Ağlama be Hugo!
Filmler de bile olsa Hugo’lar ağlamasın. Ağlamayan çocuk resimleri asalım gönlümüze…
ABONE OLMurat Diksöz'ün film ve kitap kritiği
Hugo; kuşağımızın ‘kitch’simgelerinden ‘ağlayan çocuk’posterini anımsatan karelerle başlayıp (o poster ki belki de kendi gözyaşlarımızın izdüşümüymüşçesine algıladığımızdan mıdır nedir bizi can evimizden vurmuştur hoş yaşamı gizliden gizliye birbirimize zehir etmek üzerine kurulmuş dünyamızda etmediğimizi bırakmaksızın, ağlatılıp, ağlatmayı şiar edinmiş olsak da ) bizi ‘mekaniğin şiirselliği’ ile tanıştıran kitap dahası Martin Scorsese filmi .
3D denemesi, 5 Oscar ile ödüllendirilen, ilk Fransız sinemacı Georges Melis’in kimliğinde geçmiş zaman sinemacılarına bir ‘Güzelleme’
Belki de bizi ilgilendirmesi gerekeni olarak ‘otomaton’diye tanımlanan robotun geçmişimizde bir şekilde var olduğu.
Günümüzden 800 yıl öncesi Cezerî, bir robot yaparak Artuklu hükümdârı Mahmud bin Mehmed’e sunmuş bu Robot, otomatik olarak hareket ediyor ve kendi kendine bazı hareketleri yapabiliyormuş der kayıtlar. O Cezeri tüm bu otomasyon harikalarını kitap haline getirip sonrasında bilim adına kaynak olarak tarihe damgasını vurmuştur.
Oysa daha yakın tarihimizde Ertuğrul Faciası olarak hemen hepimizin bildiği Japonya dönüşü batan fırkateynimizin Japon imparatoruna götürdüğü ‘Robot Alamet’
1889 yılın da gramofonun icadından iki yıl sonrası ezan okuma kaydı yapılarak sesli hale getirilen Abdülhamid Han'ın yaptırmış olduğu 'ALÂMET' isimli robot; dünyada ezan okuyan ve hareket edebilen ilk saat ki kollarını ve eteklerini (semazene benzetilerek yapıldığından)açarak yarım metre ilerleyip ezan okuyarak yine ayni yere dönen beş vakit tekrarlayan yedi günde bir kurulma gereğiyle işlevini sürdürüyordu. Biz bunları yapabilirken Japonya’nın teknolojisinin nerelerde olduğu ayrı bir konu ama o Japonya’nın şimdi yaptıklarıyla kıyaslanamayacak durumumuz gerçeği de can acıtıcı.
Martin Scorsese demişken usta yine buhar sis duman atmosferinde karşımıza çıkıyor anımsarsınız (ve eğer izlemediyseniz mutlaka izleyin )1976 yapımı Taksi Şoförü (Taxi Driver) Robert De Niro’nun Travis tiplemesi kuşağımızda filmi izleyen bizlere ‘Hepimiz Travis’iz’ dedirtecek kıvamdaydı.
NewYork; bu kez mazgallardan tüten buhar, gece, Vietnam savaşı yorgunu, uyuyamayan, uyumsuzluğunu gece taksi sürerek bir saklanma yöntemine dönüştürmüş gazi,14 yaşında ‘kötü yola düşürülmüş’ bir kızı kurtarmayı çıkış yolu olarak görür yine görece mutlu bir sona dayanırız, hiçbir şey değişmemiş olsa da.
Öte yandan Robert De Niro, oyuncu olacak çocuk o zamanlardan belliymiş dedirten Jodie Foster, sonraları farkına vardığımız sessiz derinden Harvey Kietel o ki tüm ilk yapımlarda ,bağımsız filmlerde gocunmadan oynayan hava gibi varlığını ancak yitirdiğimiz de hissedeceğimiz oyuncu.
Yine öneririm, üstelik siyasi literatürümüze bu günler de giren’Paul Auster’; senaryosunu yazıp uyarladığı Wayne Wang yönetiminde ‘Smog’(1995)ardından devam niteliğinde ki bu kez yönetmenliğe de soyunduğu‘Blue in Face’(1995) filmleri. Kietel’in ‘Auggie ‘ tiplemesidir değerli kılan oyuncuyu ,tütüne övgüdür de bir tür.
Gelin önce Hugo filmini izlemeden önce-tabii izlediyseniz yine-kitabını okuyun, o enfes çizimlere bakın siz olsaydınız nasıl yorumlayıp çekerdim diye düşünün keyifini çıkarın herkezin mutlu olacağını, sıkıntıların biteceğini kötülerin, kötülüklerin anılarda kalacağını düşleyin, mutlu mesut .
Hatta sonra kendinizi alamayıp Taxi Driver’ı bulun bir yerlerden izlediyseniz elinizde varsa ne güzel anımsayın ilk 100 film sıralamasında birincilikte bir çok kaynağa göre, yeniden yorumunuzu yapın.
Filmler de bile olsa Hugo’lar ağlamasın. Ağlamayan çocuk resimleri asalım gönlümüze…
(KitapCafe)