Türkiye ile İsrail Savaşır mı?

  • GİRİŞ07.04.2025 08:54
  • GÜNCELLEME08.04.2025 09:11

Bazı sorular ve öngörüler şok edicidir. Bu tür sorular ya gerçekliği bilindiği halde kaçınma isteği ağır bastığından dolayı hiç düşünülmeden reddedilirler ya da yok sayılırlar. Türkiye ile İsrail savaşır mı sorusu da bunlardan biridir.

Sorunun yarattığı dehşet içerdiği öngörüde gizlidir kuşkusuz. Bu soruyla karşılaştığım ilk günü net hatırlıyorum. Henüz o tarihlerde aklımdaki Türkiye haritası sadece ülkemizi gösteren komşularımızın küçük bir kısmını içeren ancak kara ve deniz sınırlarımızın ötesini tam göstermeyen bir okul haritasıydı.

Böyle bir haritaya göre Beyrut’un, Tel Aviv’in, Şam’ın, Tebriz’in, Prizren’in, Sofya’nın, Selanik’in, vb şehirlerin Ankara ve İstanbul’a uzaklıklarının sınırlarımızın içindeki şehirlerin uzaklığından daha kısa olduğunu çıkarsamak mümkün değildi. Adeta Türkiye dünyadan izole edilmiş bir coğrafya üzerindeydi. Ülkemizi en son Yunanlılara karşı savunmuştuk, bir daha savaş olmayacağı inancı içindeydim. Bu inanç orta halli çoğunluk vatandaşımızın inancıydı. Henüz sınır ötesi yapılan mücadeleler, savaşlar ya da faaliyetler örtülü faaliyetler şeklinde yapılıyordu. İşte öyle bir zaman diliminde eski dostumla koyu bir sohbete dalmıştık. Uzun yıllar dünyanın pek çok farklı coğrafyasında olduğu gibi Ortadoğu ve Kafkas coğrafyasında da sahada bulunmuş, örtülü faaliyetlere katılmış dostum fikrinden emin bir şekilde “Biz bu coğrafyada eninde sonunda İsrail ile savaşacağız!” demişti. O zamana kadar rahmetli Erbakan Hocamızdan dolayı “Siyonizm”den haberdar idim. Küresel Yahudi şirketlerini, finans ve eğitim kuruluşlarını elbette biliyordum. Ama hiçbiri bende “sahadan gelen dostumun” bu cümlesi kadar derin etki bırakmamıştı. Bu konuşmanın yapıldığı tarihin üzerinden 25 yıl geçti. Arada yaşanan birçok siyasi krizde bile aklıma gelmeyen bu cümle son zamanlarda yeniden aklıma geldi. Gerçekten Türkiye ile İsrail savaşır mı? Böyle bir savaş mümkün mü, mümkün ise tarih aralığı nedir?

Bu soruyu baştan anlamsız bulanlar, zamansız görenler olabilir. Hele ki Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan’ın Reuters’e verdiği “Türkiye'nin İsrail ile Suriye arasında yaşanabilecek olası bir çatışmaya taraf olmak istemediği” demecinden sonra Türkiye’nin İsrail’e karşı barışçı bir tutum içinde olduğunu söyleyenler olacaktır. Ancak, burada sadece Türkiye’nin pozisyonundan söz etmiyoruz. İsrail’in tutumu da önemli. Hatta Türkiye ve İsrail’i de aşan sahadaki gelişmelerin yaratacağı riskler de dikkate alınmalıdır. Saha derken kastettiğim bugünün şartlarında Suriye yarının muhtemel şartlarında ise İran’dır (Hatta daha ileri bir zamanda bu coğrafya genişleyebilir bir potansiyele sahiptir). Nitekim Fidan aynı demecinde Türkiye’nin bölgedeki gerilimden yana olmadığını vurgulayarak “İran bizim komşumuzdur, askeri müdahaleye karşıyız. Mevcut sorunların çözümü diplomasidir. Gerilimi artıracak her türlü adım sadece daha fazla istikrarsızlık getirir” demiştir. Ancak, Türkiye’nin halihazırda ittifak yaptığı Trump Yönetimi ve Ortadoğu’daki güçlü ortağı İsrail için İran’ın ana hedef olduğu açıkça ifade edilmektedir. Yeni ABD Büyükelçisi Tom Barrack Hakan Fidan’ın açıklamaları tersine “Türkiye, Başkan Trump’ın İran’ın Orta Doğu’daki nüfuzuna karşı yürüttüğü azami baskı kampanyasının önemli bir ortağı ve Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki barış görüşmelerinin de anahtarıdır.” demektedir.

Bu en objektif yorumuyla ABD ve İsrail’in İran konusunda Türkiye’yi Hakan Fidan’ın açıklamalarının aksine bir yerde konumlandırdıklarını göstermektedir. Tekrar üstteki paragrafın başına dönecek olursak, “Hatta Türkiye ve İsrail’i de aşan sahadaki gelişmelerin yaratacağı riskler de dikkate alınmalıdır” cümlesini biraz açmamız gerekecektir.

Yine ABD Büyükelçisinin “ABD, İsrail ve Türkiye için Suriye sahası açılmıştır” ifadesinin yalın gerçekliğini düşünmemiz gerekmektedir. O yalın gerçeklik Suriye gibi son derece istikrarsız savaş sahasında Türkiye ve İsrail ve tabi ki ABD komşu olmuş durumdadırlar. Bu statik (Durgun, durağan, müstakar) bir komşuluk durumu değildir. İsrail Suriye sahasında güvenli bir devlet otoritesi istememektedir. Eski rejimin askeri altyapısını hedef aldığını söylediği saldırılarıyla Suriye’deki tüm askeri hedefleri vurmaktadır. Vurmaya devam edeceğini tahmin etmek zor değildir. Bu hedefler arasında İsrail ve ABD’nin üsleri dışındaki tüm yerli ve yabancı üsler bulunmaktadır. Türkiye’nin aynı ittifakın parçası olması diğer güçlerle eşit görülen bir ortak olduğu sonucunu doğurmamalıdır. Türkiye bu ittifakın icbar ile sisteme dahil edilen, fonksiyonunu tamamlarken kontrol altında tutulması gereken, fonksiyonunu tamamladıktan sonra ise ittifak için risk oluşturmayacak durumda zayıflatılması gereken bir üyesidir. İsrail ülke savunmasının fiziki tahkim hattını kuzeye ve doğuya doğru genişletmiştir.

Hermon Dağının işgali ile bölgesel işgal planının yarıçapını artırmıştır adeta. Henüz tartışmalı da olsa kuzeydeki SDG/ PYD özerk bölgesi ve Kuzey Irak’taki özerk bölge ile yakınlık ilişkisi devam etmektedir. Unutmayalım ki her iki oluşum da çatışmalı bir ortamın en şiddetli kesişim kümesidir. Halihazırda Suriye’nin kuzeyinde PYD ile SMO güçleri arasında çatışmalar devam etmektedir. Bu çatışmaların sona ereceğine dair göstergeler maalesef mevcut değildir. Aksine vekil güçlerin çatışmasının asli güçleri de içine çeken bir vakuma dönüşmesi daha kuvvetli ihtimaldir. İran ve Rusya’nın bölgedeki ağır güç kaybı bir Ortadoğu barışı doğuracak değildir. Aksine bu güç kaybı ABD ve İsrail’in agresif saldırgan politikaları neticesidir. Bu saldırgan politikalar devam edecektir. Bunun anlamı bölgemizde çatışmaların, savaşların, katliamların hız kazanarak devam edeceğidir. İşte böylesi bir istikrarsız ve en azından saldırgan karşı taraflar (Ya da komşular) ile birlikteliğin barış getirmeyeceği açıktır.

İsrail’in kuruluşundan beri benimsediği işgal yöntemlerini Suriye sahasında da sürdüreceği görülmektedir. Tek eksiği olan nüfus sorununu yerel müttefiklerle çözmeye çalışırken diğer işgal yöntemlerini harfiyen uygulamaktadır. Bunlar arasında, bölgede risk oluşturacak askeri veya paramiliter odakları dağıtma, altyapıları çökertme, yolları ve yerleşim birimlerini yakıp yeniden inşa ederek coğrafyayı değiştirme, vb yöntemler vardır. ABD ile birlikte yürüttüğü savaş vesilesiyle süper güç donanımlarına da sahip olmuştur. Bunlar arasında daha geniş bir coğrafyayı kapsayan gözetleme ve dinleme sistemleri ayrıcalıklı yer tutmaktadır. Bunun en önemli sonuçlarından biri kuşkusuz İsrail’e risk oluşturacak her tür askeri birikimin imhası olacaktır. Vakıa biz bunun örneğini 1981 yılında “Opera Operasyonu” ile Irak’ın Osirak nükleer deneme reaktörünü belirli bir aşamaya geldiği gerekçesiyle imha etmesinde görmüştük. İsrail’in bu devlet politikasının değiştiğini düşünmek saflık olur. Dolayısıyla özellikle ABD tarafından çizilen yeni Suriye haritasında üçüncü bir tarafın yeni sınır çizme eylemine müsade edilmeyecektir. Çok net söyler isek buradaki üçüncü taraf Türkiye’dir. Zira Türkiye ABD- İsrail ittifakının kurallara en fazla uyması gereken ortağıdır. Nitekim Türkiye’nin Suriye’nin orta kesimlerindeki T4 havalimanına üs kuracağı söylentilerinin ardından İsrail geniş kapsamlı bir hava harekatı düzenlemiş hem havalimanı alt yapısını hem de üste konuşlanmış S200 ve S400 füzelerini tahrip etmiştir. Konuyla ilgili farklı spekülasyonlar yapılsa da bu harekatın Türkiye’nin olası bir alan kazanma girişimine karşı yapıldığı değerlendirilmektedir.

İsrail bu askeri yaklaşımını bugün beşeri yaklaşıma da tatbik etme eğilimindedir. Yani kendisi aleyhine olabilecek temel nüfus değişimlerini tetikleyecek çatışmalara müdahale edecektir, bunun sinyalini vermiştir. HTŞ’nin bazı güçlerinin Esad taraftarı şehirlerde yaptığı operasyonlara tepki verirken, “kadim topraklar üzerindeki halklara (SDG/PYD) yardımedeceğini” açıklamıştır. Bu açıklamalarıyla, Suriye sahasında nüfus kompozisyonunu değiştirmeye yönelik addettiği durumlarda müdahale edeceği sinyalini vermektedir.

ABD- İsrail- Türkiye ittifakının eşit yakınlıkta güçlerden oluştuğunu varsaydığımız bir denklemde neler olabilir sorusu da gelebilir. Ancak, bu yakınlığın belirleyicisi her ülkenin kendisidir. Özellikle İsrail gibi şiddetle doğan ve şiddetten doğan bir devletin uluslararası ve ikili anlaşmalara uymadığı görülmüştür. Bazen bu tutumunu yegane hamisi ABD’ye karşı da gösterdiği bilinmektedir. Altı Gün Savaşı devam ederken 1967 yılı Haziran ayında Amerikan US Liberty gemisinin İsrail tarafından saldırıya uğraması, 34 Amerikalı personelin ölmesi ve 171 kişinin de yaralanması olayı bugün bile hala üzerinde tartışılan bir konudur. İsrail devleti ABD tarafına geminin Mısır’a ait olduğunun sanıldığı için yanlışlıkla İsrail füzelerinde hedef alındığı iletilmiş ve özür dilemiştir. Dönemin ABD başkanı ve yönetimi bu hikayeyi kabul etmişlerdir. Ancak, bugün bile hala geminin niçin saldırıya uğradığı tartışılmaktadır. Yalnız buradan çıkarılacak önemli bir sonuç vardır. O da İsrail’in gerçek bir müttefiki olsanız bile mutlak anlamda güvende olamayacağınızdır. Hele ki halihazır Suriye sahası ciddi bir paylaşım sahasıdır. Ve paylaşılacak nihai saha değildir. Bu toprak parçası üzerinden ne tür bir operasyonlar zinciri yapılacak henüz bilgimizin dışındadır. Sadece bir kısım öngörüler tahminler bulunmaktadır. Bu zayıf bilgiler bile Suriye’nin paylaşımında ana muharrik güçlerin son derece agresif davranacağını göstermektedir. Kaldı ki Suriye saydığımız üç devlet açısından farklı anlam ve değer taşımaktadır. Bölge bir taraf için adeta Ukrayna’dan daha değerli görülmüş stratejik bir değer taşımaktadır. Diğer taraf için üzerinde hiçbir gücün askeri altyapı oluşturmaması gereken bir güvenlik alanı ve stratejik atlama taşıdır. Bir taraf için de kendi iç dizaynı açısından topraklarının bir kısmının elde tutulması gerekli olan çok parçalı bir bütündür. Bu farklı stratejik değerlerin sürekli bir paralellik arz etmeyeceği açıktır. İşte başta sorduğum o soru bu yalın gerçeğe dayanmaktadır. Er ya da geç bu stratejik uyumsuzluklar artık dayatılamaz, yönetilemez duruma geldiğinde ne olacaktır?

Türkiye ve İsrail’in Yaklaşımları, Farklılıkları

En son noktaya gelmeden bazı değerlendirmeleri baştan yapmak yararlı olacaktır. Zira, baştan hesap ne derece iyi yapılırsa sonuca da o kadar kolay ulaşılır.

İsrail’in ve ABD’nin bölgeye yönelik politikalarına ve operasyonlarına baktığımızda kurumsal politikaların ve yaklaşımların ön planda olduğu dikkatimizi çekmektedir. Başlangıçta Netanyahu’nun iç politikada yerini sağlamlaştırmaya çalıştığı şeklinde bir izlenim edinilse bile kazanımların stratejik kazanımlar olduğu, olayların kurgusunun daha önceden yapıldığı açıkça görülmektedir. Türkiye’nin maalesef farklı nedenlerle kurumsallıktan uzak politikalar yürüttüğü görülmektedir. Devlet adamlarımızın sağduyulu demeçlerine rağmen Türkiye'nin ana Suriye politikası açık değildir. Sahadaki unsurlarımız tarafından paylaşılan ortak bir politika, heyecan ve faaliyet görülmemektedir.

İsrail Suriye sahasında kendine yakın ve akraba olmayan topluluklarla ilişkiler kurarak ilerlemektedir. Bunu yaparken de altyapısı çok önceden hazırlanmış kılavuzlar, modellemeler kullanılmaktadır. Türkiye’nin ise sahada yakın ve akraba toplulukları vardır. Ancak, bunu bir avantaja çevirme konusunda yaklaşımları yetersizdir. Hatta bazı açılardan, bu yakınlıklar kendisi aleyhine sonuçlar doğuracak raddeye gelmiştir. Bu durumları yönetecek ana siyaset belgesi maalesef henüz bilinmememektedir.Askeri anlamda fiziki coğrafya üzerinde Kudüs’e General Allenby’nin girdiği tarihteki sınırlarımızdan çok gerideyiz. Beşeri Coğrafya üzerinde ise 20. Yüzyılın başlarındaki Arap milliyetçiliğinin yıkıcı etkileri hala aşılmadığı gibi Arap devletlerindeki Osmanlı- Türk fobisi de aşılmış değildir. Ne yazık ki, her iki coğrafya bize hala yabancıdır. Bunun bir göstergesi bu coğrafyadan mağduren ve mazlumen ülkemize gelen göçmenlerin toplumumuza intibak süreçlerinin hala tamamlanmamış olmasıdır. Türkiye Arap devletleri ve toplumları ile ilişkilerinde reel politik ile etik politik arasındaki dengeyi daha cazip bir şekilde kurmaya çalışmalıdır.

Askeri teknoloji bağlamında ülkemizde son yıllarda ciddi gelişmeler sağlanmıştır. Ancak, bu gelişmeler konvansiyonel bir savaş kazanmak için yeterli olmayabilir. Özellikle İsrail gibi askeri üretim bandı Tel Aviv’den başlayıp Amerikan şehirlerinde sonlanan bir savunma tedarik sistemi karşısında şu anki durumundan daha güçlü olmalıdır Türkiye. İsrail terör örgütlerinin kurduğu baştan beri terör ve savaş ile iç içe bir devlettir. Bu durum İsrail toplumunun bilinçaltına yaşamak için güçlü olmanın ve savaşmanın zorunlu olduğunu enjekte etmiştir. İsrail toplumu bir savaş toplumudur. Bu psikolojiyi diasporadaki topluluklarına da yansıtmıştır. Bu yolla bir anlamda güçlü bir birliktelik yapısı inşa etmiştir.

Türkiye’nin devlet geleneği çok daha uzun bir geçmişe dayansa da yüzyılın başında bağımsızlığını savaş ile kazanmış olsa da İsrail ölçeğinde savaş duygusunu canlı tutamamıştır. Dolayısıyla toplumların savaşa psikolojik hazırlık durumu da ciddi olarak değerlendirilmelidir. Burada en dikkati çeken ayrımlardan biri de şu olsa gerektir: İsrail toplumu dış düşmanlara karşı bir iç bütünleşmeye sevk edilmiştir (Kendi içindeki Netanyahu protestolarına rağmen). Türk toplumu ise ne yazık ki, bugün her zamankinden daha fazla kutuplaşmış, ayrı parçalara bölünmüş durumdadır. Birinde enerji birikimi olurken diğerinde enerji israfı yaşanmaktadır.

Savaşın finansmanı konusunda Türkiye olarak ciddi bir yoksunlukla karşı karşıya olduğumuz gerçeği açıktır. Türkiye’yi Körfez ülkeleri gibi bazı zengin Arap devletlerinin finanse etmesi ihtimali ise son derece zayıftır. Ayrıca önümüzdeki süreçte ABD’nin İran’a karşı Arap blokunu kullanacağına dair işaretler artmaktadır. İsrail ise kuruluş tarihinden bu yana sınırsız askeri malzeme desteği gibi sınırsız finansman desteği bulan bir ülkedir. Her zaman ifade ettiğim gibi devlet operasyonları ve büyük diş siyaset projelerinin uygulanması için gerekli olan nitelikli insan gücünün eğitimi, organizasyonu ve yönetimine de dikkat  çekmek istiyorum. Bu konuda devletimiz maksimum hassasiyeti göstermektedir kuşkusuz.

Bu başlık altında söylenecek çok söz olduğunu belirterek bu kadar ana başlığın zikredilmesiyle yetinelim. Ana konudan sapmadan doğrudan sonuca yönelmek istiyorum. Türkiye ile İsrail arasında iki tarafça kararlaştırılmış bir savaşın kısa vadede çıkma olasılığı çok zayıf görünmektedir. Bu konuda Türkiye kendi durumunu Dışişleri Bakanının demeciyle açıkça ifade etmiştir. Bu başka kurumlar tarafından da paylaşılan bir görüştür. Ancak, İsrail’in bu konuda görüşü farklıdır veya tam olarak bilinmemektedir. Mesela Suriye sahasında Türkiye’nin öngörülenden daha fazla ilerlemesi, askeri yığınak yapması karşısında reaksiyon göstereceğini fiilen göstermiştir. Bunun dışında orta vadeli gelecekte İsrail’in hamlelerininTürkiye’nin ana bölgesel ve iç politikalarına zarar verici olabileceği ihtimali dışlanmamalıdır.

Bu hamleler ya bizzat İsrail tarafından yapılacak ya da İsrail tarafından desteklenen vekil güçler tarafından yapılacaktır. Bu durumda, Türkiye’nin orta vadeli planlarında bu konuya dikkat sarfetmesi yararlı olacaktır. Diğer yandan, halihazır durumda İsrail tarafından gerçekleştirilecek anlık gelişen saldırıların olması da beklenmelidir. Bu durum daha çok sahadaki güvenlik ve istihbarat kurumlarımızı ilgilendirmektedir. Uzun vadede ise yıllar önce dostumun bana söylediği cümlenin tahakkuk edeceğini düşünüyorum: “Biz bu coğrafyada eninde sonunda İsrail ile savaşacağız!”

Detaylarını başka bir yazıda ele almak nasip olur inşallah. 

Yorumlar68

  • Sayım Turkanoglu 2 gün önce Şikayet Et
    Hemen şimdi savaşalım, millet olarak toprak için can vermeye hazırız.Vatan sana canım dede.
    Cevapla
  • Recep YÜKSEL 5 gün önce Şikayet Et
    Ürkek bir duruş ve özgüven eksikliği var, Türkiye'nin bu coğrafyada ve Suriye'de plansız hareket ettiğini düşünüyorum. Askeri konuda ise İsrail hazır biz değiliz diyorsunuz. Bu ülkede İsrail'in nüfusu kadar çatışma görmüş insan var ve 40 yıldır dağlarda teröristleri kovalayan imha eden TSK var.
    Cevapla
  • Yeter artık! 6 gün önce Şikayet Et
    Güzel bir makale
    Cevapla
  • Selim 6 gün önce Şikayet Et
    israil korkaktır gelmez önce köpeklerini gönderir. Onların işini bitirdikten sonra zaten altlarına yaparlar.
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • TESLİM OLMUSLAR 6 gün önce Şikayet Et
    Evet Filistin'de kıyamet kopuyor, ama gücümüz durdurmaya yetmiyor, kendi akrabalarina sahip çikmayan Arap alemi bizi çiy ciy yer, Türkiye'deki müslüman Sünni kurtler ve Türkler olur, Kalan iş birlikciker Türkiye'yi ele geçirir, Silivrili dolandırıcı Baskan olur, Türkiye macerası biter, Yinede korkmuyoruz Kara çadirla gelip Bizans'ı yenip, imparatorluk kurduk, Dişe diş kana kan
    Cevapla Toplam 4 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat