485 Kürt'e 27 Mayıs'ta ne oldu?

En küçüğü 14 yaşındaki çocuktan aşiret liderine kadar 485 Kürt tek tek toplanıp 27 Mayıs darbesinden 4 gün sonra Sivas'ta bir kampa götürüldü. 9 aylık sürgün sonrasında ise...

ABONE OL
GİRİŞ 19.01.2007 10:15 GÜNCELLEME 19.01.2007 10:15 GÜNCEL
485 Kürt'e 27 Mayıs'ta ne oldu?

27 Mayıs darbesinden dört gün sonra 485 Kürt, tek tek toplanıp Sivas'ta bir kampa götürüldü. İçlerinde aşiret liderleri, bugünün siyasetçileri, babaları olan 'zorunlu misafirler' dokuz ay boyu ne savcı ne mahkeme yüzü gördü.

Fuat Fırat, 1925 yılında Kürt ayaklanmasının başını çeken ve bu yüzden idam edilen Şeyh Sait'in torunu.
Fırat, 27 Mayıs 1960'tan önce tüccardı. Canlı hayvan satıyordu. 27 Mayıs darbesinde evine dönerken tutuklandı. Mahkemeye çıkarılmadan, 'zoraki misafir' denilerek alıkonuldu. Fırat, Sivas'a getirildiğinde yalnız olmadığını anladı. Tam 485 Kürt, Sivas'taki kampta tutukluydu.
Fırat ve 485 kişi, Kürtlerin Yassıadası'nda dokuz ay kaldı. Fırat, daha sonra üç kez milletvekili olduğu halde devletle hiç barışmadı.
Nokta dergisinin bu haftaki sayısında Nevzat Çiçek imzalı '47 Yıl Sonra Sivas Kampı' başlıklı habere göre, 27 Mayıs 1960'ta Demokrat Parti hükümetini devirerek iktidara el koyan Milli Birlik Komitesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan en küçüğü 14'ünde 485 kişiyi Kabakyazı'daki kampta topladı. Kamp bir kışladan devşirmeydi.
Kalabalık grup içinde bölgenin önde gelen aşiret ağaları, belediye başkanları, şeyhleri, kanaat liderleri de vardı.
Örneğin; AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat'ın dedesi Zeynel Turan. Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan'ın babası Hasan Doğan, eski DYP Şanlıurfa Milletvekili, 'Susurlukçu' Sedat Bucak'ın babası Hakkı Bucak, Hak ve Özgürlükler Partisi'nin (HAKPAR) Genel Başkanı Sertaç Bucak'ın babası ve yasadışı Türkiye-Kürdistan Demokrat Partisi'nin (T-KDP) Başkanı Faik Bucak, Şeyh Said'in ailesi, Van'ın önde gelen aşiretlerinden Kinyaslar, Hakkâri'den Ertuşlar ve Diyarbakır'dan Ensarioğulları...
Brukan aşiretinin lideri Kinyas Kartal, kamptan sonra Adalet Partisi'nden milletvekili oldu, TBMM başkanlığı yaptı. Ensarioğulları aşiretinden Salim Ensarioğlu da bakanlık görevinde bulundu.
Tutukluların tümünün menkul ve gayrimenkullerine el konuldu. Kampta kalanlar yemeklerini kendi paralarıyla yiyor, günlerini satranç oynayarak ve sohbet ederek geçiriyordu. Maddi durumu elvermeyenler diğerlerinin çamaşırlarını yıkayarak geçindi.
Kampta tutuklu kalan, Şeyh Sait'in torunu, daha sonra üç dönem milletvekilli olan Fuat Fırat, o günleri hiç unutmadı...


İşkence yoktu, küfür vardı
Radikal'in konuyla ilgili sorularını yanıtlayan Fuat Fırat, darbeden önce Adana'da canlı hayvan tüccarlığı yapıyordu. O gün evine dönmek üzere yola çıkmıştı. Bingöl'de araçtan indirildi:
'Darbenin ikinci günüydü. Beni alıp Erzurum'a götürdüler, cezaevine koydular. 'Suçum yoktur, partilerle alakam yoktur' dedimse de ikna edemedim. Ne mahkemeye gittim, ne de savcı gördüm. Cezaevinde öğrendim ki, benim ailemi de toplamışlar. Bize 'Siz misafirsiniz' diyorlardı.'
Fırat; babası, iki kardeşi, üç amcası ve iki kuzeniyle birlikte aynı aileden 13 kişiydiler. Kampın en küçüğü olan, 14 yaşındaki Abdulilah Fırat da ailedendi.
'İki koğuşta askeri ranzalarda yatıyoruk. Her yatakta ikişer kişi yatardı. Hiç yıkanamadık. Ben sürgüne gittiğim Isparta'da, polislere yalvarıp yıkanmaya, bir hamama gittim. Kampta dayak, işkence yoktu ama küfür vardı.'

Satıraralarında haberler
Fuat Fırat'a göre, 'zorunlu misafir' olarak kabul edilen 485 kişi, dokuz ay boyunca ne bir savcılığa ne de mahkemeye çıkarıldı. Tutuklanma gerekçesi de karışıktı:
'Bazıları, DP içindeki Kürt faaliyetleri vardı, ondan oldu dedi. Bazıları da Mustafa Barzani, Ali Rıza Efendi'nin kızını almış, bundan oldu, dediler.'
Nokta'nın haberine göre, kamp uygulaması ve tutuklamalar bir mahkeme kararına dayanmıyor. Uygulamaya ilişkin, o günkü Milliyet gazetesi nüshalarında, Milli Birlik Komitesi'ne (MBK) ait bir karar, kararname de bulunmuyor. Hatta kampın kurulduğuna dair haber bile yayımlanmamış.
Kampın kurulduğu belirtilen 31 Mayıs 1960 tarihli gazetelerde yalnızca Cumhuriyet gazetesinde yer verilen şöyle bir haber var:
'MBK'nın yakında neşredeceği vesikalarda bir Kürdistan hükümeti tesisi için DP grubu içinde çalışanların varlığı ispat ediliyor. Sabık iktidar, Şeyh Sait'in oğlunun Rus yapısı ciple doğuda propaganda yapmasına göz yummuştur.'
HAKPAR Genel Başkanı Sertaç Bucak'a göre, babası Faik Bucak'ın tutuklanma gerekçesi de isyana hazırlık...
Eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk 'dangalaklık' dediği Sivas Kampı'nın siyasi Kürtçülüğe de yol açtığını öne sürüyor:
'Mülteci kampı gibi bir kamptı. Yargılanma olmadı. Oradan çıkanlar şunu söyledi: 'Biz Türk aidiyetinden uzaklaştık. Bize ayrı muamele yaptılar. Kürt azınlık telakki edildik, Kürt olduğumuz için bir araya getirildik.' Bunlardan, bilhassa DP'li olanlar devletle barışıktı. Devlete bağlı adamları bir araya getirme gibi bir akılsızlığı bir devlet nasıl yapar? Bu kadar dangalıklık olur mu?'


Kamptan sonra sürgün
Dokuz ay süren Sivas Kampı 7 Ekim 1960 tarihinde çıkan 105 No'lu Mecburi İskân Kanunu'ndan sonra dağıtıldı. Ancak bu kanunla birlikte, kamptaki 55 kişi Antalya, Isparta, Denizli, İzmir, Burdur, Muğla, Afyon, Manisa ve Çorum'a sürüldü. Kanunun gerekçesinde şöyle deniyordu: 'Sosyal bazı reformları yapabilmek, ortaçağın Türkiye'de yaşayan düzenini yıkmak, ağalık, şeyhlik gibi müesseseleri yok etmek...'
Bu sürgünün gerekçesi doğudaki 'feodal yapının' dağıtılması olsa da 55 kişiden yalnızca altısının aşiret lideri olduğu kaydediliyor.
Bu sürgün de 1963 yılındaki Adalet Partisi hükümeti sırasında son buldu.


Özür diliyorlar...
Fuat Fırat, 1963 yılında yasak kalkınca rahat bir soluk aldıklarını söylüyor. Dokuz aylık kamp, iki yıllık Isparta sürgününden sonra Fırat, 1973'te Erzurum bağımsız milletvekili oldu. Ve 1991'den sonra Refah Partisi'nden iki kez İstanbul milletvekilliği yaptı. Fırat, yaşadıklarını unutmuyor:
'Türkiye'de zihniyet şudur: Allah onu o şekilde yaratmıştır, faşist kafalar vardır, mümkün değildir anlaşmak. Fransızlar o kadar Cezayirli öldürdü, Fransızı tuttular. Özal, özür diledi. Aziz Nesin'i az kalsın öldüreceklerdi, sonra özür dilediler. Nâzım Hikmet Rusya'ya kaçtı, hayat hakkı tanımadılar. Şimdi şiirlerini okuyorlar.
Özür diliyorlar. Bizi de perişan ettiler, özür diliyorlar.'