Yavuz'dan evlilik ve sevgililik tarifi

Sonbahar ve aşk ikilisinin 'bitiş' üzerine kurulduğunu söyleyen şair Hilmi Yavuz, aşk, sonbahar üzerine konuştu. Yavuz'a göre, sevgililik ve evlilik birbirinden çok farklı iki oyun.

ABONE OL
GİRİŞ 18.09.2011 12:16 GÜNCELLEME 18.09.2011 12:16 Edebiyat
Yavuz'dan evlilik ve sevgililik tarifi

Dinç Çoban'ın röpartajı

Sonbahar ve aşk ikilisinin 'bitiş' üzerine kurulduğunu söyleyen şair Hilmi Yavuz'a göre, sevgililik ve evlilik birbirinden çok farklı iki oyun. Birinin bittiği noktada diğerinin kurallarının geçerli olduğunu söyleyen Yavuz, şairlerin de düşünüldüğü kadar romantik olmadığını savunuyor.

Yaklaşık iki haftadır sosyal medyada rastladığım melankolik ayrılık mesajlarının peşine düşünce suçluyu buldum; Sonbahar.

Sonrasında hem aşkı, hem ayrılığı hem de bu yaranın müsebbibi sonbaharı kiminle konuşurum diye düşünürken önce unutulmaz 'Eylül' şiiri, sonra Hilmi Yavuz geldi aklıma. Konuşup, randevulaştık. Taksim'de buluştuk. İstanbul'un kalabalığında kalmış gözlüğünün ardında kalan engin ve güleç yüzüyle karşıladı bizi. Sultanahmet'te güzel bir ortamda söyleşelim telaşıyla yaptığımız organizasyon İstanbul trafiğine takıldığında bile asmadı suratını. Hep güldü. Oysa ne çetin kavgalardan biliriz adını, ne sert işlerden...

Yeni bir şey daha öğrendik hayattan; çatışarak da büyürmüş gülüşü insanın...

İşte şair Hilmi Yavuz'la aşk, sonbahar, dün ve bugün üzerine yaptığımız sohbetten aklımızda kalanlar.

- Sonbahar geldi, sanki aşktan vazgeçilmişlik başladı. Siz ne düşünüyorsunuz aşk ve sonbahar ilişkisi için?

Sonbaharı iki türlü alımlamak lazım. Bunlardan biri şairlerin alımladığı biçimdir. Baudelaire'in deyimiyle söylemek gerekirse, yaşlılık ve fikirlerin sonbaharına gelmiş olmak gibi bir anlam taşır. Sonbaharın insanın yaşamında belli bir sona yaklaşmakta olduğunu işaret ediyor olması gibi bir durum söz konusu. Sonbaharla aşk arasında eğer bir ilişki kurmak söz konusu olacaksa, bu ilişki sonbaharın bir ayrılık mevsimi olması düşünüldüğünde bir anlam kazanır. Yaz aşkları vardır ve genellikle sonbaharda biter. Sonbaharda başlayan bir şey yoktur. Ya da biz sonbaharı hep bitiş mevsimi olarak algılarız. Ölüm gibi, ayrılık gibi bitişle ilişkilendireceğimiz ne varsa sanki sonbahara aitmiş gibi düşünürüz. Bir başlangıç mevsimi değildir sonbahar. Yani sonuç olarak sonbahar eğer aşkla ilişkilendirilecekse doğrudan doğruya bir aşkın bitişini, yaşanmış yaz aşklarının bitişini işaret eder.

SÜREKLİ AŞIK BİRİ DEĞİLİM

- Sizin için de hep böyle mi olmuştur? Sizin gözlemleriniz mi?

Hayır, ben kendi gözlemlerimi değil de daha çok benden önceki edebiyatçıların kendi gözlemlerine dayanarak yaptıkları yorumları aktarmayı tercih ettim.

- Peki, sizin aşkla ilişkiniz nasıldır?

Şairler genellikle sürekli aşık olan, romantik kimlikler diye bilinir. Doğrusu ben sürekli aşık olan romantik biri değilim. O yüzden kendi deneyimimden yola çıkarak söylersem eğer; genel olarak kabul edilmiş o şair imajıyla bire bir örtüşen bir şair değilim. Yani yaşantımın şiirle olan ilişkisi doğrudan değil dolaylıdır her zaman.

- Hiç mi etkisi yoktur?

Olmaz olur mu vardır elbette. Ama yüzdesini bilemem. Benim söyleyebileceğim, şiirle yaşantı arasındaki bir ilişkinin zorunlu ve doğrudan bir ilişki olduğudur. Yani şair mutlaka aşık olduğu zaman şiir yazar diye bir kural yok. Mesela ben bir şair tanıyorum, 'en güzel aşk şiirlerimi aşık olmadığım zaman yazdım' demiştir. Bu çelişkiymiş gibi görünse de değil.

- Aşkın yokluğu üzerine mi?

Bilmiyorum. Bunun yorumunu yapmak istemem ama ısrarla söyleyebileceğim tek şudur ki; şiirle yaşantı arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Yanlış anlaşılmasın 'hiç yoktur' demiyorum. Direkt bir ilişki olmadığını söylüyorum. Şiir yazma haleti ruhiyesi diye bir ruh durumu var. Aşkın içinde olup onun etkisiyle yazmak hüzünlenip onun etkisiyle yazmak değildir. Mesela şairler duygulu, ince, romantik, hassas diye tanımlanır ya, ben de diyorum ki bütün bunlar şairin vasıfları değildir. Benim tanıdığım çok kaba saba adamlar vardır mesela. Adlarını vermeyeyim çok değerli Türk şairleridir bunlar.

- Evli misiniz?

Değilim. Ama iki defa evlendim, ayrıldım.

- Peki sizce aşk ve evlilik birbirini besler mi, körler mi?

Ben yine kendi deneyimimle değil de çevremde olup bitenlerden hareketle anlatayım. Evlilikle sevgililik dönemi arasında radikal biçimde fark var. Sevgililik döneminde özenilen, dikkat edilen bazı şeyler evlilik döneminde unutuluyor. Mesela sevgilinizin doğum gününü asla unutmazsınız ama eşinizin doğum gününü unutabilirsiniz. Sevgilinizle birlikte olduğunuzda giyiminize kuşamınıza, tıraşınıza saçınıza bakarsınız. Oysa evlilikte bunlar genelde önemsenmez. Neden diye sorarsanız. Evlilik ve sevgililik iki ayrı oyun gibidir. Futbolla basketbol gibi. Biri elle, öbürü ayakla oynanır.

- Yani ikisini birbirine karıştırmayacak mıyız?

Bence karıştırmamak gerekir. Ya da oyunları, kuralları bilerek oynamak gerekir.

- Kuralını koyduğunuz zaman onun adı aşk mı olur?

Sevgililik döneminde sevgililiğin kurallarıyla oynarsanız o sevgililik ya da aşk adını ne koyuyorsanız, o sürer.

- O zaman aşık olunca evlenmeyecek miyiz?

Ben sevgililik sürecini devam ettirmek için evlenmesinler demiyorum. Evlenebilirler ama oyunu kurallarına göre oynamaları gerekir. Ayrıca ben teorik konuşuyorum, pratiğe girmiyorum. Herkesin pratiği ayrı.

- Ya sevgilimiz, 'Yeter artık evlenelim' derse ne yapacağız?

Bu noktadan itibaren yeni oyunun kurallarına adapte olmak gerekiyor. Yani bir önceki oyundan çıkıp, başka bir oyuna dahil olacaksınız.

- Siz iki kere çıkmışsınız o oyundan. Neden?

Oyunu kurallarına göre oynayamam.

- Mesela?

Mesela evlilikte bir şeyi tek başınıza yapmamalısınız. Sevgililikte böyle bir durum yok.

- Yeni bir oyuna girmiş gibi misiniz?

Nasıl yani?

- Başka bir oyuna girmiş olmuyor musunuz? Evlilik oyunundan çıkıp aşk oyununa dönmediniz mi?

Bilmem döndün mü?

- Onu size sordum işte

Ben de sana sordum...

- Yeni bir oyun var mı hayatınızda, olabilir mi?

Olabilir bilmiyorum. Olabilir de olmayabilir de.

- Ben bu durumdan bir aşk içinde olduğunuzu anladım...

Nasıl anladın bunu?

- Kendi cümlelerinizden...

Ben böyle bir şey söylemedim ama...

Ben 'olabilir' dedim. Ama 'olmayabilir' de dedim.

- Kesin bir durum yok yani...

Hayır, hiçbir şeyin kesinliği yoktur.

- Kesinlik yoktur ama niyet vardır.

Bunlar çok özel konular...

SEYHAN OĞLUM GİBİYDİ

- Zaman Gazetesi'ndeki köşenizde Seyhan Erözçelik'le ilgili yazınızı okudum, çok üzülmüşsünüz...

Oğullarım, Seyhan'ın ölüm haberini, 'Seyhan Abim öldü' diye verdiler. Bizimkisi baba-oğul ilişkisi gibiydi gerçekten. Bir babaya nasıl şımarılırsa Seyhan da o kadar şımarırdı bana. Ya da bir babaya ne kadar karşı çıkılırsa o kadar karşı çıkmıştı.

- Hep böyle mi olur ilişkileriniz sevdiğiniz insanlarla?

Evet, yakınımda olan genç arkadaşlarımızla ilişkimiz böyledir. Bunların çoğu zaten benim öğrencim olmuştur. Bu insanlarla benim ilişkilerim hep evlat ilişkisidir. İki tane oğlum var Ali ve Ömer. Biyolojik babalarıyım onların. Benim kromozomlarımı taşıyorlar. Ama onun yanı sıra tıpkı toplumsal cinsiyet gibi toplumsal babalık gibi de bir şey olduğunu düşünüyorum.

- Bir yazınızda şairlerin birbirleri hakkında kötü konuştuklarını yazdınız. Bu niye böyledir?

Bunun psikolojisini bilmem ama kimileri, 'sanatçıların egoları yüksektir' diye izah ediyor. Kendilerinden başka kimseyi bilmezler aslında. Necip Fazıl'a birisi, 'Dünyanın en büyük iki şairi' demiş, rahmetli, 'Diğeri kim?' diye sormuş. Herkes kendi semasında tek yıldız olmak istiyor. Rahmetli Cemil Meriç'in İbn-i Haldun için söylediği bir sözdür. Egosu olsun ya da olmasın bir şairin başka bir şair için iyi şeyler söylemesi kural dışıdır. İyi şeyler söyleyen varsa onların içtenliğinden kuşkulanırım.

- Bu söylediğiniz hiç de yapıcı durmuyor ama.

Öyle ama oyunun kuralı bu. Mesele ego meselesi değil.

- Kurulan bir oyunda olmak rahatsız etmiyor mu sizi?

Kural bu. Ama şunu da düzelteyim, bir şair başka bir şair için iyi şeyler söylüyorsa bunun içtenliğinden şüphe ederim diyorum. Bu genel kuraldır ama istisnalar hep vardır.

- En beğendiğiz şair kim?

En beğendiğim şair Hilmi Yavuz. Başka türlü bir cevap samimi olmaz. Ben de kendi semamın tek yıldızıyım.

- O zaman ortalık yıldızdan geçilmiyor olmayacak mı?

Kesinlikle doğru. Geçilmiyor. Geçilmesin de zaten. Ben kendi semamın içinde çok mutluyum.

- Peki okurla ilişkiniz nasıl?

Benim için önemli olan nitelikli okurdur. Nitelikli okur satın alacağı kitabı kendi donanımıyla seçen insandır. Niteliksiz okur ise ya komşuda beğenmiştir ya da televizyonda görmüştür. Benim şiir kitaplarım Yahya Kemal'in, Behçet Necatigil'in, Edip Cansever'in kitaplarının yanındaysa mutlu olurum. Ama Türk edebiyatında asla yeri olmayan şairlerin CD' leri veya kitaplarıyla yan yanaysa o zaman nerede hata yaptığımı düşünürüm.

- Kimler mesela?

Niye söyleyeyim. Adam kendisi bunun farkında olmalı.

- Hiç beğendiğiniz şair yok mu?

Türk şiiri hem Batı'nın müktesebatını hem de bizim kendi müktesebatımızı konu edinmeli. Buna ben sahih şiiri diyorum. Neden 'sahih şiir', çünkü ülke tarihiyle şiir arasında bir ilişki kurulmuş oluyor. Bu doğrultuda yazan genç insanlar var onları önemsiyorum ve Türk şiirinin bu yoldan devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Mesela Vural Bahadır Bayrıl, Osman Hakan, Ali Gün, Aydın Afacan, Ercan Yılmaz, Can Bahadır. Beğeniyorum ve adlarını da söylüyorum. Çünkü doğru bir iş yapıyorlar. Geleceğe kalmanın bir gerekçesi vardır. 'Bu adam geleceğe kalacaktır çünkü...' işte bu 'çünkü'den sonrasını doldurabiliyorlarsa rahat, dolduramıyorlarsa onların bileceği iş.

- 'Hilmi Yavuz geleceğe kalacaktır çünkü' dersem cümleyi nasıl tamamlarsınız?

'Çünkü kendi entelektüel tarihini doğru temsil eden bir şiir yazıyor da ondan' derim.

- Kavgalı olduğunuz şair var mı

Çok.

- Şiir yüzünden mi kavga ettiniz yoksa ideolojik mi?

İdeolojik değil. Benimle ideolojik kavga etmek isteyenler oldu ama ben onlara yüz vermedim. Benim meselem şiirin şiir dışında, kişisel çıkarlar için kullanılmasıyladır.

- Şiir kişisel çıkarlar için nasıl kullanılabilir ki?

İsim vermeyeceğim ama herkes anlayacak. Şiiri, kendisini belli birtakım gruplar ya da daha açık söyleyeyim cemaatler nezdinde itibarlı kılabilmek için yazan insanlar var. Bu adam geçmişte komünist, dün Müslüman, bugün de milliyetçi oldu.

- İnsan değişmez mi?

Değişebilir elbette ama benim itiraz nedenim, bu işlerin cemaatlerde itibar kazanmak için yapılıyor olmasında. Geçenlerde bir arkadaşım, 'Faşist şair olmaz mı?' diye sordu. Tabii olur...

- Olur mu gerçekten?

Onaylamıyorum, faşistleri kınarım elbette ama oluyor işte. Adamın bir düşüncesi var. Ama bu öyle değil ki. Bu arkadaş Türkiye'de ettiği saçma sapan laflar üzerinden medyada itibar görüyor. Benim itirazımın tepe noktası da işte bu çıkarcılık.

SAĞLAM VÜCUT SAĞLAM KAFADA BULUNUR

- Miladı kendinizi şair hissettiğiniz günden itibaren alırsak, yaşadığınız değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz.

Ben 75 yaşındayım. Selim Sırrı Tarcan'ın 'Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur' diye bir formülasyonu var. Ben tam tersini düşünüyorum, bence sağlam vücut, sağlam kafada bulunur. Benim şiirle olan ilişkim rahmetli babamın evde yüksek sesle şiir okumasıyla başlar. Okuduğu şiirler Osmanlı şiiriydi dolayısıyla benim o yaşlarda bunları anlamam mümkün değildi ama kulağımda sesi kalıyordu. Benim üzerimde müspet etkileri oldu. Yıl 1943. Elektrik yok, gaz lambası var. 'Otur bakalım, sana mektepte öğretilmeyenleri öğreteceğim' dedi. Böyle böyle divan şiirini de öğrendim. İlk şiirimi 1952 yılında, lise ikinci sınıftayken bir gün rahmetli Behçet Necatigil hocama verdi. O da cebine koydu. İki gün sonra beni yanına çağırıp, 'Şiiri sen mi yazdın?' dedi. 'Ben yazdım' deyince, 'Dönüm'de yayımlansın dedi'. Sabahların Türküsü şiirim ilk o zaman yayımlandı okul dergisinde. O zamandan buraya geldik.

- Sizin 'İnançsız' diye de bir şiiriniz vardı. Geldiğiniz noktada arkasında mısınız o şiirin?

Ben bütün şiirlerimin arkasındayım. İnançsız'ın arkasında durduğum gibi 'Kaab ile Hırka' adlı şiirimin de arkasındayım. Benim büyük bir talihim var. O da şudur benim şimdiye kadar 13 şiir kitabım yayımlandı hiçbirinde bir ittifak yoktur.

- Bunu bir tutarsızlık ya da çelişki olarak görmüyor musunuz?

Aksine çok güzel buluyor ve bunu sevinçle söylüyorum. Mesela bir okur Yaz Şiirleri'ni, bir diğeri Akşam Şiirleri'ni beğeniyor. Dolayısıyla bir konsensüs yok. Konsensüs olmaması çok güzel. Mesela Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın 100'e yakın şiir kitabı var. Ama kime sorarsan Fazıl Hüsnü için bir tek kitap söyleyecektir: Çocuk ve Allah.

Adamın 90 tane kitabı var. 89'u konusunda hiç kimsenin en küçük bir fikri yok. Sadece bir tek kitap...

- İdeolojik savrulma getirmez mi bu?

12 Eylül'den önce 'Bedrettin Üzerine Şiirler'i yazdım. Doğu Şiirleri'ni yazdım ve Mustafa Suphi üzerine şiirler yazdım. 12 Eylül beni, Mustafa Suphi üzerine yazdığım şiirlerin 7'ncisinde yakaladı. 12 Eylül olmasaydı o şiirler, 'Mustafa Suphi Üzerine Şiirler' diye ayrı bir kitap olacaktı. 12 Eylül'de her şey kesintiye uğradı. Dolayısıyla o dönem için, o ağır faşizm koşulları altında sosyalist fikirlerin yazılmasının mümkün olmadığını gördüm. Zaten kimse de yazamadı. Ama şiir yazmayacak mıydım, yazacaktım, yazdım. Ardı ardına kitaplar yayımlamaya devam ettim. Yani koşullar ister istemez bazı şeyleri belirliyor.

- Yani aslında değişenin kendiniz değil de koşullar olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Bunu daha önce de söyledim. İnsanların beni çok iyi anladıkları kanısında değilim. Beklemiyorum da. Ben parçalı düşünceden ya da parçalı sözden yanayım. Yani benim önüme somut meseleler konacak ve bu somut meselenin çözümünde zihinsel manada çözümünde teorik araçlar ne olacak? Diyelim ki bugün Yunanistan'ın durumunu analiz ediyorum. Ben Yunanistan'ın durumunu analiz ederken beni bu konuda doğrulara taşıyacak olan zihinsel enstrümanlar, teorik enstrümanlar neler olabilir? Bu eğer Marksizm olacaksa Marksizm'dir. Ama diyelim ki benim kişisel olarak Allah'la olan ilişkim mevzu olduğu zaman benim için artık söz konusu olan İslam'dır. Parçalı düşünce budur. Şöyle söyleyeyim, duvara çivi çakmak için çekici kullanırken, çiviyi çıkarmak için kerpeteni kullanmak gibi bir şey bu.

- Ya 'çivinin açtığı deliği neyle kapatacaksınız' diye sorarlarsa?

Meselemiz deliği kapatmak değil ki. Çiviyi çakmak ya da çıkarmak. Gerisi bizi ilgilendirmez. Ayrıca bunun için de yeni bir teori bulunur. Mesele önüne gelen sorunu çözebilmekte.

AKŞAM - PAZAR