Afganistan'ın 120 yıllık trajik hikayesi

Taliban'ın yönetimi ele almasıyla Afganistan'da yeni yönetim karmaşası yaşanıyor. Bölgedeki tahliye işlemleri devam ederken, yaşananlar; Afganistan'ın 120 yıllık trajik hikayesini hatırlara getirdi.

ABONE OL
GİRİŞ 22.08.2021 16:08 GÜNCELLEME 23.08.2021 12:59 DÜNYA
Afganistan'ın 120 yıllık trajik hikayesi

Bir fotoğrafın izinden Afganistan…

Taliban’ın hızla Afganistan’ı ele geçirmesi hem ABD’nin hem de Biden’ın karizmasını fena halde çizdi.

Cumhuriyetçilerin topa tuttuğu Biden’ı en sert eleştirenlerden biri de Trump.

Halbuki 2020’de Taliban’la anlaşma ve Afganistan’dan çekilme takvimi Trump döneminden mirastı.

Trump, 2011’den beri attığı tweetlerle Afganistan’daki “sonsuz” savaştan Amerikan askerlerinin çekilmesi gerektiğini savunmuş, 2016’da bütün seçim kampanyasında bunu tekrarlamıştı.

Başkan seçilir seçilmez asker çekme kararını vermesi bekleniyordu.

Ama öyle olmadı.

2017’de bir şey oldu ve Trump son anda Afganistan’la ilgili fikrini değiştirdi.

Washington Post’un yazdığına göre Trump’ın fikrini Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster bir fotoğraf karesiyle değiştirmişti.

O fotoğrafı muhakkak bu aralar Facebook veya  Twitter’da görmüşsünüzdür.

Bu meşhur siyah beyaz fotoğraf karesinde mini etekleriyle Kabil’de yürüyen üç Afgan kız öğrenci görünüyor.

Yıl: 1972

Trump, bu fotoğrafı görünce Afganların, uğruna mücadele etmeye değmez ‘geri ve ilkel bir millet’ değil ‘bizim gibi normal’ insanlar olduğuna ikna olmuş ve tıpkı eşi Melanie gibi giyinmiş Afgan kızlarının hatırına askerlerini Afganistan’da tutmayı kabul etmişti.

Ama tek bir fotoğraf karesiyle bir ülke hakkında hüküm verecek dünyadaki tek önyargılı insan Trump değil.

Kabil’deki mini etekli Afgan kızlar fotoğrafı çok uzun yıllardır dolaşımda.

ABD’de ve Avrupa’daki anti-İslam paylaşımlarının en favori karelerinden biri.

Bazı sosyalistler bu fotoğrafı Afganistan’daki Sovyet destekli Komünist yönetimin ne kadar şahane ve ilerici olduğunu göstermek için kullanıyorlar.

Halbuki fotoğraf 1972’de Kabil’de çekildiğinde Afganistan Kral tarafından yönetilen anayasal bir monarşiydi ve altı yıl sonra ülke yönetimini darbeyle ele geçirecek Komünist parti PDPA’nın Meclis’te henüz sadece iki sandalyesi vardı.

Fotoğraf uzun yıllardır Türkiye sosyal medyasında da laiklik, şeriat, siyasal İslam temalı mesajlar vermek için dolaştırılıyor.

En son Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesiyle tekrar her yerde karşımıza çıkmaya başladı.

Bu fotoğraf karesiyle yan yana konan Afganistan’dan gelen son fotoğraflar eşliğinde günlerdir aynı yorumlar yapılıyor:

“Afganistan’ın bir Atatürk’ü yoktu, o yüzden bunlar başlarına geldi.”

Hızını alamayanlar “Yetmez ama Evetçiler”den girip, başörtüsü özgürlüğünü savunmuş Nilüfer Göle’nin tezleriyle dalga geçiyor, “Bunların başından sopayı eksik etmezsen sonumuz Taliban’a, Afganistan’a çıkar” tezi ve korkusu harlanıyor.

Önceki gün Sözcü “Minnetarız Atatürk”, Cumhuriyet, “Türkiye Atatürk’ün kıymetini bilmeli” manşetiyle çıktı.

Kendimizle o kadar meşgulüz ki dünyada aslında ne olduğu pek umurumuzda değil,  dünyadaki her olay eğilip, bükülüp Türkiye’deki kutuplaşmanın bir argümanı haline getirilebiliyor

Peki, gerçekten de Afganistan ve Taliban’dan bize ibret-i alem çıkarabilir mi?

O fotoğrafın izinden gidip bu soruya cevap arayalım.

Kabil’de sokakta yürüyen mini etekli Afgan öğrenciler fotoğrafını 1972 yılında Fransız Rapho Ajansı’nda (Şimdiki adı Gamma-Rapho) çalışan İsviçreli fotoğrafçı Laurence Brun çekmiş.

Fakat, bu 1972 yılında Kabil’de çektiği tek kare değil.

Laurence Brun’ün aynı günlerde Kabil’de çektiği albümdeki diğer fotoğraflara bakalım.

1972 yılında bütün bu fotoğraflar çekildiğinde Afganistan nüfusunun sadece yüzde 12.41’i şehirlerde yaşıyordu.

Üniversiteye giden ve çalışan kadınların oranı ise yüzdelik hesaplara bile giremeyecek kadar azdı.

Bugün bile Afganistan’ın sadece yüzde 26’sı şehirlerde yaşıyor. Mini etekli ve başları tamamen açık olmasa da üniversiteye giden kız öğrencilerin oranı 2019 yılında yüzde 24.8’e yükselmiş durumdaydı. Çalışan kadınların oranı ise yüzde 21.8.

Yani tek bir fotoğraf karesi 1972 yılının Afganistan’ını yansıtmadığı gibi, o Afganistan’ın bugünkünden (en azından Taliban gelene kadarkinden) daha ileri olduğunu da göstermiyor.

Peki, 1972 yılında kırsal, eğitim seviyesi düşük, muhafazakar bir toplum yapısına sahip Afganistan’ın başkenti Kabil’in caddelerinde mini etekle yürüyen Afgan kız öğrenciler nasıl ortaya çıkmıştı?

Bunun için Afganistan yakın tarihinde kısa bir gezinti yapmak zorundayız.

Afganistan ile ilgili bir hüküm vermeden önce herhalde şunu anlamak gerekiyor: Aslında Afganistan diye bizim anladığımız anlamda bir devlet hiç var olmadı.

Afganistan bugün bile hala devletten çok Kabil merkezli bir aşiretler topluluğu.

Afganistan, 19’uncu yüzyılda Rusya ile İngiltere arasında Asya’da yaşanan ve  “Büyük Oyun” olarak bilinen güç savaşı sırasında bir tampon bölgeydi. Çarlık Rusyası Asya’da ilerliyordu. İngilizler 19. yüzyılda gözbebekleri olan Hindistan’ı korumak için Hindistan’la Rusya arasında yaşayan Peştun aşiretlerin ülkesini yani Afganistan’ı elde tutmak gerektiğine inanıyorlardı.

Bu amaçla İngilizler 1838-42, 1878-80 ve 1919’da Afgan aşiretlerle üç kez savaştılar.

Bugünkü Afganistan ile Pakistan arasındaki sınır da 1893’te bölgedeki Afgan/Peştun aşiretleri ikiye bölmek isteyen İngiltere’nin çektiği ve dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı’nın soyadını taşıyan 2430 kmlik Durand Çizgisi’ne dayanıyor.

Ruslarla İngiliz arasında bir tampon bölge olarak ortaya çıkan Afganistan daha sonra da SSCB ve ABD arasındaki çekişmenin ortasında kaldı.

Bu küresel iktidar mücadeleleri Kabil’deki iktidarı belirledi.

Ama Kabil’i kontrol etmek bütün Afganistan’ı kontrol etmek anlamına hiç bir zaman gelmedi.

Ülkenin kaderini hem Kabil’deki hem de Kabil’deki yönetimle aşiretler arasındaki iktidar savaşları belirledi.

Kabil ile aşiretler arasındaki iktidar savaşlarının temel çatışma konusu ise merkezi otoritenin modernleşme, merkezileşme ve Batılılaşma adımlarıydı.

Bu yüzden Afganistan dünyada mevcut durumu “bir Atatürkleri yoktu” ile açıklanabilecek belki en son ülke.

Çünkü Afganistan’ı son 120 yıllık tarihinin ilk 80 yılında Atatürk kadar yetenekli olmayan ama Atatürk gibi radikal modernleştirici liderler yönettiler.

Hatta üçünün rol modeli bizzat Atatürk’tü.

Hatta bu öykünmenin başlangıcı 19. yüzyıla kadar götürülebilir.

Afganistan’ın modernleşme ve Batılılaşma tarihi, Türkiye’nin modernleşme tarihiyle neredeyse benzer zamanlarda başladı.

19. yüzyılda Afgan kralları da Osmanlı padişahları gibi modern-merkezi devlet için reformlara girişmişlerdi.

Hatta yeni fikirlerin kaynakları ve tartışmalar bile aynıydı.

Yeni Osmanlıların en çok etkilendikleri isimlerden Cemalettin Afgani, İstanbul’a gelmeden önce Afgan kralları Dost Muhammed ve Muhammed Azam’ın danışmanlığını yapmıştı.

Afgan modernleşmesinin, Afgan milliyetçiliğinin fikir babası olan Mahmud Tarzi ise 35 yaşına kadar Osmanlı’da yaşamış, bütün fikri formasyonunu Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler içinde edinmiş bir entelektüeldi.

1901’de kuzeni olan Habibullah Han tahta oturunca, Afganistan’a dönüp ona danışmanlık yapmış, Genç Afganlar hareketini kurmuş, Kral’ın onu başına getirdiği tercüme odasında Türk modernleşmesinin eserlerini, romanlarını çevirtip yayınlatmış, gazetesi Batı modernleşmesinin ülkedeki sözcüsü haline gelmişti.

Onun fikirlerinin etkisi altındaki Kral Habibullah, 1919’da bir av seyahati sırasında çadırında öldürülene kadar 18 yıllık iktidarı boyunca modernleşmeci ve Batıcı bir programı izledi. Kız öğrencilerin de devam edebileceği okullar açtı. Ordu ve bürokrasiyi modernleştirmek için aralarında Cemal Paşa’nın da olduğu Türkiye’den davet ettiği isimlerden danışmanlık aldı.

Bizzat kendi hayat tarzı da gayet Batılıydı,  içkiye ve kadınlara düşkünlüğü yüzünden halkın da tepkisini çekmişti.

Muhtemelen yine küresel güç mücadeleleri nedeniyle öldürülmesinden sonra yerine gelen oğlu Emanullah Han ise Afganistan’ın bir nevi Atatürk’ü sayılabilir.

Üçüncü İngiliz-Afgan savaşında İngilizlerin yenilip ülkenin bağımsızlığına kavuşmasından sonra tahta oturan Emanullah Han sadece Atatürk’e benzemiyordu, bizzat rol modeli Atatürk’tü.

O da babası gibisi, daha sonra kendisine Atatürk’ü rehber olarak alacak Mahmud Tarzi’nin etkisi altındaydı. Tarzi’nin kızı Süreyya ile evlenmişti, yine Mahmud Tarzi’nin katkılarıyla 1923’de din ve devlet işlerini birbirinden ayıran ülkenin ilk anayasasını yaptı.

Ülkenin bayrağına Osmanlı’da da kullanılan sekiz köşeli yıldız konuldu.

10 yıllık iktidarı boyunca hayata geçirmeye çalıştığı inkılaplar da birebir Türkiye’dekilerin kopyasıydı.

Kadınlara burkayı ve peçeyi yasaklamış, insanların giyecek kıyafeti olmadığı ülkede erkeklere ceket, pantolon, kravat giyme zorunluluğu getirmiş, tatil gününü cumadan perşembeye çekmiş, mollaların devlette görev almasını, askerlerin tarikatlara gitmesini yasaklamış, okullarda ders verecek mollalara diploma zorunluluğu getirmiş, Batılı metrik sisteme geçmiş, okullar açmış, eğitimi zorunlu yapmış, 500 bin kölenin olduğu ülkede köleliği yasaklamıştı. Özellikle kadınlarla ilgili reformlarda eşi Süreyya da öncü bir rol oynamıştı.

Radikal reformların gazına ise 1927’de çıktığı Avrupa turundan sonra basmıştı. Tabii ki turun en çok etkilendiği durağı Atatürk’le ve onun başardıklarıyla karşılaştığı Türkiye’ydi. Hatta Bilal Şimşir’in kitabına göre Atatürk, Emanullah Han’ı reformlarda fazla hızlı gittiği için uyarmıştı.

Avrupa turu boyunca başı açık kıyafetlerle dolaşan Süreyya’nın balolarda çekilmiş fotoğrafları ülkede isyana neden olmuştu.

Hatta bu fotoğrafları Emanullah Han’ı sevmeyen İngilizlerin uçaklarla Afganistan’ın taşrasına attığı söylenir.

Ama ülkeye döndüklerinde bu tepkilere rağmen Emanullah Han Türkiye’de ve Avrupa’da gördüklerini bir an önce Afganistan’da da hayata geçirmeye çalıştı. Eşi Süreyya kalabalığın önünde üzerindeki çadoru çıkarıp attı ve başını bir daha da örtmedi.

Emanullah Han, Avrupa gezisi sırasında gittiği Weimar Almanyası bayrağından etkilenerek ülkenin bayrağını üç renkli bayrağa çevirdi.

1928 yılında Afganistan’ı ziyaret bir İngiliz gördükleri karşısında çok şaşırmıştı:

“Afganistan modern bir devlet haline geliyor. Yeni yollar yapıldı. İyi eğitilmiş bir orduları var. Mükemmel okullar var. Metrik sistem yakın zamanda kabul edildi. Asya’nın merkezinde neredeyse yeni bir ülke doğuyor – ya da en azından eski ülke başkalaşıyor.”

Bu metamorfoz yurtdışından bir başarı hikayesi olarak görünüyordu ama ülke içinde isyana neden oldu.

İktidarını korumak isteyen Emanullah Han, tepkiler yüzünden reformları geri aldı ama bu adımlar başını açan karısını boşamasını, reformların fikir babası kayınpederi Mahmud Tarzi’yi hapse atmasını isteyen zamanın Taliban’ı Beççe-i Saka’nın Kabil’e yürüyüşünü durdurmaya yetmedi ve Emanullah Han ülkeden kaçtı.

Kabil’de bir meydanda asılarak biten Beççe-i Saka reisi Habibullah’ın kısa ve zorba yönetimi sonrası kraliyet ailesinden Nadir Han iktidarı devraldı.

Şah unvanını alıp, şeriatı yeniden ilan etti, peçe ve çador yasağını kaldırdı. Sert reformlardan uzak durdu, eğitim, sağlık alanlarında modernleşme adımları attı. Bunlar için yine Türkiye’den yardım aldı.

Nadir Şah, 1933’de rakip kraliyet ailesinin oğlu tarafından öldürülünce yerine oğlu Muhammed Zahir Şah oturdu. Ülkenin bayrağı bir kez daha değişti

1933-73 arasında Afganistan’ı en uzun süre yöneten kral olan Zahir Şah da Atatürk Türkiyesi ile  yakın ilişkiler kurdu.

İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kaldı, soğuk savaş yıllarında ABD ve SSCB arasında bir denge siyaseti güttü. Türkiye Afganistan’ın BM’ye katılmasına destek verdi.

İlk havayolu şirketi, ilk banka, ilk üniversite kuruldu. Yollar, köprüler yapıldı.

1950’de Kabil Üniversitesi’ne ilk kız öğrenciler kabul edildi.

Özellikle 1953’de Başbakanlığa getirdiği, kuzeni ve kayınbiraderi olan Muhammed Davut Han, kadın hakları konusunda ciddi adımlar atılmasını sağladı.

Bunu yaparken El Ezher’den hocalarla işbirliği yaptı, ikna edici olmaya çalıştı. Kadınlar önce devlet radyosunda, sonra fabrikalarda çalışmaya başladılar.

En radikal adım ise 1959 yılında, 1919’da Üçüncü Afgan-İngiliz savaşında kazanılan zaferin 40. yıl kutlama töreninde atıldı. Resmi geçit törenine Kral Zahir Şah’ın eşi Kraliçe Hümeyra, kızı Prenses Begüm ve Kraliçe’nin kız kardeşi olan Başbakan’ın eşi Zamina Begüm başörtüsüz olarak katıldılar.

Din adamları ayağa kalktı, Başbakan’a kınama mektubu gönderdi. Başbakan Davut, din adamlarını davet ederek, Kuran’da burkanın yerini göstermelerini istedi.

Din adamlarının Kuran’da yerini gösteremediğini söyleyen Başbakan, bundan sonra Kraliyet ailesi mensubu kadınların başlarını kapatmayacağını duyurdu ama burkayı yasaklayan bir karar da almadı.

Kraliçe ve Başbakan’ın eşinin açılmasını diğer üst düzey siyasetçi ve bürokratların eşleri izledi.

1963 Başbakan Davut’u görevden alan  Kral Zahir Şah, denge siyasetinde Batı’ya doğru açılmak için ülkeyi meşruti demokrasiye geçiren 1964 Anayasa’nı ilan etti.

Girişinde “İnsanlık ailesinin üyesi bir Afganistan”dan  “insan haysiyeti ve özgürlüklerinden bahsedilen” bu modern anayasa ABD’de eğitim almış uzmanlar tarafından yazılmıştı.  

Anayasayla kraliyet ailesi üyeleri kamu görevlerinden çekildi. Partilerin kurulup, serbest seçimlere izin verildi, ifade hürriyeti gibi temel insan hakları güvence altına alındı, kadınlara seçme ve seçilme hakkının da olduğu haklar verildi.

Afganistan o yıllarda Batı için Asya’da Sovyetlerin yanı başında bir müttefik ve başarı hikayesiydi.

1969 Aralık ayında ünlü Amerikalı moda dergisi Vogue, “Afgan Macerası” kapağı  ile çıkmıştı.

Kalabalık bir dergi ekibi bugünlerde insanların uçaklara tırmanıp kaçmaya çalıştığı Kabil Havalimanı’na inmiş, bütün Afganistan’ı dolaşıp Afgan modellerin üzerindeki, Afgan modacıların tasarımlarının fotoğraflarını çekmişti.

Afgan Macerası adlı kapağın yıldızı ise yarattığı etnik tasarımlarla Kabil’den bütün dünyaya ürünler satan genç modacı Safiye Terzi’ydi.

Aslında 1960’ların Afganistan’ı da Vogue kapaklarından ya da Anayasası’nda göründüğü gibi değildi.

Yine de 1933-73 arası Afganistan’ın için son yüzyıldaki en istikrarlı dönemiydi.

Her ne kadar Kabil sınırlarını çok aşamasa da hem demokrasi hem de modernleşme yolunda adımlar atılmıştı.

Bu istikrarlı dönemi bitirip, kaosu başlatan ise tuhaf bir şekilde Cumhuriyet’in ilanı oldu.

1973 yılında, Muhammed Zahir Şah’ın 10 yıl önce görevden aldığı, kuzeni ve kayınbiraderi olan Davut Han, Kral’ın yurtdışında olduğu bir anda kansız bir darbeyle yönetimi ele geçirip, Afganistan Cumhuriyeti’ni ilan etti.

Kendisi de saltanat ailesinden gelmesine rağmen kendisine şah değil, devlet başkanı dedi. Tek parti rejimine geçti.

Ülkenin bayrağını ve adını bir kez daha değiştiren Davut’un iktidarını üç gün sonra tanıyan ilk ülke SSCB oldu.

Çünkü Davut darbeyi ordu içinde gizli örgütlenmiş komünist bir cuntanın desteğiyle yapmıştı.

İşte burada Afganistan’ın bundan sonraki tarihini kökten değiştirecek, bütün dengeleri bozacak bir parti çıkıyor karşımıza: Afganistan Demokratik Halk Partisi (PDPA).

Adında komünist kelimesi geçmese de doğrundan Sovyetler çizgisinde, Moskova’ya bağlı bir partiydi PDPA.

Ve parti birbirileriyle kanlı bıçaklı olan iki fraksiyondan oluşuyordu: Perçem (Bayrak) ve Halk.

İkisi de adlarını aynı adlı iki gazeteden alıyordu.

1966 yılında Halk gazetesini kapayan Kral Zahir Şah, bir yıl sonra Perçem gazetesinin çıkmasına izin verince, Halk fraksiyonundakiler, Perçem fraksiyondakileri işbirlikçilikle suçlamıştı.

Nur Muhammed Terakki ve Hafizullah Emin’in liderliğini yaptığı Halk klasik proleter devrimi savunuyordu, Peştun ağırlıklıydı. 

Ama bir kaç fabrikanın olduğu Afganistan’da ortada ne devrim yapacak bir proleterya, ne de iktidara gelebilecek sayıda komünist vardı.

Babrak Karmal’in liderliğindeki Perçem, buradan hareketle bizdeki MDD’ye benzer bir ilerici darbeyi savunuyordu. Dar bir entelektüel ve askeri bürokratik çevrede örgütlenmiş Perçem şehirlerde yaşayan daha çok memur olan Taciklere dayanıyordu.

PDPA’nın devrimden kısa bir süre önce bile üye sayısı 5000’den azdı. 1969 seçimlerinde sadece iki sandalye kazanmışlardı. Milletvekillerinden biri Perçem, diğeri Halk fraksiyonundandı.

Sürekli birbirlerini işbirlikçilik, karşı devrimcilik, ABD ajanlığıyla suçlayan bu iki vekil (Babrak Karmal ve Hafizullah Emin) seçildikten sonra bir daha konuşmamışlardı.

Birbirleriyle konuşmayan iki fraksiyon, Moskova’yla ise sürekli diyalog halindeydi.

Her iki fraksiyon da SSCB’nin Kabil’deki esas adamlarının kendileri olduğu iddiasındaydı.

Ordu içinde örgütlenmiş Perçem fraksiyonu, SSCB’nin siyasi ve istihbari desteğiyle 1973’te “Kızıl Prens” adını taktıkları Davut Han’ın darbesine destek verip, kurulan yeni Cumhuriyet’te iktidara ortak oldu.

Davut Han, başta İçişleri Bakanlığı olmak üzere, orduda önemli pozisyonları Perçem fraksiyonun kontrolüne bırakmıştı.

Bu dönemde anti-Komünist siyasetçilere yönelik suikastlar, mollalara karşı baskılar yoğunlaştı.

Daha sonra adlarını bütün dünyanın duyacağı din adamları Burhanettin Rabbani ve Gulbettin Hikmetyar, bu sırada Pakistan’a geçtiler ve Peşaver’deki meşhur medreseleri kurarak örgütlenmeye başladılar.

Davut Han ise denge siyaseti yanlısıydı. En çok sevdiği şeyin Amerikan sigarasını, Sovyet çakmağıyla yakmak olduğunu söylüyordu.

1975’e doğru Sovyet çizgisinden uzaklaşmaya başladı. ABD ve Şah İran’ıyla iyi ilişkiler kurmaya çalıştı. Bu Davut’a yatırım yapmış SSCB’yi ve ülke içindeki Sovyet uzantısı komünistleri kızdırdı.

1977’de Davut yeni bir anayasa ilan etti, İslam ve Sosyalizmi birleştiren bir ideolojiye sahip kendi partisini kurdu. Devletin adını, bayrağını ve marşını bir kere daha değiştirdi.

Darbe sırasında işbirliği yaptığı komünist PPDA taraftarlarına yönelik devlette büyük bir tasfiye başladı.

1978 yılında Perçem grubunun ideologlarından Mir Ekber Khyber bir suikast sonucu öldürüldü. Katili bulunamadı.

Cenazesi Davut karşıtı bir gösteriye döndü. Davut karşıtlığı Perçem ve Halk gruplarını birleştirmişti.

Davut, cenazeden sonra komünistlere yönelik büyük bir tutuklanma dalgası başlattı.

Tutuklananların çoğu ordu içindeki güçleri bilinen Perçem fraksiyonuna yönelikti. Perçem grubunun lideri Babrak Karmal SSCB’ye kaçtı. Halk fraksiyonunun lideri Nur Muhammed Taraki tutuklandı. Halk fraksiyonun iki numaralı ismi Hafizullah Emin ise ev hapsine alındı.

Davut, hayatının hatasını burada yaptı. Çünkü tecrübelerine dayanarak orduda Perçem grubunun örgütlü olduğunu zannediyordu halbuki devri iktidarında Halk fraksiyonu da orduda örgütlenmişti.

Ev hapsindeki Hafizullah Emin, oğlu aracılığıyla önce Moskova’dan onayı aldı, daha sonra Hava Kuvvetleri Komutanı olan komünist general Abdül Kadir’e darbenin talimatını iletti.

27 Nisan 1978 günü Kabil sokakları dolduran askerler ve silah sesleriyle uyandı. Askeri jetler Devlet Başkanlığı sarayını bombaladı. Devlet Başkanı Davut Han, ailesi ve yanındakilerle birlikte darbecilere direndi. Askerler saraya girdiklerinde Davut Han ile birlikte ailesi ve çevresinden 80 kişinin cesediyle karşılaştılar ve onları toplu mezara gömdüler.

Adını Fars takviminin ikinci ayı Sevr’den alan Sevr Darbesi ya da Devrimi ile komünistler yönetime el koydu.

Ülkenin adı ve bayrağı bir kez daha değişti. Demokratik Afganistan Cumhuriyeti ilan edildi.

Moskova’nın girişimleriyle Halk ve Perçem fraksiyonları birleşti.

Devrim Konseyi başkanı Halk fraksiyonu lideri Terakki, yardımcısı Perçem fraksiyonu lideri Karmal, Dışişleri Bakanı ise Amin oldu.

Ama üç ay sonra fraksiyon kavgaları yeniden başladı. Perçem grubunun darbe hazırlığı içinde olduğu ortaya çıkınca yeni tasfiye dalgası başladı. Karmal yurtdışına kaçtı.

Bu arada ülkenin bayrağı bir kere daha değiştirildi.

Perçemcilerden kurtulunca Kızıl bayrağın üzerine Halk fraksiyonun sembolü yerleştirilip yeni Afganistan bayrağı olarak kabul edildi.

Halk fraksiyonu devrimlerin gazına bastı. Üç kesim hedefdeydi; ‘Karşı devrimci’ Perçemciler, ‘gerici’ İslamcılar ve aşiretler…

Toprak reformu, peçe ve burka yasağı, kızlara zorunlu eğitim adımlarına karşı Mart 1979’da Herat da büyük bir ayaklanma başladı.

Afgan yönetimi ayaklanmaya karşı Sovyetlerden destek istedi ama Moskova, Kabil’deki komünistlerin Afgan toplumunun gerçekleriyle uyuşmayan radikal adımlar attığını düşünüyordu, destek vermedi. Bunun üzerine Kabil yönetimi Herat’ı karadan ve havadan bombaladı, 25 bin insan hayatını kaybetti.

Sertlik politikalarının arkasındaki isim rejimin iki numarası Hafizullah Emin’di.

Masasının üzerinde Stalin’in resmi duran Emin’in Sovyetlerden gelen yetkililer sertlik politikalarını eleştirince Stalin’e dönüp, “Yoldaş Stalin sosyalizmi nasıl kurduğunu göster bize” dediği söylenir.

Bu görüş ayrılıkları ikisi de Halk fraksiyonundan olan Terakki ve Emin’in karşı karşıya gelmesine neden oldu. Birbirlerini işbirlikçikle, karşı devrimcilikle suçluyorlardı. Her ikisi de Moskova’nın esas kendisinin arkasında olduğu iddiasındaydı.

Ama esas patron olan Moskova ise Emin’in artan gücünden rahatsızdı.

Pravda gazetesinde Emin’in Afganistan’ın yeni lideri olmaması gerektiğini söyleyen yazılar çıktı. Sovyet yetkililer Kabil ziyaretlerinde sadece Terakki ile görüşmeye başladılar.

Emin de buna tepki olarak o sıralarda artan Moskova-Pekin geriliminden yararlanarak Çin’e sıcak mesajlar göndermeye başladı.

Emin, çok içtiği ve çok yaşlı olduğunu söyleyerek Terakki’nin görevden istifasını istiyordu.

13 Eylül 1979 akşamı Terakki, Emin’i Başkanlık Sarayı’nda yemeğe çağırdı, yanında Sovyet yetkililer de vardı. Amin beraberindekilere saraya girdiğinde korumalar üzerlerine ateş açtılar. Yanındaki danışmanı öldürülen Emin, Savunma Bakanlığı’na kaçtı, orduya yönetime el koyma ve Terakki’yi tutuklama talimatı verdi.

Terakki tutuklandı. Sovyetler Terakki’ye zarar verilmemesini istedi. Emin, Brejnev’le görüştü. Görüşmeden onun çıkardığı sonuç Brejnev’in arkasında olduğu ve Terakki’yle ilgili kararı kendisine bıraktığıydı. 8 Ekim 1979’da 71 yaşındaki Terakki, eski yoldaşı Emin’in talimatıyla yastıkla boğularak öldürüldü. Gazeteler sağlık sorunları nedeniyle öldüğünü yazdılar.

Emin, Afganistan’ın başına geçti.

Kısa tek adam yönetiminde zamanında çok zulüm ettiği ülkedeki İslami çevrelerle ve aşiretlerle ilişkilerini düzeltmeye çalıştı

Sevr Devrimi’nin tamamen İslam’a uygun olduğunu iddia etti, herkese din özgürlüğü vaat etti, konuşmalarında sı sık Allah deyip, Kuran’dan örnekler verdi. Camileri tamir ettirip, Ulema’nın desteğini kazandı. Aşiretlerle ilişkileri düzeltmek için yerel kıyafetler giydi.

Ama içeride halkla ilişkilerini düzeltirken, dışarıda en büyük destekçisi Sovyetlerin onu gözden çıkardığının farkında değildi.

Terakki’nin öldürülmesinden çok rahatsız olan Brejnev, Emin’in devrilmesi talimatını vermişti.

Emin, üç aylık kısa iktidarında arkasında KGB olan suikast girişimi ve zehirleme girişimlerinden kurtuldu. Ama hala bu girişimlerin arkasında Sovyetlerin olduğu iddialarına katılmıyordu.

27 Aralık 1979 akşamı sarayda misafirleri için verdiği bir yemek sırasında birden masanın etrafındakiler tek tek bilinçlerini kaybedip düşmeye başladılar. Çoğunun ölümünü izledi. Onu zehirden kurtaran ise yemekle birlikte içtiği Coca Cola olmuştu.

Fakat hala bu işin arkasında Sovyetler olduğunu kabul etmek istemedi.

O gece Sovyet tankları Kabil’e girdi. Saraya giren askerlerin etrafa rastgale açtığı ateşte Emin ve ailesi öldürüldü.

Sabahında Kabil Radyosu’nda konuşan konuşmacı; “İşkence makinesi Emin’in yok edildiğini” açıkladı. Konuşan kişi sürgündeki Perçem grubunun lideri Babrak Karmal’di.

Sovyetler Afganistan’ı işgal ederek fraksiyon kavgasına girmişti. Sürgünden getirilen Babrak Karmal, yeni devlet başkanı oldu.

Gelir gelmez ülkenin bayrağını değiştirdi. Kızıl bayrağın üzerinden Halk fraksiyonun logosunu çıkarıp, Perçem fraksiyonun logosunu koydu.

Peki, Kabil’de olup bitenleri izleyen geri kalan Afganlar ne yaptı?

Komünistlerin ülkeyi soktuğu kaos, İslam’a ve geleneklere açtıkları savaş, aşiretlere yönelik baskıları, bitmeyen fraksiyon kavgaları sonunda ülkenin Sovyetler tarafından işgal edilmesi tabii ki Peşaver’deki İslamcıların prestijini ve gücünü artırdı.

İşgale karşı direnişin ideolojisi İslamcılık oldu.

İşgale karşı cihad burada örgütlendi.

Bunu yaparken de yanlarında başka bir süper gücü buldular: ABD.

ABD’nin Afganistan’daki Sovyet rejimine karşı operasyonun merkezi ise Nebraska’daki Nebraska Omaha Üniversitesi’ydi.

Bu üniversite bünyesinde 1972 yılında kurulan Afganistan Çalışmaları Merkezi, CIA’in Sovyetlere karşı Afgan operasyonlarının da merkezi haline geldi.

80’ler boyunca pek çok Afgan liderin yolu Nebraska’dan geçti.

Öyle ki Peşaver’deki okullarda okutulan kitaplar ve müfredat bu merkez tarafından hazırlanıp, basıldı.

Kitaplar Sovyetlere karşı cihad propagandasıyla doluydu. Çocuklar için hazırlanan kitaplarda bile C harfinde Cihad anlatılıyor, sayılar bıçak, silah, bombalarla öğretiliyordu.

Bu medreselerin talebelerinin kurduğu Taliban, UNO kitapları adı verilen ABD’de hazırlanan bu kitaplarla yetiştiler.

Daha sonra ABD, mücahitlere kitap dışında da malzemeler verdi: Stringer füzeleri, ağır silahlar…

Mücahit liderler bizzat 1985 yılında Reagan tarafından kabul edildi.

Bu arada reform yapan Sovyet destekli Necibullah rejimi de 1987’de ülkenin bayrağını bir kere daha değiştirdi, bayraktan kızıl yıldızı çıkardı.

9 yıl süren işgalde; mücahitler cephesinde 100 bin Afgan, 15 bin Sovyet askeri ve 18 bin Komünist yönetim yanlısı Afgan asker öldü.

1989’da Sovyet imparatorluğu da imparatorluklar mezarlığına gömülerek ülkeden çıkmak zorunda kaldı.

Ama bu zaferden sonra da mücahit gruplar arasında savaşlar başladı. 1992-1996 arası ülkenin adı bir kez, bayrağı üç kez daha değişti.

Bu savaşlar sırasında yine Peşaver’deki o medreselerden Taliban doğdu.

Taliban’ın 1996-2001 arasındaki yönetiminde ülke El Kaide’nin üstü haline geldi.  Taliban yönetimi sırasında da ülkenin adı bir kez ve bayrağı iki kez değişti.

Sonrası malum.

11 Eylül saldırıları, ABD’nin işgali, işgal kuvvetlerinin sivil katliamları, Taliban’ın sivil katliamları…

Son 20 yılı hepimizin gözü önünde oldu. 20 yıllık işgalin bilançosu da ağır: 50 bin Afgan sivil, 66 bin Afgan askeri, 52 bin Taliban militanı, 2448 ABD askeri, 1144 diğer NATO askeri, 71 gazeteci…

Ülke bu 20 yılda da altı kez daha bayrağını değiştirdi.

Yani karşımızda son 120 yılda 10 kez isim, 30 kez bayrak değiştirmiş, üç imparatorluğa karşı yüz elli yıldır sürekli savaş halinde olan, 20 ayrı millet, 40 ayrı dil konuşulan, yüzde 70’i hala kırsalda yaşayan, her şeyin Kabil’de olup bittiği, önce Rusya-İngiltere, sonra SSCB-ABD arasında sıkışmış, dış müdahalelerle dengesini kaybetmiş,  dünyada hiç bir yere benzemeyen, kimsenin ders çıkaramayacağı, hiç bir yerle kıyaslanamayacak bir ülke var.

Böyle zor bir ülkede radikal modernleşme deneyimleri Kabil ve bir kaç şehrin dışına çıkamadı, daha radikal modernleşme adımları geleneğin sert kayalarına çarptı, orduda örgütlenip darbeyle devrim yapan komünistlerin neden olduğu kaos ve işgal ülkedeki direnişin İslami rengini belirledi, ABD işgali ise bu rengin iyice koyulaşmasına neden oldu. Ve sonuç; Taliban…

Muhtemelen İranlı mollalar bile Taliban ve Afganistan’a bakınca Humeyni’ye İran Devrimi için dua ediyordur.

Atatürk’ün ve laikliğin değerini bilmek için Taliban’ı ve Afganistan’ı ibret-i alem olarak göstermeye gerek yok.

Yani karşımızda ibret-i alem çıkarıp, şükredeceğimiz değil, bu insanlar neler yaşamış böyle deyip üzülüp anlamaya çalışacağımız bir ülke var…

Serbestiyet-Yıldıray Oğur