Tunus'ta neler oluyor: Siyasal darbenin arka planı!
Tunus Cumhurbaşkanı'nın meşru hükümete yönelik gerçekleştirdiği darbe açıklaması, akıllara Arap Baharı'nı getirdi. Bölgede yaşananları, alanının uzman isimleri Haber7'ye değerlendirdi. Peki, yaşananlar Arap Baharı'nın son perdesi mi?
ABONE OLHaber7 / Seda Vurucu
Etkileri günümüze kadar ulaşan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da kartların yeniden dağıtılmasına sebep olan “Arap Baharı” sürecinin fitili, 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta ateşlendi.
Muhammed Buazizi’nin kendisini yakarak intihar girişiminde bulunmasının ardından isyanlar, zamanla diğer ülkelere sıçradı ve her birinde farklı sonuçlara sebep oldu. Bununla birlikte Tunus, gerçekleşen devrim sonrası kısmi olarak siyasi istikrarın sağlanabildiği yegâne örnek olarak tanımlanıyordu. Ancak aradan geçen 11 yılın ardından Arap Baharı başladığı yere, yani Tunus’a geri döndü...
Ülkenin seçilmiş cumhurbaşkanı Kays Said, dün yaptığı açıklamada seçilmiş başbakan Hişam el-Meşişi ile Meclis Başkanı Tunus Meclis Başkanı ve Nahda Hareketi Lideri Raşid el-Gannuşi'yi görevden aldığını ve halkı temsil eden parlamentonun çalışmalarını dondurduğunu duyurdu.
Peki Tunus’ta bu noktaya nasıl gelindi? Yaşananlar Arap Baharı olarak bilinen sürecin son perdesi mi? Darbenin gerçekleşmesi ya da önüne geçilmesi durumunda Tunus’u nasıl bir gelecek bekliyor? Bu soruların cevabını Haber7’ye konuşan Türkiye gazetesi yazarı Yusuf Alabarda, Diriliş Postası yazarı İsmail Yaşa ve Yeni Şafak yazarı Yasin Aktay'dan aldık.
‘ARAP BAHARI’NIN TABUTUNA SON ÇİVİ ÇAKILIYOR’
“Arap Baharı’nın başladığı yerde Arap Baharı’nın tabutuna da son çivi çakılıyor. Mısır’dan, Suriye’den sonra şimdi de Arap Baharı’nın başladığı Tunus’ta darbesiz bir şekilde demokratik yollarla seçilmiş hükümetin görevine devam edebilmesi için Nahda hareketinin yapmış olduğu onca fedakarlığa rağmen Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa’nın da işin içinde olduğu bir darbe ile buradaki yönetim ilga edilerek parlamento ve anayasa askıya alınmak isteniyor.
Hiç kuşkusuz Libya’yı, Tunus’u, Cezayir’i, Mısır’ı, Afrika’nın kuzeyinde bir şerit şeklinde düşünürsek bunların içerisinde bugüne kadar Hafter’e boğdurulmak istenilen Libya hükümeti hariç hepsinde başarılı oldular.
Tunus’ta başarılı olup olmayacaklarını henüz bilmiyoruz. Ama Libya’da başarısız olmaları önündeki yegâne engel Türkiye’ydi ve hala da Türkiye. Dolayısıyla bundan bir sonraki hamlenin de Libya’nın içerisinde yine Hafter ya da farklı unsurlarla Libya’da deneneceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmaması lazım.”
‘TÜRKİYE’DE FETÖ, MISIR’DA SİSİ, TUNUS’TA CUMHURBAŞKANI’
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da gerçekleştirilen sistematik faaliyetlere ilişkin Yusuf Alabarda, darbe girişimlerinin muhtevası farklı olsa da benzer sebeplere dayandığını şu sözlerle ifade etti:
“Bölgede gördüğümüz darbeler, tedhişler, terör eylemleri ve beşinci kol faaliyetleriyle Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Libya, Tunus, bunların tamamında bir şekilde bölge kan gölüne boğulmak isteniyor. Bu olayların içerisinde diktatörlerle yola devam etmek isteyen Suudi Arabistan’da, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Bahreyn’de bir batı var. Zaten 60-70 yılda yaptıkları ve Arap Baharı’nın doğmasına sebebiyet veren de onların bu istek ve iştiyaklarıydı.
Arap Baharı o yüzden haklı bir sosyolojiye dayansa da Arap Kışı’na döndürüldü ve Arap Baharı başladığı coğrafyada boğulma hamlesi geçiriyor şu anda. Bu dalganın önünde direnen yegâne ülkenin de Türkiye olduğunu, Türkiye’deki bu direnişin de kırılması için Norveç’ten Teksaslı şirketlere kadar medya dahil olmak üzere birçok fonlu tasmalı çomarın da olaya dahil edilerek Türkiye’nin de teslim alınmasıyla ilgili yoğun bir süreç yürütülüyor. Allah herkesin yardımcısı olsun.
Bu durum sadece Türkiye’deki darbeyle benzerlik göstermiyor aynı zamanda Sisi’nin Mısır’da iktidara gelmesiyle de benzerlik gösteriyor. Muhteva anlamında oyunun karakterleri farklı olabilir. Mısır’da bir askeri darbe oldu, burada Cumhurbaşkanı vasıtasıyla darbe yaptırılıyor.
Özü itibariyle seçilmiş parlamentonun ilga edilmesinden ibarettir olay. Dolayısıyla Türkiye’de FETÖ’ye, Mısır’da Sisi’ye, Tunus’ta da cumhurbaşkanına bu iş yaptırılıyor.”
‘BAE BİR UYGULAMA GÜCÜ; ARKASINDA FRANSA VAR’
Birleşik Arap Emirlikleri’nin yaşanan bölgesel olaylardaki rolüne de değinen Yusuf Alabarda, benzer bir durumun 15 Temmuz darbe girişimi ve Mısır darbesinde de yaşandığına dikkat çekti:
“Bizim için sürpriz olmayan en önemli hususlardan bir tanesi de Türkiye’de 15 Temmuz yapılırken Birleşik Arap Emirlikleri’nden kaynaklı o geceki hareketlilik biliniyor, keza Sisi’ye darbe yaptırılırken de biliniyor. Libya’dakileri hep beraber gördük yine BAE vardı arkasında. Şimdi Tunus’ta da böyle.
Birleşik Arap Emirlikleri bir uygulama gücü. Onun arkasındaki kafa ise Fransa ve Batı’dır, bunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak son derece dikkatli ve hassasiyetle bunların üzerine gidilmesinin yegâne çözüm olduğunu düşünüyorum.
Darbenin önüne geçilmesi noktasında Tunus halkı, milli iradesine sahip çıkacak bir direniş gösterirse o zaman demokrasilerin bağış yoluyla gelmeyeceğini, halkın mutlak suretle bu konuda bir bedel ödemesi gerektiği hususu bir kez daha hakikat olarak karşımıza çıkar. Eğer bu noktada başarılı olurlarsa da Libya-Türkiye ilişkileri ve Libya’da yeşertilmeye çalışılan “Libya’yı Libyalılar yönetsin”, “Tunus’u Tunuslular yönetsin” fikriyatı çerçevesinde Mısır’da gerçekleştirmiş oldukları darbe de tehlikeye girer.
Eğer Tunus’ta darbe başarılı olursa o zaman Arap Baharı, halkların kendi kendini yönetmesi, demokrasi gibi kültürler Batı tarafından vazedilse de hakikatte hiçbir şekilde istenmediğini ve bu coğrafyanın sömürülmesi için halkların yönetime gelmesinden son derece nefret eder bir ruh halinin bu coğrafyada daha uzun süre devam edeceğinin bir göstergesi olur.“
‘TUNUS HALKININ ÖNÜNDE İKİ SEÇENEK VAR’
“Dün geceden bu yana istisnasız herkesin söylediği bir şey var. Tunus halkının önünde iki seçenek var: Ya Türk halkı gibi darbe girişimine direnip iradesine, demokrasisine sahip çıkacak ya da Mısır halkı gibi darbeye boyun eğecek ve başka bir rejimin gelmesine yol açacak ve sonuçlarına katlanacak.
Mısırlıların da Tunuslulara özellikle söylediği bu “bizim düştüğümüz hataya siz düşmeyin, demokrasinize, halk iradesine sahip çıkın; hükümet çağrıları, hikmetli davranın gibi çağrılar darbecileri durdurmaz, darbecileri ancak halkın sokaklara inmesi durdurur” şeklinde tavsiyeleri var.
Biliyorsunuz 15 Temmuz’da da Türkiye’de benzer çağrılar yapılmıştı “Sokağa çıkmayın, kan dökülür” gibi. 15 Temmuz’da Türk halkı birçok şehit verdi, birçok gazimiz oldu ve halk iradesini bu şekilde koruduk ve savunduk. Tunus halkı da iradesini savunmak, demokrasiyi korumak istiyorsa daha kararlı davranmak zorunda.”
‘İLK ANLAR ÖNEMLİ: DARBE KANIKSANIRSA BEDELİ AĞIR OLUR’
Tunus halkının demokrasiye sahip çıkması ve bu girişime karşı gelmesi için liderliğin önemli olduğuna işaret eden İsmail Yaşa, ilk anda atılacak her adımın gidişat üzerinde belirleyici olacağını şu sözlerle vurguladı:
“Tunus'ta Meclis Başkanı Gannuşi içeri alınmadığı için otomobilinin içerisinde bekliyor. Nahda liderlerinden de şu ana kadar “sokağa çıkın”, “Tunus halkı demokrasiye sahip çıkacaktır” şeklinde açıklamalar yapıldı fakat cılız açıklamalar bunlar.
Bütün demokrasi yanlılarının bir olup, görüş ayrılıklarını bir kenara bırakıp bu darbe girişimine karşı çıkmaları gerekiyor. Başbakanın Meclis'e alınmaması da kritik; çünkü onu planlamışlar anladığım kadarıyla. Başbakan aynı zamanda İçişleri Bakanı ve emniyet güçleri ona bağlı, Cumhurbaşkanı’na değil. İçişlerinin darbeye karşı harekete geçirilmemesi için onu gözaltında tutuyorlar. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda gözaltında tutulduğu söyleniyor ancak ne zamana kadar gözaltında tutabilecekler?
Zaman demokrasi yanlılarının aleyhine, darbe yanlılarının lehine işliyor. Bu nedenle ilk anlar önemlidir. Darbe kanıksanır ve normalmiş gibi karşılanırsa Tunus bunun bedelini ağır öder.
Mısırlıların da özellikle söylediği şu: bu darbe girişiminin arkasından Cumhurbaşkanlığı’ndan her ne kadar “kısa sürede demokrasiye geçilecek, parlamento açılacak” şeklinde açıklamalar olsa da darbeden sonra mutlaka baskıcı politikaların geleceği kesin. Zaten bunun işaretleri de geliyor. Önümüzdeki saatlerde Cumhurbaşkanlığı’nın yeni düzenlemeler açıklayacağı bildirildi. Cumhurbaşkanı hırslı, diktatörlük sevdalısı bir adam. Bu onun tek başına yapabileceği bir iş de değil. Tunus’taki darbe el birliği ile planlandı ve hayata geçiriliyor.
Daha ciddi ve kararlı bir şekilde eğer Nahda ve diğer demokrasi yanlıları buna karşı durmazlarsa kaybedecekler. Çünkü zaman tereddüt edecek zaman değil. Kararlı bir şekilde darbeye karşı durup planları bozmak gerekiyor. Kan dökülür, iç savaş çıkar şeklindeki tereddütler, korkular kesinlikle darbe girişiminin işine yarıyor.”
‘BAE, MISIR, FRANSA BU İŞİN GÖBEĞİNDELER’
Darbe girişiminde dış güçlerin rolüne dikkat çeken İsmail Yaşa, bu tür bir girişimi Cumhurbaşkanı Kays Said’in tek başına gerçekleştiremeyeceğine dair şunları söyledi:
“Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan karşı devrimci cephenin başını çekiyor. Böyle bir girişimi kolluyorlardı, hatta güncel tabirle fonluyorlardı. Bu yolun taşlarını döşediler.
O çabalarının, girişimlerinin, meyvelerini toplamak istiyorlar. Birleşik Arap Emirlikleri bu işin tam merkezinde. Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Fransa, bu ülkeler bu işin tam göbeğindeler.
Bu, Cumhurbaşkanı Kays Said’in tek başına akledip organize edip yapabileceği bir iş değil. Onun üstünde bu işi organize eden, akıl veren bir ekip var. O sadece cumhurbaşkanı olarak kullanılıyor.”
‘KAYS SAİD’İN ARKASINDA O KADAR HALK DESTEĞİ YOK’
Cumhurbaşkanı Kays Said’in “seçilmiş cumhurbaşkanı” olması yolundaki süreci ise İsmail Yaşa şu sözlerle anlattı:
"Bazıları “Kays Said seçilmiş bir cumhurbaşkanı” diyebilir. Ancak Kays Said seçilmiş bir cumhurbaşkanı olsa da ilk turda yüzde 20-21 oy almıştı. İkinci turda Nahda’nın, demokrasi yanlılarının oylarıyla cumhurbaşkanı seçildi. Çünkü karşısındaki rakip de aşağı yukarı aynı oy oranına sahipti. Rakibi Zeynel Abidin bin Ali taraftarı Nabil Karvi, tanınan bir iş adamıydı.
Kays Said ise daha önce siyasi tecrübesi olmayan bir akademisyen olarak temiz bir kişilik olarak görülüp diğerine karşı ehvenişer olarak Nahda’nın oylarıyla seçildi; şu an Nahda’yı yemeye çalışıyor. Dolayısıyla ikinci turda aldığı oya bakıp “Kays Said’in arkasında yüzde 70’lerde oy var, halk desteği var” gibi yorum yapmak kesinlikle yanıltıcı olur.
Kays Said’in arkasında o kadar halk desteği yok. Fakat şu var; dışarının desteğini içeriden ordunun, silahlı kuvvetlerden birilerinin desteğini aldığınızda yüzde 20’de bir destek olduğu zaman halktan, Ortadoğu’da bu şekilde diktatörlük yapabiliyorsunuz. Halkın yüzde 70-80'inini es geçiyorsunuz, kimse de bir şey demiyor. Bu denklem burada da geçerli."
TUNUS’TA DARBE NASIL BAŞARISIZ OLUR?
Tunus’ta darbenin başarısız olabilmesinin halkın göstereceği iradeye bağlı olduğunu İsmail Yaşa şu sözlerle vurguladı:
“Tunus halkı kendi karar verecek: Sisi rejimi gibi bir rejim altında mı yaşamak istiyorlar yoksa özgürlük ve demokrasi altında mı yaşamak istiyorlar.
Birtakım eksiklikler, birtakım sıkıntılar demokrasilerde olabilir, sorunlar olabilir fakat her zaman için bu sıkıntıların çözümü vardır. Bugün Sisi’nin Mısır’ı ne hale getirdiği ortada. Bir tarafta İran var, bir tarafta Etiyopya’ya karşı baraj konusunda Mısır kaybetti, susuzluk tehlikesiyle karşı karşıya ve ekonomisinde herhangi bir iyileşme yok. Dolayısıyla Tunus’ta demokrasiyi askıya aldıkları zaman, Kays Said’in ülkenin mevcut krizlerini, sorunlarını çözebilecek gücü ve birikimi de yok.
Tunus halkı bunu görür de sahip çıkarsa darbe başarısız olur ama Tunus halkı evinde oturur, demokrasi yanlısı liderler de böyle bir darbe karşıtlığına öncülük etmez tereddüt ederlerse “sakin olun" şeklinde sükûnet çağrısında bulunurlarsa muhtemelen darbe başarılı olacak ve Tunus halkı uzun bir süre daha “örtülü diktatörlük” adı altında yaşayacak.
Seçim de yapılsa Zeynel Abidin bin Ali gitti, Zeynel Abidin iki bin Ali gelecek, aynı şekilde oyun devam edecek.”
‘BU DARBE GÖZ GÖRE GÖRE GELDİ DİYEBİLİRİZ’
Kays Said’in "tek adam olma" eğiliminin olduğunu vurgulayan İsmail Yaşa, daha önce Tunus’tan sızdırılan belgelerde darbenin sinyallerinin verildiğine işaret etti:
“Tunus’ta Kays’ın tek adam olma, başkanlık sistemi gibi her şeyi kendi yönetme, parlamentoyu, hükümeti, başbakanı yok sayma eğilimi vardı. Bu durum açıklamalarında görülüyordu.
İngiltere merkezli bir site var, orada Mayıs ayında Tunus’tan sızdırılan belgeler yayınlanmıştı ve o belgelerde Kays Said’in hükümet başkanını Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda toplantıya çağırıp onları daha sonra saraydan bırakmayacağı; bir şekilde gözaltında tutarak parlamentoyu feshedeceği, bugün yaşananların olacağı anlatılıyordu. Dolayısıyla bu darbe göz göre göre geldi diyebiliriz.
Ciddi bir şekilde halk tepkisini ortaya koyar ve darbe bastırılırsa Arap Baharı Tunus’ta başlamıştı; tekrar yeni bir demokrasi rüzgarının ve devrim ateşinin Tunus’tan başlayacağını söyleyebiliriz. Belki tekrar erken seçime gidilebilir.
Kays Said’in cumhurbaşkanlığına gelmesi bir noktada Nahda’nın da hatası. Yani Nahda kendi hatasının bir noktada bedelini ödüyor. Gün Nahda’yı ya da Raşid el-Gannuşi’yi eleştirme günü değil ama bunu da not etmemiz gerekiyor. Çünkü cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Nahda ihtiyar bir adayda, Gannuşi’nin yardımcısı muhterem bir insan ama onda ısrar etmeyip demokrasi yanlılarının üzerinde ittifak edecekleri Nahda dışında ortak bir aday, genç bir adayda anlaşabilselerdi bugün Kays Said cumhurbaşkanlığında olmayacaktı.
Tunus’taki demokrasi örnek gösteriliyordu. Aslında çok büyük ve etkili bir ülke değil ama Tunus’ta kansız, darbesiz, çatışmasız bir demokrasi örneği bulunmasını istemediler. Güzel bir örnek oluşturuyordu çünkü. O örneği de ortadan kaldırmak için ısrarla uğraştılar. Bunun olmaması için demokrasi yanlılarına büyük görev düşüyor. Evde oturup kınamalarla bu olacak bir iş değil.”
'CUMHURBAŞKANI ‘MUHALEFET LİDERİ’ GİBİ DAVRANIŞLARDA BULUNUYORDU’
“Tunus için Arap Baharı denilen, Arap ülkelerinin demokratikleşmesi doğrultusunda 11 yıl önce başlayan sürecin doğum yeri diyebiliriz. Dolayısıyla çok sembolik bir ülke. Üstelik diğer ülkelerin hepsinde Arap Baharı süreci ne yazık ki “karşı devrim” süreçleriyle, yani darbelerle sekteye uğratılırken Tunus’ta demokratik süreç devam ediyordu.
Anayasa oluşturuldu, üç defa cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı; bu seçilen Cumhurbaşkanı Tunus’un üçüncü cumhurbaşkanıydı bu süreçten sonra. Herkesin tabi olduğu bir anayasal süreç vardı. Hükümetin teşekkülü, parlamentonun çalışması, sendikalar ve ülke içerisindeki bütün demokratik unsurlar belli bir denge ve kurallar çerçevesinde işliyordu. Ama ekonomik sıkıntıları vardı.
Tunus, petrol zengini bir ülke değil; zengin bir ülke değil. Geliri daha çok turizme dayalı bir ülke ve özellikle Covid-19 nedeniyle de gelirleri sekteye uğramış durumdaydı. Aynı zamanda tarım geliri olan bir ülke ve sanayisi çok güçlü değil. Bundan dolayı ciddi ekonomik krizleri vardı. Özellikle Covid-19'un olumsuz etkileriyle baş etme konusunda daha da zorlaşan bir süreç vardı ve bu sürecin bir krize hatta bir kaosa dönüşmesinde mevcut Cumhurbaşkanı’nın önemli bir payı var.
Fakat bizzat kendisinin yol açtığı bu kaosun sorumluluğunu sürekli olarak hükümete yükleyerek, sağlık bakanını görevden alarak, hükümete bir muhalefet partisi lideri gibi davranarak onu eleştirmesi, hatta saldırması, demokratik ülkenin gidişatı içerisinde yorumlanması çok zor davranışlar içerisindeydi.”
‘KAYS SAİD BİZDEKİ AHMET NECDET SEZER’E BENZER BİR ÖRNEK’
Tunus’taki sürecin bu noktaya gelmesinde, özellikle Körfez ülkeleri ve Fransa’nın tutumlarının etkili olduğuna değinen Yasin Aktay, Kays Said’in cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasının gerçekleştirilmek istenen darbe için önemli bir adım olduğuna şu sözlerle işaret etti:
“Aslında bazı Körfez ülkelerinden ve Fransa’dan, Arap Baharı başladığından beri bütün ülkelerde bu demokratik süreçleri engellemeye dönük ciddi bir çaba vardı. Fransa, Arap ülkelerinde asla demokrasiye yatırım yapan bir ülke olmadı. Her zaman diktatörlere ve darbecilere destek veren bir ülke oldu.
Cezayir’de her zaman demokrasi karşıtı süreçleri destekledi. Tunus’ta yıllarca Habib Burgiba’yı destekledi. Zeynel Abidin bin Ali’nin 25 yıllık diktatörlüğünü destekledi. Libya’da da Hafter’i, onun darbe yapma programını açıktan; askeri olarak da fiilen destek verdi. Şimdi de Tunus’ta Kays Said’i fiilen destekliyor.
Kays Said ilginç bir kişilik aslında ve bu tür sürpriz kişiliklerin seçilmesinin ne kadar riskli olabileceğini de bir kez daha hatırlatan bir kişilik. Mevcut kişiler çok yıpranmış gibi görününce hiç denenmeyen, kimsenin tanımadığı ve sadece bir anayasa profesörü olduğu bilinen bir şahsiyet üzerinden adeta zoraki bir ittifak kuruldu ve kurulan bu ittifak bizdeki Ahmet Necdet Sezer örneğine benzer bir örnekti.
Hatta seçim süreçleri içerisinde hiç konuşmadı, bir iki beyanı oldu. Bunlarda, Filistin davasına bağlı kalacağına ve Fransa’ya karşı Arapça konuşacağına yönelik çok milli mesajlar verince millet üzerinde “bizden” algısı oluşturdu. Aslında onun gelişi, yıllardır Tunus’ta gerçekleştirilmek istenen darbenin çok önemli bir hazırlığı olduğu bir süredir biliniyor.
Aslında bu adamın hiç de demokratik bir insan olmadığı demokrasiden yana bir tutum içerisinde olmadığı; gerek Birleşik Arap Emirlikleri gerekse Fransa’yla çok içli dışlı olduğu anlaşılıyordu.”
‘TUNUS, DEMOKRASİ İHRAÇ ETTİK; DARBE İTHALİNE NİYETİMİZ YOK DEMİŞTİ’
Tunus’un Arap ülkelerinin demokratikleşmesi ve yaşanan Arap Baharı süreci açısından sembolik bir yer olduğuna değinen Aktay, Birleşik Arap Emirlikleri ile Fransa başta olmak üzere bazı ülkelerin, bu sembolik kalenin düşmesi için özel bir çabası olduğuna değindi:
“Bu süreci tamamen bitirmek için son kaleyi de düşürmeyi kendilerine büyük bir hedef olarak görmüşler. Yoksa Tunus, ekonomik anlamda çok güçlü kaynaklara sahip değil.
Bu müdahaleler için önceden de çok farklı denemeler yapıldı. Hatta Mısır’da yaşanan darbeden hemen sonra Tunus’ta, Mısır’daki darbeci yönetimin desteğiyle de birtakım teşebbüslerde bulunuldu. Ancak o dönemde Tunus halkının çok net bir cevabı olmuştu “Biz size demokrasiyi ihraç ettik; sizden darbe ithal etmeye hiç niyetimiz yok” diye tavırlarını net bir şekilde ortaya koymuşlardı.
Bu son müdahalenin hiçbir haklılığı yok ama haklı olmadığı halde darbeye hazırlanan zemin, bizzat Cumhurbaşkanı’nın yol açtığı kaotik durumlar, bir yönetememe durumu oluşturdu. Fakat yönetememe durumunun asıl sorumlusu kendisi olduğu halde faturayı hükümete keserek, hükümete ve parlamentoya darbe yapmış oldu. Bu parlamento halkı temsil ediyordu; dolayısıyla bu aslında halkın iradesine karşı bir darbe.”
‘ŞU ANDA BÖLGEDE İKİ TARZ SİYASET VAR’
Tunus’ta darbenin yapılmasıyla birlikte aslında Arap Baharı sürecindeki son kalenin de düşürülmüş olacağına değinen Yasin Aktay şunları söyledi:
“Böyle bir ortamda Türkiye’nin Libya’da olmasının ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır. Bölgede iki çeşit tarz-ı siyaset var şu anda. Bunlardan bir tanesi diktatörlerden, darbelerden yana ve darbe üzerinden halk iradesine karşı yine diktatörleri ve darbeleri destekleyen bir siyasettir. Bunu temsil eden ülkeler Körfez ülkeleriyle Fransa.
Diğer yandan demokratik süreci destekleyen ülke olarak da Türkiye’yi örnek gösterebiliriz. Avrupa’daki bazı ülkeler de bu anlamda örnek olabilir, Almanya Tunus’taki bu süreci darbe olarak nitelendirdi ve ona karşı net bir tavır koymuş oldu. Bu tarz-ı siyasetler arasında ülkelerin nasıl bir tavır takındıkları herkesin gözü önünde kaydediliyor.
Halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanı, halk tarafından seçilmiş parlamentoya karşı darbe yapıyor. Hükümet bizzat kendisi tarafından tayin edilmiş durumda ve ona da darbe yapmış oluyor, onun başarısız olması için elinden geleni yapıyor.
Burada yetkilerin belirsizliği de söz konusu. Mısır’daki darbeden farklı olarak burada çok güçlü bir ordu yapılanması yok. Ekonominin yüzde 60’ını elde tutan bir yapı yok burada. Bilakis İçişleri Bakanlığı da polis teşkilatı da asker teşkilatına yakın bir güce sahip. Diğer yandan sendikaların da çok önemli bir gücü var. Bu dengeler biraz daha farklı şekillenmiş durumda Tunus’ta.”
‘BAŞARILI OLURLARSA ARAP BAHARI’NI BAŞLADIĞI YERE GÖMMÜŞ OLACAKLAR’
Tunus’un, uluslararası güç dengeleri açısından Kuzey Afrika’da önemli bir ülke olduğuna dikkat çeken Aktay, yakın tarihteki sürece de işaret etti:
"Tunus, sembolik olarak Arap Baharı’nın başladığı ülkedir ve darbe başarılı olursa Arap Baharı’nı başladığı yere gömmüş olacaklar. Arap Baharı, Bouazizi’nin 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta kendisini yakmasıyla başlayan kıvılcımı yakılan bir süreçti. Daha sonra Mısır’a, Libya’ya, Yemen’e ve Suriye’ye uzandı. Her birinde sürecin gelişimi çok farklı oldu. Bu süreçler, her birinde çok acı bir şekilde engellendi ve engellenmeye de devam ediyor.
Yemen, Suriye istikrara kavuşamadı; Libya istikrara kavuşamadı ve Türkiye’nin oraya girmesiyle birlikte en azından ikinci bahar başladı Libya için şu anda. Orada yine çok ciddi bir hükümet var, işleyen bir diyalog mekanizması var, yani tepeden inme bir diktatörün silah gücüyle herkesi bastırdığı bir durum değil; herkesin hakkının, hukukunun gözetildiği bir toplumsal diyalog ortamı söz konusu.
Aslında Arap Baharı’nın bir tezahürü, bir yansıması da budur. Bahar dediğimiz şey toplumun özgürleşmesi, toplumun özgür iradesiyle kendi ülkesine, kendi vatanına sahip çıkabilme keyfiyetidir. Bu da Türkiye’nin Libya halkının davetiyle ülkeye girmesiyle birlikte Libya’da mümkün oldu.”