Özal, Erbakan ve Erdoğan! Türkiye artık bağımlı değil bağlı

Türkiye'nin savunma sanayinde geldiği noktayı değerlendiren Güvenlik, Strateji ve İstihbarat Uzmanı, AYBÜ Öğr. Ü. Dr. Merve Seren, "Müttefiklerimizle politik çıkarlarımız uyuşmadığında silah ambargolarına maruz kalırdık. Artık durum öyle değil. Bugünün Türkiye’si güvenlik ve savunma politikasını bağımsız icra edebilecek düzeyde; ittifaklarına “bağlı” ama “bağımlı” değil." dedi.

ABONE OL
GİRİŞ 26.11.2018 09:29 GÜNCELLEME 26.11.2018 09:41 EKONOMİ
Özal, Erbakan ve Erdoğan! Türkiye artık bağımlı değil bağlı

Avrupa ülkeleri ABD ve İngiltere’den bağımsız ordu kurmayı tartışıyor. Yapalım diyen Fransa’nın caddeleri aniden alev aldı! Güçlü bir savunma sanayiine sahip olan İngiltere, ilk robot ordusuyla tatbikat gerçekleştirdi! Türkiye ise 103 şehidin katili 18 teröristi geçen hafta “eşek arısı” adlı mini dronla imha etti. Savunma Sanayiinde yaşanan büyük değişimde Türkiye'de yerini aldı. 2002'de 66 proje yürüten Türkiye, şu anda 553 projeyi yürütüyor, kendi İHA ve SİHA'sını üretiyor... Ancak iş bununla da bitmiyor...

 

 

“Stratejik İstihbaratın Güvenlik Stratejileri ve Politikaları Açısından Yeri ve Önemi” başlıklı teziyle doktora çalışmalarını tamamlayan, savaş, strateji, savunma yönetimi ve istihbarat konularında lisans ve lisansüstü dersler veren Seren Star'dan Fadime Özkan'a verdiği röportajda çarpıcı bilgiler aktardı: “Türkiye’nin İHA’da kat ettiği mesafe bir derinlik başarısıdır. Bunun ürün skalasına sirayeti gerek. 2002’de Türk savunma sanayiindeki proje sayısı 66 iken rakam 2016’da 553’e çıktı. Ciro da 6 milyar dolara yükseldi. Ancak yeterli değil”.

Türk Silahlı Kuvvetleri PKK’ya karşı daha önce hiç olmadığı kadar başarılı operasyonlar yapıyor. Bunun arkasında siyasi bir netlik, bütünlük, kararlılık var elbette ama asıl önemlisi askeri bir kapasite de var. Bu kapasitede yerli üretim silahların etkisi ne kadar? 

 

 

15 Temmuz darbe teşebbüsünün hemen akabinde 24 Ağustos 2016 günü Fırat Kalkanı Harekatı başlatıldı ve bu operasyon 27 Mart 2017’ye kadar sürdü. Böylesine vahim bir darbe senaryosunun ardından TSK’nın bu kadar kısa sürede toparlanıp başarılı bir operasyon yürütebileceğini kimse tahayyül etmiyordu. Kaldı ki TSK, 2018 Ocak’ında başlatılan Zeytin Dalı Harekâtı namı diğer Afrin Operasyonu’nda sergilediği performans ile askeri kapasitesinin gücünü yeniden teyit etmiş oldu. Afrin Operasyonu, gerek TSK’nın gerekse savunma sanayiinin özgüvenini arttırdı. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı aynı zamanda savunma sanayiinin eskiye nazaran çok daha pro-aktif bir yapıya kavuştuğunu gözler önüne serdi.

Ancak burada bir şeye dikkat çekmemiz gerekiyor; biz askeri kapasite ile neyi kast ediyoruz? Sizin askeri gücünüz; haiz olduğunuz tüm imkan ve kabiliyetleri ihtiva eder. Bu salt ordu mevcuduyla yani istihdam edilen asker sayısıyla açıklanacak kadar basit bir mevzu değil. Keza terörle mücadeledeki başarınızı, sahip olduğunuz silah sistemlerine dayandırmak da bir o kadar indirgemeci bir yaklaşım olur. Zira TSK’nın muzaffer olmasının arkasında; mesleki tecrübe, profesyonellik, askeri teknolojiyi edinim ve kullanma becerisi, mobilizasyon, esneklik, harekat sahasına adaptasyon, kuvvetler arası koordinasyon, finansal yeterlilik, ulusal güvenlik mekanizması içerisinde yer alan kurum ve kuruluşların uyum ve işbirliği -MİT-TSK işbirliği- gibi, devlet-dışı silahlı aktörlere operatif yeterliliğin kazandırılması -Özgür Suriye Ordusu- gibi birçok unsur kritik rol oynar. Öte yandan maddi unsurların yanı sıra, manevi ve moral unsurları da hesaba katmak durumundasınız. Bu anlamda zafer, askeri taktik ve stratejiler kadar; ordunun moraline, azim ve cesareti ile kararlılığına da bağlıdır.

STRATEJİ Mİ SİLAH MI?

Zaferi getiren şey silah mıdır strateji mi?

Savaş Sanatı’nın iki duayen ismi var. Milattan önce beşinci ve üçüncü yüzyılda yaşayan Çinli stratejistler Sun Tzu ile Zhuge Liang. Sun Tzu; “Taktikleri olmayan strateji, zafere giden en uzun yoldur. Stratejisi olmayan taktikler ise yenilgiden önceki gürültüdür” der. Liang’a göre ise; “...üzerinde fikir birliği olmayan bir strateji, elinizde bir milyon kişilik bir ordu bile olsa düşmana gerekli korkuyu veremez”.  Günümüzde bu tezler halen geçerli. Kısaca ister konvansiyonel savaşta ister terörle mücadelede olsun, doğrulttuğunuz silahtan daha ziyade akılcı stratejiler ve doğru hamleler belirleyici bir üstünlük kazandırır. Dolayısıyla hem siyasi atmosferi hem de harekat sahasını çok iyi okuyarak analiz etmeli; müteakiben askeri strateji ve taktiklerinizi belirlemek durumundasınız. Silah sadece sizin stratejinize hizmet eden bir araçtır; önemli olan bu aracı nerede, ne zaman, kime karşı ve nasıl kullanacağınızı hesap edebilme yeteneğinizdir. Rakiplerinize karşı izleyebileceğiniz en akılcı yöntem ise, “savaşmadan zafer kazanmak” prensibidir.

İŞ İHA’DA BİTSEYDİ ABD AFGANİSTAN’DA SONUÇ ALIRDI

Son dönem yürütülen terörle mücadelede İHA ve SİHA’ların rolü çok mühim. Mesela 103 şehidin katili olan 18 terörist “eşek arısı” adı verilen bir mini drone sayesinde etkisiz hale getirildi. İHA’lar SİHA’lar nasıl bir avantaj sağladılar?

Silah, terörizmle mücadele ederken kullandığınız araçlardan birisidir. Halihazırda İHA’lar en fazla kullanılan platformlar olarak devredeler ve şüphesiz bir ‘oyun değiştirici’ konumundalar. Bu bağlamda BAYRAKTAR İHA sistemleri, TSK’nın sınır ötesi harekatlardaki en büyük vurucu gücü olarak görev yapıyor. Ancak unutulmamalıdır ki, İHA’nın tespit, gözetleme ve imha gibi tüm görev yazılımları ve en nihayetinde komuta ve kontrolü ‘insan’dadır. Açıkça; insan aklının yerini makinalarla ikame edemezsiniz. Dolayısıyla savunma sanayiinde ve operatif misyonlarda istihdam ettiğiniz ‘mühendis’ ve ‘asker’ en büyük yatırımınızdır. Zira bugün İHA’ların yerini yarın daha farklı otonom sistemler alabilir, harekat sahasındaki değişim ve ihtiyaçlara göre askeri teknoloji kendisini sürekli yenilemekte.

Yarın harp meydanlarında bahsettiğiniz “Eşek Arısı” yerine belki yürüyen ve uçan 16 gramlık mini piyadeler göreceğiz. Geçen hafta İngiltere otonom sistemlere dayalı bir tatbikat gerçekleştirdi. Robot askerlerin boyutu belki küçülecek. Eşek Arısı türündeki İHA’lar, ekseriyetle özel kuvvetler ve istihbarat örgütleri tarafından yüksek öncelikli hedefleri yakın gözetleme ve keşfi maksatlı kullanılan sistemlerdir.

Tabii bazı görevler kapsamında Kara Kuvvetleri ve Deniz Piyadeleri tarafından da kullanılır. Bu tür İHA’ların en büyük avantajları son derece hafif ve küçük boyutta olmaları, nesnelere/canlılara benzemeleri ve çok kolay kamufle oldukları için tespitlerinin zor olmasıdır.

Diğer taraftan terörle mücadele; son derece kapsamlı, derin ve yoğun bir güvenlik yaklaşımına ihtiyaç duyar. Şayet böyle olmasaydı İHA’ları en fazla kullanan ülkelerin başını çeken ABD, bugün Taliban karşısında çoktan zafer ilan etmiş olurdu. Oysa gelinen aşamada Taliban, Afganistan’ın yüzde 70’ini yeniden kontrol altına almış durumda. Bu örnek, yüksek teknoloji üreten devletlerin de terörle mücadelede yüzde yüz başarılı olamayacağının en somut tezahürü.

ARTIK PKK DA DRONE KULLANIYOR!

Terörle mücadelede Türkiye çok mühim aşama kaydetti İHA’lar bunda rol oynadı ama PKK da karşı taktikler geliştiriyor. İHA kullanıyor mesela?

Hukuki boyutta gelinen mevcut aşama uluslararası sivil havacılığa ilişkin düzenlemelerdir. Yakın gelecekte havaalanında uçaklarla İHA’ların yan yana kalkışına şahit olabiliriz. Sonuçta İHA üretimi o kadar hızlı artıyor ki, sadece bunların kalkış ve inişleri bile mevzuat düzenlemesi gerektiriyor. Türkiye’de bu tür konularda yetkili mercii Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’dür. SHGM’nin 22 Haziran 2016 tarihli “İHA Talimatı”, örneğin suç işlemenin önüne geçmek maksadıyla kişilere tescil ve kayıt zorunluluğu getirmiştir. Kısaca İHA’ların hava sahasına entegrasyonundan uçuşa elverişlilik standartlarına, tahsis edilen kontrol linki frekanslarından müşterek çalışabilirliğe birçok hukuki düzenleme önümüzde duruyor.

Geleceğin harekât konseptlerinde “sürü halinde harekâtlara tanıklık edeceğiz. Aslında bu şimdiden geçerli olmaya başladı. Tarihte ilk defa sürü halinde İHA kullanarak saldırı yöntemi devlet dışı silahlı aktörlerden tarafından yapıldı. DEAŞ, Irak’ta koalisyon unsurlarına ve Irak Güvenlik Güçlerine karşı saldırırken, HTŞ, Rusya’nın Tarsus ve Humeyyim üslerine saldırdı. Son olarak bu tarz saldırı yönteminin PKK tarafından kullanılmaya çalışıldığını gördük. Daha önce 2016 ve 2017 yıllarında PKK’nın tek bir İHA ile saldırı denemelerinde bulunduğunu görüyoruz. 10 Kasım 2018 tarihinde ise, Şırnak’ta 8 adet plastik patlayıcı yüklü İHA ile sürü saldırı girişiminde bulundu.

X-UAV Talon tipi İHA’lar ile tören alanlarına yaptığı kamikaze saldırılarda tören alanında bulunan jammerlar sayesinde EYP’ler patlamadı. Yakın gelecekte bu tarz saldırıların sayısında artış olabilir. Bu sebeple İHA konusuna dair en önemli mevzulardan birisi, terör örgütlerinin İHA teknolojisine adaptasyonları ve kullanımın yaygınlaşması olacaktır. Sürü harekatlarının yanı sıra “insansız sistemler odaklı hava savunması” ile “ağ merkezli komuta kontrol ve harekat”  önemli başlıklar olacaklardır.

İTTİFAKLARA BAĞLI AMA BAĞIMLI DEĞİLİZ

Türkiye ne yapmalı?

Türkiye için önemli olan ise, kendi silahını üretmesinin her zaman için bir ‘çarpan etkisi’ yaratacağını unutmamasıdır. Doğu-Batı Almanya birleştikten sonra Doğu Almanya’nın elindeki kalaşnikoflar Türkiye’ye hibe edilmişti ama terörle mücadelede kullanmamıza izin çıkmadı, modifiye etmek zorunda kaldık. Keza aynı kullanım yasağı, Almanya’dan satın alınan tanklar için geçerli oldu. Daha eski zamanlara gittiğimizde, müttefiklerimizle dış politik çıkarlarımız uyuşmadığında silah ambargosuna maruz kaldık.

ABD Başkanı Johnson’ın mektubundaki NATO silahlarının kullanılamayacağına ilişkin tehditkar ve, sert üslup halen hafızalardadır. O dönemde Ankara, kimden mermi alabilirimin derdine düşmüştü. Fakat Türkiye artık 1970’lerin 1990’ların Türkiye’si değil. Artık İsrail’in İHA’larına muhtaç olmayan bir Türkiye var karşınızda. Bugünün Türkiye’si kendi güvenlik ve savunma politikasını bağımsız icra edebilecek bir düzeyde; ittifaklarına “bağlı” ama “bağımlı” değil.

ÖZAL, ERBAKAN, ERDOĞAN

Altay tankı, Milgem, İHA, SİHA…vd. Bu yerli üretim askeri araçlar, silahlar gerçekten sağlam, iyi, nitelikli araçlar silahlar mı, yoksa Türkün Türk’e propagandasına mı maruz kalıyoruz? 

Aslında savunma sanayii değil; bilim-teknolojide ve buna bağlı olarak Ar-Ge ve Ür-Ge yatırımlarında geç kalınmışlık yaşandığı kabul edilmelidir. Bu geç kalınmışlık; siyasi konjonktür ve karar alıcı mekanizmayla doğrudan ilintili bir durum. Koalisyon dönemlerinde bütçe üzerinde yaşanan çetin tartışmaları düşünün; her partinin hedef kitlesi ve öncelik sıralaması farklıydı. Ancak geçmişte Erbakan ve Özal’ın teknoloji adaptasyonu konusunda son derece girişimci ve öngörülü oldukları aşikar. 2000’li yıllardan sonra savunma sanayiinde yaşanan sıçrama ise tamamen hükümetin bu alana öncelik tanıması ve ihtiyaç duyulan finansman kaynağını siyasi iradeyle beraber sunmasından kaynaklanıyor.

HAVADA, KARADA, DENİZDE OLMAK ARTIK YETMİYOR

Elbette geç kaldığımız için sıkıntılar yaşıyoruz; biz tam bir noktaya ulaştığımızda, diğer devletler bir üst basamağa çıkmış oluyor.  Örneğin artık kara, deniz ve havada üstün olmanız yetmiyor. Eğer uzay ve siber-uzay imkan ve kabiliyetlerinizi geliştirmezseniz, girdiğiniz savaştan galip ayrılamazsanız. Trump, Haziran 2018’de “Uzay Kuvveti” kurulması talimatını verdi. Ancak biz kuvvet kurmak bir yana, halen Ulusal Uzay Ajansımızı devreye sokamadık. Diğer taraftan savunma sanayii zaman zaman gizli/örtülü ambargolara maruz kalabiliyor; ürünlerin alt sistemlerinde veya yedek parçalarda tedarik sıkıntısı yaşayabiliyoruz. Sertifikasyonlarda kasıtlı geciktirmelere maruz kalabiliyoruz. Bu durumu aşmak için şu anda SSB, ürünlerin yanı sıra alt sistem ve bileşenleri de yerlileştirme yönünde büyük çaba sarf ediyor.

TEKNOLOJİK BAĞIMSIZLIK VE DERİNLİK

Savunma sanayiimizin avantajları dezavantajları neler?Nerelerde sıkıntı var?

Türkiye’nin önceliği “teknolojik bağımsızlık” ve “teknoloji derinliği” kazanmak olmalı. Zira bu sadece savunmada değil; dış politikadaki elinizi de güçlendiriyor, sizi avantajlı konuma geçiriyor. Bağımsızlığınızı kazanacaksınız ama aynı zamanda teknolojik öngörüye sahip olacak, akılcı yatırımlar yapacaksınız. Ancak bu şekilde küresel pazarda rekabet edebilirlik seviyesine ulaşırsınız. Bu anlamda Türk savunma sanayiinin İHA’da kat ettiği mesafe, bir derinlik başarısıdır. Bunun diğer ürün skalasına da sirayet etmesi gerekiyor.

2002’de Türk savunma sanayiindeki proje sayısı 66 iken, bu rakam 2016’da 553’e çıktı. Yine, savunma sanayiinin cirosu 6 milyar dolara yükseldi. Ancak bu yeterli değil. Vakıf şirketlerinin TSK dışında müşteri portföyünü geliştirmesi lazım. Böylece tek kaynaklı beslenmenin önüne geçilmiş olacak; şirketler kendi kendilerini idame edebilecek mali yeterliliğe kavuşacaklardır.

VEKALET İÇİNDE VEKALET SAVAŞLARI

Savunma sanayii deyince sanki sadece savunma hali algısı oluşuyor, haliyle maruz kalma halini de çağrıştırıyor. Doğru mu formüle ediyorum bilemiyorum ama sorum şu, savunma sanayii taarruz silahlarını da kapsıyor mu, yoksa onun ayrı bir adı var mıdır?

Aslında “taarruz, saldırı” kelimeleri gerek diplomatik düzeyde gerekse literatürde hoş karşılanmadığından hep “savunma” konsepti üzerinden ilerliyoruz. Aslında “en iyi savunma, saldırıdır” diye bir motto var. Sizin savunmada kalabilmeniz için saldırı imkan ve kabiliyetlerine haiz olmanız şart. Geliştirdiğiniz silahı, füzeyi maksadınıza göre ister savunma için ister saldırı için kullanabilirsiniz.  Gerisi sistemlerin yazılımları vd. ögeleriyle alakalı bir durum. Buradaki temel sav, saldırı yahut savunma fark etmeksizin “askeri teknoloji geliştirme yetkinliği” kazanmanız. 

Şu anda 4. nesil savaşları yaşıyoruz. Bu nesilde, gayri nizami ve asimetrik unsurlar gittikçe daha fazla önem kazanıyor. Vekalet içinde vekalet savaşlarına şahit oluyoruz.

Bugün Suriye sahası, “hibrit harp” için en somut örneği teşkil ediyor. Bu savaşta devlet ve devlet-dışı silahlı aktörlerin her türlü yöntem ve araçlarına tanıklık ediyoruz. Suriye, devletlerin yanı sıra devlet-dışı silahlı aktörlerin de teknolojik adaptasyonlarının giderek güçlendiğinin gösteriyor. Dolayısıyla siz devlet olarak savunma ve saldırı yeteneklerinizi eş zamanlı olarak geliştirmek zorundasınız.

Bir parantez açıp, askeri teknolojilerin daha sonra sivil kullanıma girdiğini vurgulayalım. Bugün kullandığınız telefonlar, bilgisayarlar, İHA’lar hep askeri maksatlı geliştirilen ürünlerdir. Örneğin İHA’lar, sadece harp meydanlarında değil; sınır güvenliği, ulaştırma, haritalama, hava olaylarını izleme gibi birçok farklı görevde kullanılıyorlar.

F35 VE S-400 TAMAMEN FARKLI

Malum, F-35’lerle S400’lerle ilgili sorun yaşıyoruz ABD ile. Ne düşünüyorsunuz, Türkiye’nin bu iki silaha hayati önemde ihtiyacı mı var? 

F-35 ile S-400 konseptleri birbirinden tamamen farklıdır. Birisi savaş uçağı, diğeri ise hava savunma sistemi. Burada her iki sisteme ihtiyaç duymanız tamamen risk ve tehdit algınıza bağlı. Örneğin sınır ötesi harekatlar icra eden bir ülkenin elinde F-35 bulunması caydırıcılık gücü açısından son derece önemli. Keza etrafı balistik füze envanterleriyle çevrili bir Türkiye’nin güçlü bir hava savunma sistemine sahip olması da bir o kadar elzem. İkisini birbirinin yerine ikame edemezsiniz.

GELECEK TEKNOLOJİ, OTONOM SİLAHLAR

Dünyanın sayılı ordularından birine sahip olduğumuz söyleniyor. İnsan unsuruyla mı, silah unsuruyla mı?

En başta söylediğim gibi, Türkiye’nin askeri kapasitesini sadece TSK’nın mevcudu üzerinden analiz etmek hatalı olur. Aynı şekilde bir ordunun gücü de ne asker sayısına ne de elindeki silaha bağlıdır. Eğer böyle olsaydı; Suudi Arabistan, ABD’nin en büyük silah müşterisi olarak muazzam güçlü bir orduya sahip olurdu. Oysa Kraliyeti bugün, özel askeri güvenlik şirketleri (ekseriyetle ABD ve İngiltere) koruyor. Yine, Suudi Arabistan satın aldığı milyar dolarlık son teknoloji savaş uçaklarını kullanacak pilotları gidip İngiltere’den veya Pakistan’dan kiralıyor. Batıdan örnek verelim; İskandinav ülkeleri savunma finansmanı ve askeri teknoloji açısından son derece gelişmiş (örneğin bizim “eşek arısı” dediğimiz micro İHA, Norveç firmasıProx Dynamics tarafından geliştirildi) durumdalar. Zorunlu askerlik yerine tamamen profesyonel olsun dediler, bazı ülkelerdeki başvuru sayısı beklentilerin o kadar altında kaldı ki, askerlik mesleğini nasıl cazip hale getireceğiz derdine düştüler. Diğer Avrupa ordularını düşünün, ne kadarı NATO nezdindeki kinetik operasyonlarda görev aldılar? On yıllardır Avrupa ordusu kurulmalı mı diye tartışıyorlar, ancak kimse bu ordunun savaşma kabiliyetine ilişkin doğru düzgün bir fikir beyan edemiyor. Zira ABD ve İngiltere olmaksızın kurulacak bir Avrupa ordusunun “muharip yeteneği” üzerinde ciddi çekinceleri var. Türkiye’nin dünyanın sayılı ordularından birisi olarak referans gösterilmesinin arkasında bir sürü unsur var. En başta tarih ve kültür geliyor. Türklerin “savaşçı” karakterine dair yerleşik bir bilinç var. Aklıma ilk gelenler; Mete Han, Cengiz Han, Atilla, Timuçin,Bumin Kağan, Alparslan, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve daha nice efsaneleşmiş isimler... Ayrıca bir Osmanlı gerçekliği var. Bu anlamda genetik kodlarda saklı bir savaş tarihi ve kimliği yatıyor. Atatürk’ün askeri dehasının yanı sıra Türk halkının Kurtuluş Savaşı esnasında düşman karşısında verdiği mücadele en büyük ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Tarihsel ve kültürel kodların haricinde, mecburi askerlik önemli bir rol oynuyor. Böylece en kötü durum senaryosunda “savaşa hazırlık” seviyenizi arttırmış oluyorsunuz.

GÜÇLÜ DEVLET GÜÇLÜ ORDU

Bir başka husus ise Türkiye’nin tehdit algısı. Makyavelist söylem halen bizde geçerli; “güçlü devlet, güçlü ordu”. Batının tehdit algısı farklı olduğu için bunu “ölü bir yatırım” olarak görebiliyorlar. Ama bizim coğrafyamız, rahat nefes almamıza izin vermiyor. Biz sürekli “hazırlıklı” olmak durumundayız. Sadece devletler değil, devlet dışı silahlı aktörler de aynı oranda tehdit yöneltiyorlar. Türkiye kadar büyük bir tehdit skalasına sahip olup, ayakta durmayı becerebilen nadir ülke vardır.  Eğer sizin silahlı kuvvetleriniz, emniyet güçleriniz, jandarmanız, sahil güvenliğiniz ve istihbaratınız güçlü olmasaydı, şu anda çok farklı bir ülkede beka mücadelesi veriyor olurduk. 

ASKERİ POTANSİYEL BİLİNİR

Devletler birbirlerinin savunma-saldırı kapasitesini ve askeri sıkıntılarını bilir mi?

Eğer çok gizli askeri programlar yürütmüyorsanız, genelde evet bilirler. Fakat bir İsrail iseniz, en yakın müttefikiniz ve hatta hamisiniz ABD’den bile gizli programlar yürütmeniz kuvvetle muhtemel. Örneğin İsrail ne zaman nükleer silah programını başlattı, ne zaman bitirdi, nükleer arsenalinde kaç tane harp başlığı var bilinmiyor. ABD’de Rand Corporation tarafından yayımlanan bir raporda  65-85 arası deniyor. Oysa İran Dışişleri Bakanı Javad Zarif, P5+1 görüşmeleri esnasında İsrail’in 400 nükleer harp başlığına sahip olduğunu iddia etmişti.

Türkiye’nin bilinmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Çünkü siz bir NATO müttefikisiniz. Her yıl ne kadar askeri harcama yaptığınızı dahi bildiriyorsunuz. Mevcut envanteriniz de bilinir.  Kaldı ki NATO devletlerinin askeri kapasiteleri, müşterek tatbikatlarda ortaya çıkar. Örneğin Türkiye’nin başarılı katılım gösterdiği, NATO’nun son yıllardaki en büyük askeri tatbikatı “Trident Juncture”, 15 Ekim-8 Kasım 2018 tarihleri arasında icra edildi. Bu tür tatbikatlar, sizin kazandığınız yeteneklerin sınanması açısından oldukça önemlidir. Bunun yanı sıra sektöre ilgili biri iseniz, “The World Defense Almanac”ı takip edebilirsiniz, devletlerin kuvvet bazındaki girdileri tek tek listeleniyor. Keza literatürde devletlerin askeri güç endeksini ölçen “Military Balance” gibi farklı kaynaklar var.  Ayrıca bölgesel yahut konuya odaklı bir sürü farklı fuar düzenleniyor, örneğin Türkiye iki yılda bir IDEF fuarına ev sahipliği yapıyor.

NATO ÜYELERİ BİRBİRLERİNİN SİBER YETENEKLERİNİ BİLMEZ

Ülkeler bu fuarlara gelerek hem kendi teknolojilerini ve caydırıcılık güçlerini sergiliyorlar hem de ürünlerini pazarlayarak müşteri kazanma yarışına giriyorlar. Ancak İran ve Kuzey Kore gibi bazı ülkelerin askeri yeteneklerini zaman zaman çok fazla abartıya kaçarak medyaya servis ettiklerini göz önünde bulundurmanız gerek. Fuarda 1970’lerdeki tankları modifiye edip yeni ürün gibi piyasaya tanıtanlar oluyor (!) Ancak bir not ekleyim; işler, “siber” alana gelince değişiyor. NATO kara, deniz, hava ve siber-uzay’dan sonra beşinci harekat alanı olarak “siber”e resmiyet kazandırdı. Fakat NATO’lu müttefikler dahi birbirlerinin siber yeteneklerini tam olarak bilemezler. Bunu göstermeniz demek, müdahaleye açık hale gelmeniz demek ve muhtemel bir siber saldırıdaya maruz kaldığınızda faili bulmanız ve bundan bir ülkeyi doğrudan sorumlu tutmanız epey zor. Siber-uzay konusunda en kapsamlı hukuki düzenleme “Tallinn Manual 2.0” ancak bu düzenleme herhangi biryaptırım içermiyor.  

KAYNAK : STAR