9'uncu 'İstanbul Edebiyat Festivali’ne büyük ilgi

Bu yıl 9’uncusu düzenlenen ve gelenekselleşen İstanbul Edebiyat Festivali’nin, Sinema ve Edebiyat teması üzerine düzenlenen oturumları ilk günden büyük ilgiyle karşılandı.

ABONE OL
GİRİŞ 28.11.2017 15:59 GÜNCELLEME 28.11.2017 16:31 Edebiyat
9'uncu 'İstanbul Edebiyat Festivali’ne büyük ilgi

Gün boyunca art arda gerçekleşen 7 oturum, mekândan taşan bir dinleyici grubu tarafından takip edildi.

İhsan Kabil, Ali Ural ve Samed Karagöz’ün katıldığı ve TYB İstanbul Şube Başkanı Mahmut Bıyıklı tarafından yönetilen açılış oturumun genel hatlarıyla sinema ve edebiyat ilişkisi konuşuldu.

HER EDEBİ ESER ZİHNİMİZE BİR SİNEMA SAHNESİ KURAR

''Edebiyattan sinemaya geçişte her edebi eserde metinlerin yönetimin ikincisi okurdur. İki başlı bir hayal yönetimi sözkonusu. Bu yüzden de edebî eserlerin filme aktarılmasında hayal kırıklığı olabiliyor.'' diyen şair ve yazar Ali Ural, manevi dünyadan şiire, şiirden sinemaya uzanan serencamı özetleyerek her edebî eserlerin zihinlerde somutlaştığını ifade etti.

Sinemanın imkânlarının edebiyatla mukayese edilemeyeceğini anlatan yazar Samed Karagöz, İkisinin oluş biçimi arasında ciddi bir fark olduğunu belirterek, “Edebî eser tek başına bir kişinin eseridir. Sinema sözkonusu olduğu zaman yönetmenin öncülüğü olsa da bir senarist oyuncular teknik ekip var. İzleyicinin tahayyül gücü var. Edebi eser sözkonusu olduğu zaman bütün her şey onun tahayyül gücü üzerine oluyor.” dedi.

EDEBİYAT VAZGEÇİLMEZİM

TYB İstanbul Şube Başkan Yardımcısı, gazeteci yazar Bünyamin Yılmaz’ın yönettiği “Benim Filmlerim” oturumunda usta sinema yazarı Atilla Dorsay konuştu. Edebiyatla çocuk yaşta tanıştığını anlatan Dorsay, edebiyatla ilişkisinin hiç kesintiye uğramadan tüm hayatı boyunca devam ettiğini belirterek edebiyatımızdan sinemaya uyarlanan eserlerden söz etti ve arka plan hikâyelerini paylaştı. 

SİNEMANIN TOPLUMLA İLİŞKİSİ ÇOK GÜÇLÜ

“Edebiyat Uyarlamalarının Türk Sinemasını Geliştirdiği/Geliştireceği Saplantısı Üzerine Bazı Düşünceler” başlığı altında dikkat çekici bir konuşma yapan Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı, “Türkiye’de sinema ile uğraşanların dışında da sinemaya bakanlara baktığımızda edebiyatçıları ikinci planda kalmış gibi bir görünüm var. Sinema edebiyatın toplumla kurduğu ilişkiden daha güçlü bir ilişki kuruyor.” diyerek başarılı uyarlamaları hatırlattı ve senaryoların da belli ölçülerde edebî metin sayılabileceğini kaydetti.

FESTİVALLER FİLMLERDEN ÇOK FAZLASI

“Edebiyat ve Festivaller”in konuşulduğu oturumda ise, Elif Dağdeviren, Suat Köçer ve Kamil Koç konuşmacı olurken sinema yazarı Abdulhamit Güler oturumu yönetti. Elif Dağdeviren, festivallerin önceleri bir sosyal sorumluluk olarak yapıldığına ve günümüzde bunun değiştiğine dikkat çekerek, “Festivalde filmler, buzdağının görünen kısmı. Şehrin markalaşması ve sinemaya katkısı ise filmlerden daha büyük önem taşıyor. Artık iyi bir film festivali yapmak zor. Çünkü çok fazla festival yapılıyor. İyi filmleri, oyuncuları, yönetmenleri halk ile bir araya getirilince kazanımlar artıyor. Fikir alışverişi oluyor.” dedi.

DENGE ÖNEMLİ

Sinema ve edebiyat ilişkisi yeterince güçlü olmadığını ifade eden Suat Köçer, festival yapısını içerik ve saha olarak ikiye ayırdığını ifade etti. “İşi tamamen organizasyon ya da sanatsal bir içerik olarak ele almamalıyız. Denge önemli. Hedefi belli olmayan bir organizasyonu hiçbir ayağı dengede tutamaz. Festivale bir kimlik, konsept kazandırmak gerekiyor.” diyen Köçer, iyi bir festival için iyi bir ekip gerektiğinin altını çizdi.

SİNEMA POLİTİK GÜDÜMLE YÜRÜYOR

Boğaziçi film festivali kurucusu olan Kamil Koç, “Festivaller, meslek erbaplarının üretim yapan insanların kendi ürünlerini çarşıya çıkmadan önce tanıtıyor. Bir zanaatın kendi üreticileri tarafından iltifat alması anlamına geliyor. Türkiye Amerika’nın hâkimiyetini kabul edip kendini bulmaya çalışırsa sinemada ancak kendine yer bulabilir ama kültürel geçmişi değerleri buna izin vermiyor.” diyerek dünya sinemasının politik güdümle ilerlemesinden ötürü sinemamızın kimlik kazanması gerektiğine ilişkin düşüncelerini ifade etti.

GÖZ KÜLTÜRÜ

“Senaryo Bir Edebî Metin midir?” sorusunun sorulduğu oturumu Sinan Aşık yönetirken, Ahmet Turgut, Uğur Uzunok, Zafer Acar ve Mehmet Uyar konuşmacı olarak yer aldı. Sinema ve televizyon geçmişi üzerine bilgiler veren Ahmet Turgut, edebî metinlerden yapılan uyarlamaların hiçbir zaman edebî tadı yakalayamayacağını dile getirerek edebî metinlerin doğrudan zihin ve gönül dünyasına hitap ettiğini, sinemanın ise göz kültürü olduğunu belirtti.

SENARYO SANATTIR

Zafer Acar, metinlerin, ülkelerin, anlamların birbirini istila ettiği bir dönemde yaşadığımıza dikkat çekerek, “Metinlerin sınırları da ortadan kalktı. Roman mı öykü mü şiir mi olduğunu ayırt etmekte güçlük yaşıyoruz. Öncelikle metnin ne olduğunu anlamak lazım. Modern zamanın türlerini modern zamanın kuramları ile algılamalıyız. İnsanın kendisi de bir metindir. Senaryo; halk tarafından ilgi gördüyse, eleştirmen tarafından olumlu eleştiri aldıysa, ödül aldıysa (bu olmasa da olur) başarılı diyebiliriz.” dedi ve senaryonun da edebî metin sayılabileceğini ifade etti.

FİLMLERİN ŞİİRSELLİĞİ

Payitaht Abdülhamit ve Kurtlar Vadisi’nde senaryo yazarlığı yapan Uğur Uzunok, edebiyatla çok yakın ilişkisi olduğunu, edebî iddia ile üretilen metinlerin bile edebî değerinin sorgulanması gereken bir zamanda senaryonun edebî metin olarak değerlendirilmesinin mahsuru olmayacağını anlattı. “Her film edebî değildir. Dünya sinemasında bu sahaya girecek az film vardır.” diyen Uzunok, Tarkovsky filmlerinin şiirselliğinden detaylar aktardı.

SİNEMA TEFEKKÜR ARACI

''Sinema, Edebiyat, Felsefe'' başlıklı oturumda konuşan sosyolog Enver Gülşen, film edebiyat ilişkilerinde uyarlama söz konusu olduğunda, doğal olarak tamamen edebiyat zemininde kalması mümkün olamayacağını, kalırsa da başarısız bir iş olacağını dile getirdi. “Dilden firar eden bir sanatın tamamen dile bağlı bir sanatla ilişkisi uyumsuzdur. Ortak bir zeminde bir araya getirilmelidir. İmgelerle düşünmenin verdiği 2500 yıllık aradan sonra sinema yine eski bilgelerin düşünme biçimlerini gün yüzüne getirmesiyle önemlidir.” diyen Gülşen, sinemayı bir tefekkür aracı olarak kullanmak mecburiyetinde olduğumuzu dile getirdi.

BELGESELİ ÇEKİLMELİ

Gün Son oturumunda Ayşe Şasa ve Bülent Oran yâd edildi. Toplantıyı şair ve yazar Recep Garip yönetirken Rabia Brodbeck ve Celal Fedai konuşmacı olarak yer aldı. “Ayşe benim can arkadaşımdı. Eşsizdi, biricikti, dünyada onun gibi bir insan tanımadım. 15 Temmuz’u yaşarken Ayşe Şasa’nın hayatta olmasını çok istedim.” diyen Rabia Brodbeck, Ayşe Şasa ile ilgili bir belgesel çekilmesi gerektiğini belirtirken kendisiyle olan hatıralarından bahsederken duygulu anlar yaşadı. Celal Fedai, “Acaba Ayşe Hanım’ı tanıyanlar onun irtifasına yaklaşabilecek mi?” sorusunu sorarak,  Ayşe Şasa’nın hayatına önemli bir katkı sunduğunu, düşünce konusunda derinlikli noktalara taşıdığını belirtti ve “Devasa bir kişinin hayatındaki hengâmeye bakıp kendinize onu ölçü hissediyorsunuz, onun sizi tartması ve eksiklerinizi söylemesi size muazzam bir imkân veriyor.” dedi.