Türkiye’ye karşı ilan edilen ekonomik savaşa nasıl cevap vermeli?

Kanal 7 Ankara Temsilcisi ve Haber 7 yazarı Mehmet Acet, Türkiye'ye karşı yapılan dolar operasyonu ve ilan edilen ekonomik savaşa nasıl cevap verilmesi gerektiğine dair dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

ABONE OL
GİRİŞ 14.08.2018 10:22 GÜNCELLEME 14.08.2018 10:24 EKONOMİ
Türkiye’ye karşı ilan edilen ekonomik savaşa nasıl cevap vermeli?

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali diyor ki:

“Türkiye varil başına petrol 130 dolar iken, cari açığı neredeyse yüzde 10’larda iken bile böyle bir kur atağı yemedi. Şimdi bu iki rakam da yarısı kadarken kur atağı yiyor. Bunu ekonomik verilerle izah edemiyorum”

 

 

Adnan bey, bu ifadeleri kullandığı televizyon programında şöyle bir şey daha söylüyor:

“Beni bu stüdyoya getiren şey, bu ülkenin bir ferdi olarak vatandaşlarımıza faydalı olabilmek. Çünkü buna ihtiyacımız var. Çoğu kez dezenformasyona maruz kalıyoruz.”

Evet, Adnan bey doğru söylüyor.

Büyük bir dezenformasyon kampanyası ile karşı karşıyayız.

Saldırı zamanlarında, bu hep böyle olur zaten.

Petrolün varil fiyatının 130 dolarlar, cari açığın milli gelire oranının yüzde 10’lar seviyesinde olduğu dönemler derken, 2012,2013 yıllarına yapılan bir atıf var.

Dövizle birebir ilişkisi bulunan bu iki alanda mevcut rakamlar neredeyse yarı yarıya daha aşağıda iken Türkiye bir döviz saldırısına maruz kalıyorsa, bunu ekonomik savaş dışında başka bir tabirle isimlendirmek imkansız hale geliyor demektir.

Normal şartlarda Türkiye’nin döviz cinsinden borçlarının bilançosuna baktığınızda da, dövizi tetiklemesini bekleyebileceğiniz bir durum söz konusu değil.

Başka bazı rakamlar da verebiliriz.

Türkiye’nin bütçe açığının GSMİH’ya oranı yüzde 2’ler seviyesinde.

Bu, gelişmiş kategorisinde gösterilen Avrupa ülkelerinin çoğunun yarısına bile tekabül etmiyor.

Yani, bütçe açığı nedeniyle alarm durumuna geçilmesini gerektirecek, döviz kurların hoplatacak bir tablo gözükmüyor.

Özel sektörün bankalar dahil, dışarıya olan döviz borçları için de aynı durum söz konusu.

Mesela, döviz varlığı ile döviz borcunun kıyaslamasını yansıtan döviz açığı meselesi.

Özel sektörün döviz varlığı, dövize bağlı kısa vadeli borçlarının 4 milyar dolar üstünde gözüküyor.

Yani, şu an için döviz açığı değil, döviz fazlası bulunuyor.

Halbuki, faiz oranlarının tarihin en düşük seviyelerinde olduğu 2013 yılında özel sektörün 3,6 milyar dolar döviz açığı bulunuyordu.

Buradan baktığımız zaman da, bu son yaşadıklarımızın ekonomi teorileriyle örtüşmediği ortaya çıkıyor.

Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki, hükümetin bu ülkeye yaptığı en büyük iyiliklerden bir tanesi, 2009 yılında hane halkının döviz ile borçlanmasını yasaklaması olmuş.

Eğer o zaman böyle bir yasak getirilmemiş olsaydı, “Hafazanallah” bugünkü durum, vahim ötesi bir noktada olabilirdi.

Yine bir rakam verelim:

Türkiye’nin hane halkının (sizler, bizler hepimiz oluyoruz yani) borcunun milli gelire oranı yüzde 18. Bu oran dünyada ortalama yüzde 59 seviyelerinde.

Peki bütün bu veriler ortada iken, neden böyle bir gerilimin içine sürüklendik?

Benim anladığım, daha doğrusu ekonomiden anlayanların bana söylediklerinden şu sonucu çıkartabiliyorum:

Türkiye serbest piyasa ekonomisinden uzaklaşıyor algısı ve bu algıyı kötü niyetlerle operasyona dönüştüren bir aklın piyasalara pompaladığı kötümserliğin ürettiği bir sonuçla karşı karşıyayız.

Bu noktada, Başkan Erdoğan’ın kullandığı, “Serbest piyasa kurallarından taviz vermeyeceğiz” ifadesini ekonomik saldırıya karşı koyma anlamında önemli bir mesaj olarak görebiliriz.

Çıkış yolu, bu söylem üzerine inşa edilecek yeni eylemler dizisi ile olabilir.

KAYNAK : Haber7 / Mehmet Acet