ama bizim durumumuzda hangi ülke olursa olsun, sınırlarını aynı şekilde korumaya çalışacağından, oprerasyonlara açıkça karşı da çıkamıyor.

Aslında en başında “YPG”nin bir terör örgütü olarak tanımlanmasını sağlamak bile bir iktidar mücadelesiydi. Çünkü zaten iktidar mücadeleleri “tanımlamalar” üzerinden yürür. Operasyon yapmak ya da yapamamak da işin bir diğer boyutudur. Türkiye YPG’yi bir terör örgütü olarak tanımlatamadı ABD’ye, mücadesini bu kez operasyon yoluyla veriyor. Vermek de zorunda, başka türlüsü bölgede havlu atmak anlamına gelirdi.

Bu konu hakkında düşünürken Edward Said’in Hırvatistan, Bosna ve Kosova’da yaşanan şiddetin ardından, Miloşeviç’e ceza veren Uluslararası Adalet Divanı’yla ilgili olarak söyledikleri geldi aklıma. Said, Miloşeviç’e ceza veren mahkemenin özetle Clinton, Blair ya da Madeleine Albright’ı da suçlu bulması gerektiğini, eğer bulmazsa itibarını kaybedeceğini söylemişti, Ona göre, Clinton’ın Irak’ta yaptıklarıyla kıyaslandığında Miloşeviç neredeyse bir amatördü.

Edward Said, bu sözleri naifliğinden mi söylemişti, elbette ki hayır. Said, ilk anda son derece çocuksu gözüken bu değerlendirmeyi yaptı, çünkü Uluslararası Adalet Divanı’nın ya da diğer uluslar arası mahkemelerin çoğunun kararlarının; insanlara uygulanan zulme göre değil, zalim olma hakkına göre belirlendiğini en açık şekilde bu çarpıcı karşılaştırma ortaya koyuyordu. Miloşeviç’le Clinton’a uygulanan hukuk, onların iktidarıyla doğru orantılıydı. Aslında mahkemenin uyguladığı ölçütler aynıydı. Nitekim, tarihin başından bu yana, güçlülerin zalim olma hakkı vardır, güçsüzlerinse yoktur. Mesele bu kadar basitti.

Said’in söyledikleri, Türkiye’nin YPG üzerinden verdiği “tanımlama” mücadelesini de, ardından peşpeşe yapmaya başladığı askeri operasyonları da açıklıyor aslında.

Türkiye’nin verdiği mücadelenin, devletlerin toprak egemenliği gibi, yüzyıllar önce tüm dünya tarafından kabul görmüş bir hakka dayandığı ortadayken, bugün ABD tarafından her seferinde açıktan olmasa da engellenmeye çalışılmasının sebebi de bu.

Bir taraf topraklarının içinde bulunan ve binlerce cana kıyan bir terör örgütünün kolunu/uzantısını/devamını, sınırlarının hemen altından defetmeye çalışırken; bir diğer taraf tescilli bir terör örgütüyle bağlantılı olduğu tonla kanıtla belgeli bir örgütü “terörist” olarak tanımlamadığı gibi, binlerce kilometre öteden o örgüte teritoryal olarak meşruiyet sağlamaya çalışıyor. Ve dünya hala bu denklemde kimin haklı olduğunu düşünüyor.

Güçlü olan kuralları koyar, doğru. Ama güçlülerin zaaflı, kusurlu, hatalı noktaları da vardır. Bu örnekte ABD’nin zaafı ise, Ortadoğu’da daha önce gerçekleştirmiş olduğu vukuatlar. Allahtan dünyanın geri kalanında böylesi bir “tereddüt” var da, bu kez şeksiz ve şüphesiz olarak desteklenmiyor. Türkiye’nin yaptığı her operasyona birer mızmızlık gibi gözüken “kınamalar”la tepki veren Avrupa’nın aslında gayet tarafsız kalması Türkiye’nin elini rahatlatan faktörlerden birisi.

Ama en önemli faktör elbette haklılık...

Askerimizin ayağına taş değmesin, diyelim.

YENİ ŞAFAK GAZETESİ

Bu yazıya ilk yorum yapan sen ol

Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat