Mustafa Şen: Türkiye hepsini hizaya getirecek
Araştırmacı, yazar Mustafa Şen Haber7 Gündem Masası’nın konuğu oldu. Haber7 Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli’ye konuşan Şen, Türkiye’nin uluslararası politikasını, Libya ve Suriye’de yaşanan olayları değerlendirdi. Ortadoğu'daki gelişmelere dair açıklama yapan Şen, "İran ikili oynuyor. Mısır ve Suudi Arabistan ahmaklık yapıyor. Onlar güçten anlarlar, Türkiye'nin gücü hepsini hizaya getirecek" diye konuştu.
ABONE OLAraştırmacı, yazar Mustafa Şen, Haber7 Gündem Masası’nın konuğu oldu. Haber7 Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli’ye konuşan Şen, Türkiye’nin uluslararası politikasını, Libya ve Suriye’de yaşanan olayları değerlendirdi. Şen'in muhalefetin pozisyonu ile ilgili de çarpıcı tespitleri vardı.
-Siyaset, dış politika ve ekonomide yoğun bir yılı geride bıraktık. 2019 ile ilgili değerlendirmeniz nedir?
İç politikadan gidersek iktidar ve muhalefet arasında sert tartışmalara şahit olduk. Millet İttifakı'nın bileşenleri olan partilerin, çok üzülerek söyleyebilirim ki, iktidar partisi ne derse karşı çıkmayı, onun söylediklerinin tersini söylemeyi muhalefet zanneden bir yapı ile karşı karşıyayız. 2019 bunu net bir şekilde gösterdi. Muhalefet yerine husumet demek daha doğru. Muhalefet etmek iktidarın söylediğinin tersini söylemek değildir, iktidarın söylediğinin daha ilerisini söylemektir. İktidar, "Gel çay içelim" dediyse muhalefet çay kötüdür demektense çaydan daha iyi bir teklif öne sürmelidir. Örnekleyecek olursak, Libya meselesi konuşulduğunda muhalefet dediğiniz "Ne işimiz var Libya'da?" demez. Şunu der, "Sadece bizim deniz komşumuz Libya değil, Mısır da Filistin de Lübnan da deniz komşumuz. Bunları ne yapıyoruz? Sadece Libya ile bir mavi vatan hattı çizmek olmaz. Bunlar ile ilgili planınız nedir? Biz şu planları yaptık, bilim insanları ile bir araya geldik. Uluslararası hukuk, ticaret ve deniz ile ilgili hocalarla bir araya geldik diğer deniz komşularımız ile ilgili rapor hazırladık. İktidarsınız siz ne yaptınız?" Bunu demeleri gerekirken ne işimiz olduğunu soruyorlar. Çok basit, Kıbrıs'ta ne işimiz varsa Libya'da da o işimiz var. Antalya'da ne işimiz varsa onun çapraz karşısında o işimiz var. 21. yüzyılda ya var olacaksınız ya da olmayacaksınız. Var olmanız da artık o deniz komşularınızla olan ilişkinizi tek vatan düzeyine çıkarmanızla gerçekleşecek. Bu uluslararası hukuka uygun şekilde yapılmak zorunda.
Doğu Akdeniz'de petrol doğalgaz aramalarının yanında orada bir kısım doğal başka maddelerin de peşinde Türkiye. Ana muhalefet partisi başkanımızın sözü "Fransa, ABD orada. Türkiye niye orada değil?" İlk olarak Türkiye orada, ikincisi ise sizin bir Genel Başkan olarak bundan haberiniz yoksa siz bu konu ile ilgili ne konuşabilirsiniz? Hiçbir şey konuşamazsınız, önce öğrenmeniz gerekir.
-Suriye, İran, Irak, şimdi de Doğu Akdeniz... Hatta Libya ve Tunus çevresindeki ülkelerden bahsediyoruz. 2020’de bir sakinleme bekliyor musunuz?
Bu çok zor bir soru. Cevabını bilebilmek zor çünkü hesaba katamadığınız değişkenler denkleme girebiliyor ve her şeyi alt üst edebiliyor.
Ama daha geniş perspektiften bakar, zaman aralığını genişletirsem: 1 yıl içerisinde her şeyin düzelmeyeceğini, sorunların bölgemizde bir süre daha yaşanacağını söyleyebilirim.
Bölgenin tansiyonunun düşmesi, Türkiye’nin gücünün yükselmesine bağlı...
TÜRKİYE’Yİ DENKLEMDEN ÇIKARIRSANIZ DENKLEM BOZULUR
-Yani Türkiye denklemin önemli bir parçası?
Şöyle ki denklem Türkiyesiz olamıyor. Türkiye'yi dünyadaki herhangi önemli bir denklemden çektiğiniz zaman, o denklem çöküyor. Bu bölgemizde de böyle. Bölgemizin adına ben onun için Orta Doğu demiyorum. “Merkezi dünya” diyorum. Merkezi dünya ise Türkiyesiz hiç olamayacak bir denklem. O yüzden bölgenin istikrarı Türkiye’nin güçlenmesine bağlı çünkü bölgedeki aktörleri bir tür hizaya getirecek olan Türkiye’dir. O hizalama, barışta, huzurda ve kardeşlikte olması gereken bir hizalamadır. Bu da maalesef bazıları güçten anladığı için biraz da “güç” ile olacak. O yüzden Türkiye’nin hem bölgesel hem küresel gücünün artması lazım. İçerideki tüm milli ve yerli unsurların tek yürek halinde hareket etmesi ve içerideki kardeş, huzur, barış, istikrarı büyütmesi gerekiyor. Muhalefet yerine husumet üreten muhalefetimize rağmen bunu yapmak zorundayız.
-Batı’nın üzerimizdeki baskı ve kıskaç politikası devam ediyor. Baskının nedeni olarak da Türkiye’nin siyasi, askeri ve ekonomi anlamında yükselmesi gösteriliyor. Peki bu baskının azalmasını bekliyor musunuz?
Merkezi dünya ile ilgili söylediğim şey Batı ile de aynen ilgili... Herşeyi Türkiye'nin gelecekteki durumu belirleyecek.
ONLARIN PAZAR PAYLARINI KÜÇÜLTÜYORUZ. BU YÜZDEN RAHATSIZLAR
-Amaçladıkları şey Türkiye’yi durdurmak mıdır?
Durdurma değil de şu: Öldürmeyeceksin, oldurmayacaksın. İkisi arasında bırakmak. Türkiye’yi bir ağaç olarak düşünürseniz, köküne sürekli su koyacaksınız ama yukarıdan da sürekli budayacaksınız. Onların belirli bir aralıkta Türkiye planlamaları var. Fakat Türkiye taşımış olduğu tarihi genler sayesinde köküne su tepesine orak bir ülke değil. Bunu yaptırmaz, yaptırmıyor da. “Neden tepemi kesiyorsun” deyince “Köküne su koyuyorum onu niye görmüyorsun ya” diyenlere, şunu söyle: “Senin suyunu da istemiyorum tepemi de sana kestirmem.”
Türkiye de bunu yapıyor şu an. Şu yaptığımız önemli üretimler, yerli otomobil mesela. İsmini de dünyanın otomobili diye değiştirmek lazım. Türkiye’nin otomobili doğru ama dünyanın otomobili olacak o. bütün bunları yaparken de “Senin bana vereceğin suya ihtiyacım yok” demiş oluyoruz. “Kendi suyumla ben sulanacağım, tepeme de dokunamazsın, elini kırarım.” Bunun anlamı şu: Bir, onların Türkiye’deki pazar paylarını küçültüyoruz. İki, dünyadaki pazar paylarını küçültüyoruz. Onların mal sattığı yere biz de mal satıyoruz, onların Türkiye’deki satışlarını oransal olarak azaltıyoruz. Yerli ve milli üretimimiz artıyor çünkü. Bunun en tipik örneği milli savunma alanındaki paydır. 20 sene önce yüzde 15-20 olan bu pay şimdi yüzde 70-75'e çıktı. 2023 itibariyle bitecek olan projelerle, yani Cumhuriyet’in 100’üncü yılını esas aldığınızda, yüzde 80’leri geçecek. Bu oranı bütün alanlarda alabilirsiniz.
TÜRKİYE ALDIĞI BUĞDAY VE SAMANI KÂR EDEREK SATIYOR
Biz böyle deyince, “Ama saman ithal ediyoruz” diyorlar ya, birileri saman ile artık ne işleri varsa takmışlar buna. Tarımsal ve hayvanlar ürünlerin bütününe bakalım: Türkiye kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydi, niye böyle oldu, neden buğday alıyoruz, diyorlar. Bir dakika arkadaş. Almıyoruz, satıyoruz. Alıyoruz doğru ama ham alıp onu ürüne dönüştürüp satıyoruz. 1 liraya alıyorsak, 5-10 liraya satıyoruz. Bu yüzden alıyoruz, kendimiz yemek için değil. Yoksa tarımsal ve hayvansal üretimimiz nüfusumuza yetiyor. Fakat ihracatımız çok arttı. 180 ülkeye biz buğday ürünleri satıyoruz. Eskiden kendimiz yiyorduk, dolayısıyla almıyorduk. Şimdi alıyoruz çünkü dışarıya birkaç katı fiyata satıyoruz. Zaten olması gereken şey bu. Artı, Türkiye bir tarım ülkesi olarak mı kalsın istiyorsunuz? Bu ne biçim akıldır? Evet kendi yerli ve milli üretimini yapsın, kendi nüfusuna yetecek olanı üretsin ama diğerini de satsın. Gayrisafi milli hasılasının yüzde 70-80'i değil, yüzde 10-15'i tarımdan gelsin. Diğeri, yüksek katma değerli teknolojik ürünlerden gelsin. Siz buna karşı çıktığınız anda, “Bu ülke tarım ülkesi olarak kalsın” demiş oluyorsunuz. Türkiye dünyayla tarım ülkesi olarak baş edemez. Avrupa ve Batı’yla, genel anlamıyla emperyalist zalim güçlerle tarım ülkesi olarak mücadele edemez. Mazlumların hakkını tarım ülkesi olarak savunamaz. Dediğim güç seviyesine tarımsal üretim yaparak değil, yüksek teknoloji ile çıkabilir.
TÜRKİYE TARIM ÜLKESİ DEĞİL, SANAYİ VE TEKNOLOJİ ÜLKESİ OLMALIDIR
-Bu, tarımsal politika bilinçli bir dayatma olabilir mi?
Ben bunu hiç masum görmüyorum. Masum olsa şunu söyler: “Saman örneğinde olduğu gibi, Türkiye şu kadar saman kullanıyor, şu kadar satın aldı, sebebi de şu, sebep de gayet masum ve makul, öyle olması gerekiyordu. Ama sanayi üretiminde şunu şuraya çıkardı, teknoloji için şöyle, tarım alanlarının payı şu kadar düştü ama tarım üretimde verimliliği arttırdı” der. Bunu demeyen birisi masum değildir. Ülkenin tarım ülkesi olarak kalmasını istiyor, nüfusun büyük çoğunluğunun tarımda kalmasını, tarımın gayrisafi milli hasıla içerisindeki tarım payının en büyük olmasını istiyor. Halbuki onun en düşük pay olması lazım, tarımı teknolojik hala getirmeniz, tohumu yerlileştirmeniz gerekiyor, toprağı ıslah etmelisiniz. 3 şeyin düzeltilmesi lazım: Toprak, tohum ve insanın bağırsakları. Bu 3 sebebiyle biz ilaca çok fazla para veriyoruz. Bu 3’ünü Türkiye’nin düzeltmesi lazım. O zaman Türkiye’nin sağlık sektörüne ayırdığı ve büyük bir kısmını da ithalata verdiği 10 milyonlarca lira Türkiye’nin cebinde kalacak. Bunları konuşalım. Bana samanla gelme. Nedir saman?
ABD MUTLAK GÜÇTEN İZAFİ GÜCE DÜŞMÜŞTÜR
-ABD’nin Orta Doğu’da oyunun dışında kaldığı gibi tezler gündeme geliyor. Siz böyle düşünüyor musunuz? ABD’nin saldırganlığının bir sebebi bu diyebilir miyiz?
İzafi olarak öyle demeliyim. Mutlak olarak böyledir demek doğru değil, uluslararası ilişkiler, ticaret, stratejiler açısından baktığımızda izafi olarak böyledir. ABD düşüşte. Ama ABD sadece Orta Doğu denen Merkezi dünyada böyle değil, bütün dünyada böyle. Hemen yanı başındaki Venezuela’da darbe yapmaya kalktı, yüzüne gözüne bulaştırdı. Nereye el atıyorsa ya istediği kadar başarılı olamıyor ya da tamamen başarısız oluyor, rezil oluyor. ABD’nin genel anlamda gücü azalıyor.
Bölgemize bakarsak 50 sene önce burada ABD ne derse o oluyordu. Kendi topraklarımızdan biliyoruz ki 40 sene önce, yani 12 Eylül 1980’de Türkiye’de askeri darbe oluyor, ABD’nin Türkiye büyükelçisi ülkesine rapor geçiyor: “Bizim çocuklar başardı” diyor. Demek ki darbeyi ülkede ABD yaptırdı ve kendi çocuklarına yani uşaklarına, daha Türkçesi vatan hainlerine yaptırdı. Bakın koskoca ülkede darbe yaptırıyor. Sadece Türkiye de değil ki. Şimdi bir darbe daha yaptırmaya kalktı 15 Temmuz’da. Ama Türk milleti ABD’yi de darbeci uşaklarını da gömdü. Güneyimizde gerek Irak gerek Suriye topraklarında -o topraklar Irak ve Suriye’nindir, bu 2 ülkenin toprak bütünlüğünü savunuyoruz- bize karşı PKK ve PYD tarafından terör tehdidi geliyor. Onların ikisi de aynı şey. Biz onlara karşı aynı zamanda DEAŞ’a da karşı Suriye topraklarında mücadele yürüttük. Ama onları silah, donanım veren, eğitim ve danışmanlık sunan kimdir? ABD. Biz aslında kime karşı savaştık orada? ABD’ye karşı. Sonuç Türkiye başarılı oldu. Başarısız olan PKK ve PYD oldu. Yani kim? ABD. Binlerce uçak ve tır dolusu askeri mühimmat yığdı, teröristleri silahlandırdı, DEAŞ’ı bizatihi ABD kurdu ve biz DEAŞ, PKK ve PYD’ye karşı o topraklarda mücadele verdik ve başarılı olduk. Bu 40-50 sene önce olabilecek bir şey değildi. Bir Türkiye güçleniyor, eskisi gibi değil; iki ABD eskisi gibi değil, güçsüz. Ama ABD bölgede bitti, gücü sıfırlandı demek doğru değil, izafi olarak böyle, azaldı, ama mutlak olarak ABD hala bölgede ve başat bir faktör. ABD’nin bölgeden elinin çektirilmesi gerekiyor. Bu da bizim birinci vazifemizdir, yani ABD emperyalizmi bölgede etkisiz hale getirilmedikçe siz teröristleri etkisiz hala getirmiş olamazsınız çünkü sürekli ABD’den besleniyorlar, ABD sürekli yeni örgütler kuruyor. 10 sene sonra ortaya çıkacak bir örgüt belki de şu an kuluçkadadır. Bilmiyoruz, ama öğreneceğiz. Bu işte Türkiye’nin bölgede güçlenmesi ile alakalı bir şey.
MISIR VE SUUDİ ARABİSTAN BU AHMAKLIKTAN VAZGEÇMEK ZORUNDA
-Bu süreçte Türkiye’nin partnerleri kim olmalı?
Bölgedeki bir kısım ülkeler Türkiye ile hareket etmek zorunda. Örneğin, Mısır bu ahmaklıktan vazgeçmek zorunda. İki, Suudi Arabistan bu ahmaklıktan vazgeçmek zorunda.
ONLAR GÜÇTEN ANLIYOR. GÜÇ ONLARI HİZAYA GETİRECEK
-Vazgeçerler mi?
Vazgeçmek durumunda kalacaklar. Türkiye güçlenmeye devam ediyor. İsrail ve ABD’nin de etkisi var. Rusya etkisi var. İran ikili oynuyor, her zaman yaptığı gibi. İran da bundan vazgeçmek zorunda. Bölgenin gerçek aktörleri ile hareket etmek zorunda İran, bu da ikili oynamaktan vazgeçmek, Türkiye ile birlikte hareket etmesi anlamına geliyor. İkincisi Suudi Arabistan, Mısır, BAE gibi ülkeler, aynı zamanda Lübnan, Suriye, Irak Türkiye ile hareket etmek zorunda ama hareket etmek zorunda kalacaklar. Güç onları hizaya getirecek. Onlar güçten anlıyorlar. Bugün gücün Türkiye’de değil ABD’de olduğunu düşündükleri için ABD’nin yanında yer alıyorlar. Ama halklar öyle değil. Mesela Suudi Arabistan halkı, yöneticileri gibi düşünmüyor. Nereden biliyorum? E görüşüyoruz Araplarla. Mısırlılarla görüşüyoruz, hiçbiri darbeci Sisi gibi düşünmüyor. Elbet onun gibi düşünenler vardır ama büyük kitleler öyle düşünmüyor. Türkiye bu dediğim jeopolitik dengeleri yeniden oluşturacak güç seviyesine gelecek, o zaman da onlar Türkiye ile hareket etmek zorunda kalacaklar. Onlara diyorum ki, “Bu zaten olacak, beklemeye gerek yok, gelin bugünden yapmaya başlayın.” Doğrudan yolu değil ama yolun taşlarını döşemeye başlayın. Önerdiğim şey de kardeşlik, başka bir şey değil. Barış, istikrar, huzur, refah ve toplam olarak felahtan başka bir şey değil.
-Bütün küresel güçlerin bölgeden çıkmasını sağlayacak doğrudan bir unsur bu söylediğiniz. Çünkü asli sahipleri bu işe el koymuş olacaklar.
10-20 bin senedir burada olan insanlardan bahsediyorum ayrıca...
KÖR ODAYI RAHMETLİ ERBAKAN VE ÖZAL YIKTI
-Türkiye dünya denkleminde birilerinin ayarlarını değiştirecek hamleler yapıyor. S-400 diyoruz, birilerinden ses geliyor. Acaba açılması istenilmeyen bir kapıyı mı açıyor Türkiye?
Türkiye yeni bir kapı yapıyor aslında. Yani var olan kapılardan birini açıyor değil. Türkiye kör bir odaya hapsedilmek istendi, hatta hapsedildi de. Kör oda, yani kapısı penceresi olmayan bir oda. Oraya bir ses konuldu ve o sesi dinliyorsunuz sürekli. Türkiye bu odanın dışında bir dünya olduğunu fark etti. Bu rahmetli Necmettin Erbakan Hoca ve rahmetli Turgut Özal ile birlikte olan bir şeydir. Türkiye, “Burası kör bir oda, dünya buradan ibaret değildir ve dışarıdadır asıl dünya” diyerek duvarı delip dışarı çıktı. Bunu rahmetli Erbakan Hoca duvarı delmeye başladı. Rahmetli Özal öncülük etti. Tayyip Erdoğan şimdi bu sadece duvarlardan oluşan yapıya kapı ve pencereler koydu. Türk milleti o kapı ve pencerelerden girip çıkmaya başladı şimdi. Bu hem içeride birilerinin maşalığını yapanları hem de onların sahiplerini rahatsız ediyor. Az önce dedim, onların kendi topraklarımızdaki pazar payını küçültüyoruz. Eskiden bize sattıkları gibi satamıyorlar çünkü kendi ürettiğimiz mal var, Türk milleti onu alıyor. Ya da onların dışarıda sattığı yerlere biz satıyoruz. İşte bu açılan kapı ve pencereden oluyor bu giriş çıkışlar. Dolayısıyla kazandıkları parayı azaltıyoruz. Hem kendi paramız içeride kalıyor hem de onların parası bizde. Büyüme böyle bir şey...