28 Şubat'la ilgili çarpıcı sözler: Darbecilerin patronu hiç değişmedi
Türk siyasi tarihinde "postmodern darbe" olarak kayıtlara geçen 28 Şubat 1997'deki MGK'nin üzerinden 23 yıl geçti. O günlerin önemli tanıkları 28 Şubat'ın Türkiye'de bıraktığı izlerini Haber7'ye anlattı.
ABONE OLHaber7 - İbrahim Can
Türk siyasi tarihine "postmodern darbe" olarak geçen ve "Etkileri gerekirse bin yıl sürecek" denilen 28 Şubat 1997'deki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının üzerinden 23 yıl geçti. O dönemin önemli tanıkları, 28 Şubat'ın izlerini Haber7'ye değerlendirdi.
"TÜRKİYE BEDEL ÖDESE DE O DÖNEMDEN ÇIKTI"
28 Şubat bir post-modern darbeydi. Türkiye’de pek çok insanın bedel ödemesine sebep oldu. Milli irade üzerine vesayet odaklarının ekonomik, siyasi, askeri ve hak-hukuki yönden çöktüğü bir dönemdi. Türkiye çok ciddi bedeller ödedi. Sokakta gezen her ferdin hissettiği bir dönemdi açıkçası bu. Üniversitedeki öğrencisinden tutun, kamu veya özel sektörde çalışanlara kadar; onun dışında siyasilerin kapatma davasıyla siyasetten uzaklaştırılmaları; Sayın Cumhurbaşkanımızın bir şiir okumasıyla hapse girmesi… Bunların hepsi 28 Şubat dönemindeki vesayet odaklarının Türkiye’ye yapmaya çalıştıkları ve oldukça yoğun yaşanan bir dönemdi. Ama bu dönemden Türkiye bedel ödese de çok şükür çıktı. Darbeyi yapmaya çalışanlar ‘Bin yıl sürecek’ diyorlardı ama bin gün bile sürdüremediler ve elhamdülillah bugün Türkiye çok değişti. Özgürlükler, adalet, insan haklarında o günlerle kıyaslanmayacak bir noktaya geldi.
İnsanların inançlarını, düşüncelerini, istediği gibi giyinmelerini, özgürlüklerini yaşayabildikleri bir Türkiye var artık. Siyasetin artık sadece milletin iradesiyle şekillendiği, vesayet odaklarından güç almadığı ve milletin iradesinin dışında da başka bir güce teslim olmadığı bir siyaset anlayışı var artık Türkiye’de. En önemlisi de bu. Çünkü siyasetin güçlü olması, ülkenin güçlü olması demek. Vesayet odaklarının, darbecilerin susturulmaları demek. 28 Şubat’ta ödenen bedellerin karşılığını Türkiye görmüştür. Bu bizi Türkiye’nin değişimi sebebiyle de bize büyük bir onur kazandırmıştır. Bu ülke kolay kazanılmadı. Bu ülkenin de sahibi sadece bu millettir. Milletin dışında kimse bu topraklara sahip olamayacaktır.
Tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemdeyiz. FETÖ’nün veya PKK’nın kim olduğu, nerede olduğunun tartışıldığı bir dönemdeyiz. Bunların konuşuluyor olması şu açıdan önemli: İnsan hakları, eşitlik, özgürlük giib birtakım kisveler altında teröristlere ve terörizme destek vermeye çalışanlar var. Avrupa da dahil Türkiye’deki odakları da bu şekilde masum insanları katletmiş, masum gençleri dağa kaçırmış teröristlerin aklanma çalışmalarını görüyoruz. Asıl soruşturulması gereken, Türkiye’de bunların siyasi ayağı kimlerdir, kimler destek oluyor? Artık bunların da temizlenmesi gerekiyor.
28 ŞUBAT DARBESİ, MİLLİ VE YERLİ OLANA KARŞIYDI...
Ve yine cunta medyasına göre halk, ''1.tehlike''ydi, millet olan, ülkenin gerçek sahibi olan yerli unsur, rejim için ''1.tehlike'' ilan edilmişti 28 Şubat'ta...
Dönemin Cumhuriyet Savcısı, halkın yasal seçim sistemi çerçevesinde oy vererek iktidara taşıdığı Refah Partisi için ''metastas yapmış habis ur'' ifadesini kullanıyordu. Milletin verdiği oy önemsizleştiriliyor, milletin iradesi reddediliyor, halkın güven oyu hiçleştiriliyordu bu koşullarda.
28 Şubat 1997 darbesi, milli iradenin fail-i meçhul ediliş günüdür...
Çünkü bu darbede cunta ortakları içiçedir. Batı Çalışma Grubuna eşlik eden, medya, yargı, üniversiteler, sendikalar da milli iradenin yağmalandığı bu çapula ortaktır. Kamusal alan ve merkez tanımlarını kendi kullanımlarına uygun, ama yerli olana, taşraya, ötekine yasak ve uzak kılan bakışın kurduğu krizin ismidir 28 Şubat...
Ve CHP, tek parti günlerinden beri bunun merkezindedir! Diğer bütün darbelerin de vesvasil cadısı olduğu gibi, 28 Şubat hummasının da kötülük fısıldayıcısıdır... ''Ben kurdum, ben bilirim, ben pay ederim, var dersem var, yok dersem yok'' iddiası, aslen insanımız için kurgulanmış ''varoluş/varolamayış mimarisi''nin gerilimidir 28 Şubat 1997... Seçkinlerin dayattığı demirden mimarinin infilakıdır aslında... O güne kadar tam anlamıyla varolamamışların, varlıklarını sorgulamaya başlamasının oligarklar tarafından bastırılması anlamındadır 28 Şubat...
Buğdayı ekip biçip, ekmeği yoğurup fırında pişirdiği halde, ancak payına düşen tayınla idare etmiş olan aziz millet; ''biz de varız ve işte buradayız'' dediği için suçludur ve ''1.tehlike''... Ve işte bu yerli damarın, hakkını sormak için doğrulan milletin susturulma, püskürtülme girişimidir 28 Şubat...
Askeri helikopterle golf oynamaya giden komutanların, evladını şehit veren halktan duyduğu memnuniyetsizliktir 28 Şubat. Evladını şehit vermiş başı örtülü anneyi, evcil hayvanlarla bir tutarak, ''başı örtülüler ve evcil hayvanlar giremez'' levhasını, ''kamusal alan''larının kapısına asabilenlerin darbesidir 28 Şubat... İmam Hatip Liselerindeki 13 yaşındaki çocuklara keskin nişancı göndermiş adamların yaptığı, kirliden daha kirli yapış yapış ve toplumun her zerresine kadar sirayet ettirilmiş bir darbedir 28 Şubat...
28 Şubat'ı, hastane kapılarında beklerken can vermiş Medine Bircan teyzenin kenarı oyalı tülbentinden sorun... 28 Şubat'ı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinin önünde kaburgaları kırılan Nuray Canan'ın kaybettiği hiç doğamamış düşük bebeğinden sorun... 28 Şubat'ı, Başbakan emriyle ''haddi bildirilen'' Merve Kavakçı'nın kameralar eşliğinde bir gece vakti basılan evinden, ninesi ve iki küçük kızıyla kırılmaması için önünde dua ettiği evinin kapısından, o kapıya yasladığı sırtının yalnızlığından, o kelebeksi yalnızlığın aslında gözle görünmeyen bir dağ kadar güçlü olduğundan sorun...
En zayıf halkdan, en dayanıklı savunmanın nasıl çıkabileceğinden... Çeliğin ipeği kesemediğinden... İnancın mahrumiyete nasıl göğüs gerebileceğinden...Buzulların kalbini yarıp gün yüzüne çıkacak filizlerin iradesinden... Bahsetsin size 28 Şubat...
"PATRON HİÇ DEĞİŞMEDİ"
Bundan sonraki darbe teşebbüslerine karşı hazırlıklı olmamız için, darbelerin yarattığı tahribatları, bu darbelerin himayesinde gerçekleşen küresel soygunu, sistematik insan hakları ihlallerini, gelecek nesillere aktarmamız gerekiyor. Eğitim kurumlarında, hakim ve savcılarımıza bu konuda eğitim vermemiz, toplumu bilinçlendirmemiz gerekiyor.
Türkiye'deki darbeleri tamamı ABD/Pentagon yapımıdır. Darbelerde taşeronlar değişmiş, ama patron hiç değişmemiştir. ABD FETO'den sonra başka taşeronlar bulmaya çalışacaktır.
Bugün bile bazı ülkelerde darbe yapılması, darbe teşebbüsünde bulunulması, darbecileri caydıracak bir hukuki altyapının olmadığını göstermektedir. Darbecilerin bütün dünyada yargılanabilmesi için, milletler arası bir sözleşmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Türkiye bu konuda öncülük yapabilir, yüzden fazla ülkenin böyle bir sözleşmeye imza atacağını düşünüyorum. Anayasada, darbe veya darbeye teşebbüs suçlarına iştirak edenlerin cezalandırılması ve darbe ve darbe teşebbüsü mağdurlarının açacağı tazminat davalarında zaman aşımı işlemeyeceği şeklinde değişiklik yapılması gerekiyor.
28 Şubat darbesi, kamu görevlileri (ordu, emniyet, yargı, vs.), medya, YÖK, sermaye, STK, siyaset ayağı desteğiyle gerçekleştirildiği halde, sadece, genelkurmay başkanlığında kurulan "Batı Çalışma Grubu" aleyhine dava açıldı. Darbenin diğer bileşenleri hakkında soruşturma yürütüldüğü belirtilmesine rağmen, yıllardır bu kişiler hakkında dava açılmadı. Bu darbenin diğer bileşenleri hakkında da bir an önce kamu davası açılmasını bekliyoruz. Ankara istinaf mahkemesinin de, (sanıkların yaş durumunu göz önünde bulundurarak) 28 şubat davasında mahkemenin vermiş olduğu kararı bir an önce incelemesini ve sonuçlandırmasını bekliyoruz.
"BU SÜRECİ ONLAR DA PEK RAHAT GEÇİREMEDİLER"
Dönemin askeri sorumlularıyla alakalı en azından bir şeyler yapılabildi. Sonuç tatmin edici, tatmin edici değil ayrı bir konu. Ama mevcut mevzuat sebebiyle muhtemelen dönemin sivil sorumluları maalesef soruşturmadan ayrı kaldılar. Muhtemelen onlar da bu süreç içinde bir gün kapılarının çalınacağı beklentisiyle herhalde pek de rahat geçirmediler.
Hakikaten çok şeyler çektirdiler bu millete. Cenab-ı Hak inşallah bir daha benzer süreçlerle bizi karşı karşıya bırakmasın. Hakikaten zor, sıkıntılı. Birçok insanın ağır bedeller ödediği bir süreçti.
"EN ÇETİN DARBE"
28 Şubat aslında Türkiye’de çok büyük bir kıyıma vesile olan darbelerin en çetini diyebileceğim bir darbe çeşididir. Bu darbenin sonuçlarının da ortadan kaldırılmasının ve sorumlularından tam anlamıyla hesap sorulması gerektiğini düşünüyorum.
"DARBELERİN ANASI"
28 Şubat’ı aslında karşımızda tek bir yapı yapmadı. 15 Temmuz’da işgal girişimi yapan FETÖ ile vesayetçi diye adlandırılan Kemalist kesimin iş birliği neticesinde oldu. Vesayetçi anlayış başörtüsünü yasaklarken FETÖ lideri Fetullah Gülen’in başörtü mücadelesine köstek olacak açıklamaları oldu. Bizi yargılayanlar bu iş birliğinin içinde olan insanlardı. Yani savcısı onlardandır, hakimi vesayetçiydi. 28 Şubat post-modern darbesinin iyi irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bugün ülkemizde darbe olur mu olmaz mı tartışmalarının hepsi 28 Şubat’tan tam olarak hesap soramamaktan kaynaklanıyor. Bugün, darbeden sorumlu olanlar cezasını cezaevinde değil şezlonglarda çekiyor. O zaman 50’den, 60’dan sonra kalksın herkes darbe yapsın. Yaşı nedeniyle bıraksınlar. Beni nasıl 14 yaşımda idamla yargıladılarsa, yaşlılarımızı da yargılarlar idam cezası verirler.
Bugün Sivas mağduru Ahmet amcanın neredeyse komadaki halini dışarı almak için feryat figan edip de çok zor netice alabiliyorsak, darbeci de bunu yanına koyup cezasını şezlongda çekiyorsa buna gülünür. Gerçekleri söylemek lazım. Bugün darbe olur-olmaz söylentilerinin hepsinin sebebi karşı tarafa verilen cesarettir.
28 Şubat’ın yargı ayaklarından birisi (Mete Yüksel) bugün çıkıp da Erdoğan’ın yargılanması gerektiğini söylüyor. Hayırdır? Sen nereden aldın bu gücü? Veya İlker Başbuğ; nereden aldın sen bu gücü?
Darbe tehlikesi yok diyorlar. Bu söylentileri çıkaran asker kökenli insanların da milletin askeri olduğunu düşünmüyorum. Bir yerlerden gazı alıp bu söylentileri çıkarıyorlar. O yüzden 28 Şubat darbelerin anasıdır, biz bu darbenin hesabını sormazsak, hep darbeleri konuşmaya devam edeceğiz.