Osmanlı’nın dürzisi…
- GİRİŞ14.01.2025 08:29
- GÜNCELLEME15.01.2025 09:19
Geçtiğimiz günlerde Lübnan’dan konuklarımız vardı. Önce Lübnan Başbakanı Necip Azmi Mikati geldi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştü. Çeşitli temaslarda bulundu ve gitti. Sonrasında Türkiye’de muhtemelen Necip Azmi Mikati’den daha fazla bilinen Dürzi lider Velid Canbolat geldi, Cumhurbaşkanımız tarafından kabul edildi, bazı temaslarda bulundu ve gitti…
Gerek Mikati’nin, gerek Canbolat’ın ziyaretleri üzerine pek çok yorum yapıldı.
Mikatı’nin ziyaretinde şu cümleleri çok önemli idi: “Lübnan'ın içinden geçtiği tarih boyunca her çetrefilli ve zorlu dönemde Türkiye destek ülkesi olmuştur. Lübnan bir kriz yaşadı. Ancak şunu öğrendik; önce Allah’a daha sonra da Lübnan dostlarına özellikle de Türkiye’ye güvenmemiz gerektiğini…” Mikati’nin bu cümleleri bile bazılarını kırmızı görmüş boğaya çevirmeye yetmişken, peşinden Velid Canbolat da gelip Türkiye’den memnun ve mesut ayrılınca birilerinin ayarları iyice şaştı…
Velid Canbolat, Lübnan İlerici Sosyalist Partisi (PSP) kurucusu ve Dürzi toplumunun önemli isimlerinden Kemal Canbolat’ın oğludur. Babasının 1977 yılında Suriye gizli servisi tarafından öldürülmesinin ardından PSP’nin liderliğini üstlenerek Lübnan siyasetinde güçlü ve etkili oldu. Geride kalan Aralık ayının sonuna doğru Şam’da, Suriye hükümetinin geçiş dönemi lideri Ahmed Eş-Şera ile bir görüşme yaptı; bu görüşmede Lübnan’ın egemenliğine saygı gösterilmesi gerektiğini vurguladı. Bu adım, Lübnan ve Suriye arasındaki siyasi ilişkilerde yeni bir dönemin başladığına dair yorumlandı…
Hemen ertesinde Türkiye’ye geldi, basına kapalı gerçekleşen Erdoğan-Canbolat görüşmesi ile ilgili bir açıklama yapılmasa da, elbette gelişi ile ilgili olarak, Suriye’de “anahtarın” kimde olduğunu bilmesinin etkisi yorumları da yapıldı ki, doğrudur.
Bu kadar uzun bir siyasi deneyimi olan, köklü bir aileden gelen hatta aile kökleri Kayseri’ye kadar uzanan Canbolat’ın gelişmeleri analiz etmeden ve geleceğe dair çıkarımlarda bulunmadan hareket etmesi düşünülemez…
Lübnan ve Suriye’de ihmal edilemez bir Dürzi nüfus var. Dürzilik, Fâtımî halifelerinden Hâkim-Biemrillâh döneminde (996-1021) Vezir Hamza b. Ali tarafından kurulan bir inanç sistemi. Bâtınî karakterli olan, bünyesinden çıktığı İsmâilî çevrenin inançlarını reddeden ve kendilerini tevhid ehli diye adlandıran Dürzîler, asırlar boyu bilinmezlik özelliğini korumuştur.
Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa, Suriye seferi esnasında (1831-1838) Vâditteym’de (bugünkü Şûf) Dürzîler’i mağlûp edince Mısır askerleri mâbedlerine girerek çok sayıda kitaplarına el koymuşlar, Arapça olan bu yazma eserler, daha sonra dünyanın çeşitli kütüphanelerine intikal etmiş ve diğer dillere çevrilmiş ve Dürzilik ile ilgili bir bilgi ve fikir sahibi olunabilmiştir.
Dürzilerden bahsedince Canbolat ailesinden bahsetmemek olmaz. İlginç bir ailedir, bir kısmı Sunni, bir kısmı Dürzi ve bir kısmı da Hristiyan olan bu aile ile Osmanlı ilişkisi inişli çıkışlıdır…
Osmanlı için de zaman zaman çıban başı haline gelmişler, üzerlerine kuvvetler sevk edilmiş, bazen zorla, bazen de siyaseten zapturapt altına alınmışlardır.
Bu ailenin atası Kasım Bey’dir. Onun oğlu olan ve aileye adını veren Canbolat Bey Osmanlı sarayında yetişmiş, daha sonra Kilis sancağı kendisine ocaklık olarak verilmiştir. Kıbrıs’ın fethinde de bulunmuştur. Canbolat Bey’in oğlu olan Hüseyin Paşa’ya da babasından sonra Osmanlı hükümeti tarafından Kilis sancağı ocaklık olarak verilmiştir.
Hüseyin Paşa’nın hayırlı hizmetleri yanı sıra hazin de bir sonu vardır. Osmanlı’nın İran seferine çağrılmış, iştirak etmek üzere yola çıkmış ama esas orduya katılmakta gecikmiş, Ordunun Urmiye civarında mağlûp olduğu haberini alınca da 30.000 kişilik ordusuyla Van’da beklemeyi tercih etmiş (1604). Sonrasında yenilginin müsebbibi olarak görüldüğü için idam edilmiştir.
Canbolat ailesi ile Osmanlı arasında kırılma da böyle başlamıştır. Çünkü Hüseyin Paşa’nın idamı üzerine adamları yeğeni Ali Paşa’ya sığındılar. Amcasının kuvvetlerinin başına geçen Ali Paşa süratle bölgeye hâkim olmaya başladı (1606). Dönem, Osmanlı’nın İran savaşları ile uğraştığı, Avusturya savaşlarını sonlandırmaya uğraştığı bir dönem... Diğer taraftan Anadolu’da Celâlîler ve sipahi zorbaları var.
Böyle bir ortamda Osmanlı’ya başkaldıran Canbolatoğlu Ali Paşa bölgede istiklâlini ilân etti. Adına hutbe okutup para bastırıp Toskana hükümdarı ile ilişki kurduğu gibi diğer Avrupa devletleriyle de haberleşmeye başladı.
Kuyucu Murad Paşa’nın isyanları bastırmakla görevlendirilip vezîriâzamlığa yükseltilmesiyle Ali Paşa’nın da sonu göründü (11 Aralık 1606). Murad Paşa Haziran 1607’de doğruca Canbolatoğlu’nun üzerine yürüdü. Rumeli Beylerbeyi Tiryâkî Hasan Paşa’nın da yardımıyla isyan bertaraf edildi. Uzun hikâyedir, affı şahaneye uğrayan ve kendisine Tımışvar Beyliği verilen Ali Paşa, sonrasında idam edildi (1611).
Ali Paşa’nın torunu olduğu tahmin edilen Canbolat b. Saîd (ö. 1640) ve oğlu Ribah, Emîr Fahreddin’in daveti üzerine Lübnan’a yerleştiler. Canbolat’ın ölümünden sonra ailenin başına Ribah, sonrasında oğlu Ali geçti. Ailenin Canboladî kolu XVIII. yüzyılın ilk yarısında şekillendi ve Ali tarafından güçlendirildi. Ailenin Dürzileşmesi de bu dönemdedir. Öncesinde sünnidirler…
Kısacası, bu aile ve Dürziler’in yolu tarihin pek çok döneminde Türklerle, Türkiye ile kesişmiştir. Yabancımız değiller, onlar da Osmanlı’nın bakiyesidirler.
Suriye ve Lübnan’da barışı, huzuru arzulayan herkes gibi Dürzilerin de Türkiye’ye yönelmelerinden daha doğal bir şey yoktur…
Prof. Dr. Zakir Avşar / Haber7
Yorumlar11