'FETÖ ile bu mücadele yapılmazsa ihanet tazelenir'

Star Gazetesi yazarı Nuh Albayrak, 15 Temmuz darbe girişiminin 4. yıl dönümünde FETÖ'ye ilişkin çarpıcı bir yazı kaleme aldı. Albayrak, FETÖ'nün Vatikan'la ortak yürüttüğü projeleri tek tek sıraladı. Ayrıca, yargı mücadelesinin fikri mücadeleyle desteklenmesi gerektiğini belirterek, "Bu mücadele yapılmazsa ihanet tazelenir" dedi.

ABONE OL
GİRİŞ 14.07.2020 14:30 GÜNCELLEME 14.07.2020 14:30 GÜNCEL
'FETÖ ile bu mücadele yapılmazsa ihanet tazelenir'

Star Gazetesi yazarı Nuh Albayrak, FETÖ'yle mücadeleye ilişkin dikkat çeken bir yazı kaleme aldı. Albayrak'ın, "İhanet ağacı”nın sadece kolları budanırsa gövdesi daha da güçlenir" başlıklı yazısı şöyle:

 

“FETÖ İLE MÜCADELE DOSYASI”

Bu dosya Dinlerarası Diyalog söylemlerinin; İslamiyet’i yozlaştırmak suretiyle Hristiyanlıkla aynı seviyeye getirerek Hristiyanlığa geçişi kolaylaştırmayı amaçlayan bir Vatikan Projesi olduğunu, bu hıyanet projesini Türkiye’de FETÖ’nün üstlendiğini, bu “en derin darbe”nin hesabı sorulmadıkça bu hıyanet şebekesinin yok edilemeyeceğini ihtiva etmektedir.

 

Bir haftalık çalışmadan özetlediğimiz metnin tamamını okumanızı tavsiye ederiz.
 

***

Fetullah Gülen, 20 Mart 1981 tarihinde Diyanet’e verdiği dilekçeyle, aradan geçen 40 yıla rağmen hâlâ tıkır tıkır çalışan kalbine iftira atarak, “Dört yıldır devam eden kalp rahatsızlığım şiddetlendi” gerekçesiyle istifa etmişti.

O güne kadar muhtelif camilerde verdiği vaazlarında, Hristiyan Batı’ya, ağır hakaretlere varan ifadelerle yüklenen Fetullah Gülen’in resmî görevinden ayrıldıktan sonra daha da sertleşmesi beklenirken tam tersi olmuştu.

Bir “sessizlik” döneminden sonra yepyeni bir Fetullah Gülen ortaya çıkmıştı. Adeta resetlenmiş; yeni bir format yüklenmişti. Artık sarığı-cübbeyi çıkarmış, Hristiyanlara karşı lisanı yumuşamış; tam “Batılılaşmış”tı...

Fetullah Gülen’in, girdiği yeni yolunun, kısa bir süre sonra; Kasım Gülek vasıtasıyla CIA ile kesiştiğini görüyoruz. Bu buluşma; Amerika’nın “Yürü ya hoca…” dedirten destek ve himayesinin başlaması anlamına geliyordu. (1)

“Fetullahçılar” artık yürümeyi bırakın; “depar”a kalkmıştı. İçeride medya başta olmak üzere her sektörde boy göstermeye başlayan örgüt, dünyada da; daha sonra “CIA ofisi” olarak anılacak olan okulları mantar gibi serpiyordu.

Kendilerini “cemaat, hizmet camiası” gibi dinî mefhumlarla adlandırıyor, bu sayede dindarlardan; yüksek miktarda “hizmet bedeli” topluyorlardı. Önceleri sırnaşık dilenciler gibi zorlayan yöntemler, ilerleyen yıllarda özellikle işadamlarından; devletteki güçlerini kullanarak “şantajla gasp”a dönüşecekti.

Girdikleri sektörlerde ise kısa sürede liderlik koltuğuna yapışıyorlardı. Bu tırmanışın sırrı, sektördeki başarılı kurumları aynen taklit etmek ve kumpaslarla onları devre dışı bırakmaktı. Mesela, 1987 yılında ele geçirdikleri Zaman gazetesinde, Türkiye’nin “abone” sistemini aynen taklit ettiler. Büro ve dağıtım elemanı gibi altyapıyı tamamladıktan sonra ise “Türkiye gazetesi Yahudilere satıldı” kampanyası başlattılar. Peşinden de “5 Türkiye gazetesi abonesini, Zaman’a döndürene bir cumhuriyet altını hediye” kampanyası başlattılar. Bu sayıyı 20’ye çıkaranı ise “umre” ile ödüllendirdiler!

RAKİPLERİ “DEVLET” GÜCÜYLE EZDİLER

İlerleyen yıllarda önlerini açmak için devleti kullandılar.

Çünkü, siyasilerin desteğiyle süratle devlette örgütleniyorlardı. 17 Aralık kalkışmasından sonra başlayan operasyon sebebiyle Başbakan Erdoğan’a ateş püsküren F.Gülen, “Özal bize kefil oldu, Süleyman bey 20 devlet başkanına mektup yazdı; referans oldu, bundan evvelki de (Gül) telefon etti; görüştüğü liderlere söyledi, Ecevit; ceketini düğmeleyerek karşılardı” derken bu yoğun desteği itiraf etmiştir. (2)

Önce Diyanet’e sızdılar. Çünkü, örgütün “cemaat” ve “hizmet” görüntüsü altında ilerlemesi için Diyanet kritik bir görev üstlenecekti!

Diğer sektörlerdeki yol temizleme işini ise “TSK” üstlenmişti. 28 Şubat’ta Fetullahçıların, bütün sektörlerdeki “muhafazakâr” rakiplerini, “irtica” ithamıyla imha etmiş; bunlara ise “Yürüyün” demişlerdi. TSK’dan kovdukları dindar subay ve astsubayların yerine de bu “cemaatçileri” koymuşlardı. “Füruat(!)” olan başörtüsünü atan hanımlarını koluna takan Fetullahçılar, ellerindeki viski kadehleriyle; salına salına en üst rütbelere yürümüş ve 15 Temmuz’a hazırlık için hıyanet fidanları dikmişlerdi.

ASIL “YOLCULUK” ROMA’YA

Fetullah Gülen’in Vatikan’a çıkan yolculuğunu daha iyi anlamak için tekrar 80’lere dönelim.

Batı’ya karşı “şahin” Fetullah Gülen’in “güvercin”leşerek, “hoşgörü”yü ağzından düşürmez olduğu dönem, Hristiyanların başlattığı “Başka dinlerle diyalog” süreciyle tam örtüşüyordu.

Şöyle ki…

Papalığın strateji zirvesi II. Konsil, 1962’den itibaren üç yıl devam eden müzakerelerde, “Müslümanlar arasına sinsice sızarak Hristiyanlığı nasıl yayacaklarını” enine boyuna görüştü ve sonuçlar “Başka Dinlerle İlişkiler Deklarasyonu” adıyla 28 Ekim 1965’te kabul edildi ve “Papa VI. Paul Vizyonu” olarak yürürlüğe girdi. (3)

Yeni Papanın yeni vizyonu, “İslam ülkelerindeki ‘uygun’ kişilerle ‘işbirliği’ yaparak, Müslümanları dinden uzaklaştırmak, böylece misyonerlerin işini kolaylaştırmak”tı.

Bu projede, Cumhuriyet döneminde ilerleme kaydedilen ama bir türlü sonuçlanamayan “Anadolu’yu Hristiyanlaştırma” hedefine ulaşılması bakımından Türkiye çok önemliydi. Nitekim bu yeni vizyonun ilanından hemen sonra (25 Temmuz 1967) ilk defa bir “papa” Türkiye’ye gelmiş, bu ziyaretin hikmetini de “Türk milletine duyduğu takdir hislerinin bir ifadesi” şeklinde dile getirmişti!

Gerçi bu ziyarette, Papa VI. Paul’un, Ayasofya’da diz çöküp dua etmesi sebebiyle, laikliğimize zarar verdi diye ortalık karışmış, Demirel hükümetine soru önergesi verilmişti.

VATİKAN’DA DİYALOG SEKRETERYASI

Diyalog yöntemini takip ve koordine etmek için Vatikan’da kurulan “Hristiyan Olmayanlar Sekreteryası”nın başına getirilen (1973) Pietro Rossano, Bulletin'deki yazısında, “Diyalog, İncil'i yayma misyonumuzun çerçevesi içinde yer alır” diyordu.

1978’de Vatikan nöbetini devralan Papa II. John Paul ise 1991 yılında ilan ettiği Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) genelgesinde “Dinlerarası Diyalog”u, “Bütün insanları kiliseye döndürme misyonumuz” şeklinde ifade etmiş, 24 Aralık 1999 yılında yayınladığı “Milenyum Mesajı”nda da başlamakta olan üçüncü “binyıl”daki hedeflerini, "İlk bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım" şeklinde ilan etmişti. (4)

Uzatmaya gerek yok…

“Dinlerarası Diyalog” İncil’in “Bütün dünyayı Hristiyanlaştırın” emrine ulaşma arayışları çerçevesinde, en çok zorlandıkları Türkiye gibi ülkelerde uygulanmak üzere geliştirilen bir “Vatikan Projesi”dir ve Türkiye’deki yüklenicisi ise Fetullah Gülen ve örgütüdür. Bu da bizim keşfimiz filan değil; defalarca dile getirilmiş, yargıda tescillenmiş bir gerçektir.

Zaten Fetullah Gülen bunları, 9 Şubat 1998’deki Vatikan ziyareti sırasında Papaya sunduğu mektupta, “Papa VI. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan dinlerarası diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazi yardımlarımızı sunmak için size geldik” şeklinde açıkça ifade ettiği misyon buydu.(5)

VATİKAN PROJESİ TÜRKİYE'DE NASIL YÜRÜDÜ?

Vatikan’daki görüntü, sıradan bir ziyaret değildi. Bu görüşmeden 12 gün sonra Papa II. Paul’un atadığı 20 kardinale ilaveten yüz yıldır kullanılmayan “in pecture” (kendi ülkesinde başka dine mensup görünerek kimliğini gizleyen görevli) yöntemi ile atanan iki “özel” kardinalden biri Fetullah Gülen idi.(6)

Peki Fetullah Gülen Vatikan’ın “Asya’yı Hristiyanlaştırma Misyonu”nun nasıl “parçası” oldu?

Türkiye’deki adı “Dinlerarası Diyalog” olan bu “Vatikan Projesi”nin sosyal altyapısını Abant Platformu oluşturmuş, Diyanet de “vize” vermiştir.

1994 yılında kurulup uykuya yatırılmış olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bu ziyaretten sonra birden bire hareketlendiğini görüyoruz. Vatikan’da detaylandırılan “Dinlerarası Diyalog Projesi”nin PR’ı, bu vakfın organize ettiği “Abant Platformları”na katılan popüler isimler üzerinden yapıldı.

Tesadüfe(!) bakın ki, Vatikan’daki kabulden hemen sonra düzenlenen ilk Abant Platformu’nun konusu “İslam’da Akıl-Vahiy İlişkisi” olarak seçilmişti. Hemen fark edilmiyor olabilir ama bu, Vatikan Projesi’ne damardan destek için özel olarak seçilmiş bir konudur. Nitekim “özel” seçilmiş isimlerin, güdümlü komisyonlarda ortaya koyduğu, “Her mümin Kur’an’dan anladığına göre hayatını dizayn etmeli” şeklindeki sinsi sapkınlık, “Sonuç Bildirisi” olarak ilan etmiştir. Hedef, Müslüman sayısı kadar farklı “İslam”ın ortaya çıkması, yani İslamiyet’in de yozlaştırılarak Hristiyanlık ile eşdeğer hale gelmesiydi. Zira aynı bildiride, “Hiçbir fert, dinin anlaşılması konusunda ilahî bir yetkiye sahip değildir” diyerek, İslamiyet’i bize ulaştıran Ehl-i Sünnet alimlerini ve “Sünnet, İcma-i Ümmet, Kıyas-ı Fukaha” gibi kaynakları hatta vahyin asıl muhatabı olan “Peygamber”i dahi yok saymaktadırlar ki Vatikan’ın, “Müslümanları önce İslam’ın aslından uzaklaştır, sonra Hristiyanlığa yaklaştır” taktiği de bunun ta kendisidir.

Zaten Fetullah Gülen de 1. Abant Platformu’nun çerçevesini çizen “Vahye dayalı, hayatın her alanını kuşatan İslam’ı tehlikeli buluyorum” mesajıyla, adı “İslam” olan ama aynen “zamane Hristiyanlığı” gibi; hiçbir yükümlülük getirmeyen bir “sözde İslam”ı hakim kılma çabasını ortaya koymuştu.

Birkaç yıl sonra başlatılan “Türkçe Olimpiyatları”nda verilen “Bütün dinler buluşuyor, hepimiz kardeşiz” mesajıyla da çaktırmadan; “Bütün müminler kardeştir” düsturu değiştirilmeye çalışılmıştır.

FETÖ’NÜN EN BÜYÜK DARBESİ İSLAMİYET’E

Şimdi kısaca Fetullah Gülen’in Vatikan’daki kabulünün ve üstlendiği “Dinlerarası Diyalog” görevinin İslamiyet’teki anlamına bakalım.

Baştan belirtelim ki, farklı din mensupları ile işbirliği yapmakta bir problem yoktur, zaten bunu en çok Türkiye istemektedir. Bizim amacımız, “diyalog” arkasına gizlenmiş olan sinsi Haçlı Seferine dikkat çekmektir.

Yani farklı inanca sahip “birey”ler arasında diyalog olabilir ama “din”ler arasında diyalog demek, tıpkı “Birleşik Kaplar Kuralı” gibi İslamiyet’in, “din” hüviyetini kaybetmiş olan Hristiyanlık ve Yahudilikle aynı çukura düşmesi demektir. Onun için de zaten dinlerarası diyalog talebi hep karşı taraftan gelmiştir. Aslında “diyalog” maskesi altına gizlenen şey, İslamiyet’in feda edilmesidir. Dinlerarası diyalog mimarlarından İskoç papaz Montgomery Watt, “Diyaloğun ilk şartı ‘Benim dinim doğrudur, diğerleri yanlıştır’ inancından vazgeçmektir” diyerek bunu açıkça ortaya koymuştur. (7) Oysa İslamiyet’in buna cevabı nettir: “Allah indinde hak din ancak İslâm’dır.” (Âl-i İmrân Suresi, 19. Ayet)

Zaten Hristiyanlar, “diyalog” kelimesini bile çarpıtmakta; istismar etmektedir. Bu nasıl bir “çarpık diyalog”tur ki, biz bütün peygamberlere inanıyoruz ama onlar bizim peygamberimize inanmıyor, bu ihanet üzerinde diyalog istiyorlar.

Yani FETÖ’nün abandığı, “Dinlerarası Diyalog”, İslamiyet’in içini boşaltarak Müslümanları Hristiyanlaştırmaya yönelik bir Vatikan Projesidir. Aslında FETÖ’nün en “derin” darbesi de budur.

VATİKAN PROJESİ DESTEKLENİR Mİ?

Kabul edilemez olan şey ise Diyanet ve birçok muhafazakarın bu hain projeye destek vermesidir. “Dinlerarası Diyalog Projesi”ne en güçlü referansı, dinimizi saldırılardan korumakla yükümlü olan Diyanet vermiştir. Bu öyle bir “İngiliz” taktiğidir ki, Diyanet’e önceden yerleştirilen Fetullahçılar, İslamiyet’i yok etme projesi olan “Dinlerarası Diyalog”u, İslamiyet’i temsil eden Diyanet üzerinden Müslümanlara servis etmişlerdir.

Diyalog saldırılarının en yoğun olduğu yıllarda Diyanet’i emanet ettiğimiz Mehmet Aydın, İslamiyet’ten çok Hristiyanlıkla meşgul olan ve “Kur’an tarihseldir, yüzde 40’ı değiştirilmeli veya çıkarılmalıdır” diyen bir lejyonerdir. (8)

Bu kişi, Diyanet’in “Din Şuraları”nı da adeta Abant Toplantıları’nın kopyası haline getirmiştir. “Vatikan Zirvesi”nden sonraki din şuralarının ana konusu “Dinlerarası Diyalog”dur. Özellikle, 23-27 Kasım 1998 tarihinde düzenlenen ilk “diyalog şurası” olan II. Din Şurası’nın sonuç bildirisi, Hristiyanlıkla entegrasyon çabalarının damga vurduğu “Dinlerarası Diyalog Manifestosu” gibidir.

Mesela 28. maddede “Farklı din mensupları, kendi dinleri dışındaki dinleri taassup ve önyargıdan uzak olarak tanımaya çalışmalı ve bu yönde gayret sarf etmelidir” denmektedir ki, tam da papaz Watt’ın, “Bütün dinler aynı seviyededir” önşartının ifadesidir.

Burada sinsi bir oyun sergilenmektedir. Din özelliğini kaybetmiş Hristiyanlığa mensup birinin, önyargıdan uzak olarak İslamiyet’i tanıma çabası ile, tek sahih din olan İslamiyet’e mensup birinin “önyargısız” olarak Hristiyanlıkla meşgul olması aynı şey değildir. Entrika da burada gizlidir. Diyalog askerleri, İslamiyet’in üstünlüğünü yok sayarak “eşit şartlardaki alternatifler”den bahsetmektir ki; sahih İslam asla orada yer almamaktadır.

Bu sonuç bildirisinde vahim bir skandala daha imza atılmıştır.

Tıpkı Vatikan’ın, II. Konsil’de alınan “Dinlerarası Diyalog Kararı”nın gerçekleşmesi için kurduğu ‘Hristiyan Olmayanlar Sekreteryası’ gibi, Din Şurası da (madde 37) “Diyanet bünyesinde ‘Dinlerarası Diyalog Genel Sekreterliği’ kurulmalı” tavsiyesinde bulunmuştur. (9)

KARŞI ÇIKANI AFOROZ ETTİLER!

O günlerde “İslam’ın hoşgörüsü” masalına aldanmayarak, bu din katliamına karşı çıkanları engellemeye çalışıyor, susmayana fatura ödetiyorlardı. O dönemde yöneticilik yaptığım Türkiye gazetesindeki bazı yazarlar bu konuyu sık sık dile getiriyordu. (Ki, merhum Mehmet Oruç; bu yazılarını 2003 yılında “Diyalog Tuzağı” adıyla bastırdı.) İşte o günlerde Zaman gazetesi yöneticileri, “Nolur, yazarlarınız bu konuyu bu kadar sık gündeme getirmesin” diye yalvarıyordu.

Yine Diyanet’in; Hazret-i Muhammed’i (Sallallahü Aleyhi Vesellem) anlatmak için başlattığı Kutlu Doğum Haftası da o dönemde, “Peygamber”i unutturarak; İslamiyet’i, tahrif edilmiş Hristiyanlık ile aynı seviyeye düşürerek, Hristiyanlığa geçişin kolaylaştırılması” demek olan “Dinlerarası Diyalog” yayınlarının, müftüler yardımıyla dağıtılması için kullanılan bir platforma dönüşmüştür.

Netice itibariyle Fetullah Gülen, Diyanet’in de bütün gücüyle sırtladığı bu Vatikan Projesi’ni, farklı organizasyon ve çevreleri de devreye sokarak kesintisiz sürdürmüş ve maalesef; büyük bir çürümeyi gerçekleştirmiştir. Bugün “içi boşaltılmış muhafazakârlık”tan, “dindarlar arasında yayılan deizm ve ateizm”den bahsedenler, bu yaşananların; o yıllarda ekilen “Dinlerarası Diyalog” tohumlarının acı meyveleri olduğunu görmezden gelmektedir.

BU İHANETİN MİLADI YOK…

Hukuki mücadele için 17/25 Aralık 2013 Yargı Darbesi “milad” kabul edilebilir. Ancak 17/25 ve 15 Temmuz, Haçlı-Siyonist İttifakın emperyalist hedeflerine ulaşması ve özellikle de Türklerin Hristiyanlaştırılması için gerekli bir “araç”tan ibarettir. Asıl büyük operasyon, FETÖ üzerinden İslam’a karşı yürütülen Haçlı Seferidir.

Vatikan işçisi; Haçlı işbirlikçisi FETÖ’nün, göz göre göre; on yıllarca İslamiyet’i kemirmesine ses çıkarılmamış, hatta desteklenmiştir. Ancak, devleti devirmeye yönelince “suç örgütü” olarak ilan edilmiş ve FETÖ ile mücadele başlatılmıştır.

Tabii ki doğal olarak devlet bu mücadeleyi, “yargı” üzerinden ve “suç” olarak tanımladığı “darbe”ye teşebbüs edenler ve bu örgüte destek verenler üzerinden yürütmektedir. Bu bile, binbir engelleme ve kumpasa rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlılığı ve tehditlere kulak asmayan cesur yargıçlar sayesinde yürümektedir. Ne var ki, yargı üzerinden yürüyen mücadelenin tamamlanması, FETÖ ile mücadelenin “başarıyla” tamamlandığı anlamına gelmemektedir. Zira FETÖ’nün asıl ihanetini İslamiyet’e yönelik sinsi operasyonları oluşturmaktadır. Bu sapıklıkları açık olarak ifşa edilip çürütülmedikçe FETÖ’nün; asıl gücünü oluşturan taban desteği sona ermeyecektir. Nitekim, o dinî sabıkaları etkin olarak ilan edilmediği için FETÖ’nün hıyaneti tam izah edilememiş, bundan istifade eden örgüt ise darbecilere verilen cezalardan bile “mağduriyet” oluşturma çabasına girmiştir.

SAPIK ZİHNİYET İLE DE MÜCADELE ŞARTTIR

Meselenin bu tarafı yargının değil Diyanet’in görevidir. Bu; Diyanet’in hem görevi hem de, geçmişte verilen yoğun destekten dolayı borcudur.

26 Temmuz 2017 günü Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in “Gecikmiş bir vazife” itirafıyla açıkladığı "FETÖ Raporu", bilinenlerin tekrarı olsa da, netice itibariyle, FETÖ’nün; Vatikan hedefleri için İslamiyet’i istismar eden bir örgüt olduğunun Diyanet tarafından tescilidir. Bu ikrar ise FETÖ ile daha etkin mücadele yükümlülüğü getirmiştir. Oysa bir şey değişmemiş, “rapor” yayınlamış olmanın rahatlığıyla aynı minval üzere devam edilmiştir. (10)

Rehavete bakın ki, 15 Temmuz darbe girişimi olmuş, Diyanet, FETÖ ile mücadele için olağanüstü din şurası düzenlemişti ama 1998’deki II. Din Şurası’nda açıklanan “Dinler arasındaki diyaloğun, daha geniş tabanlara yayılması konusunda çalışmalar yapılmalı" ve “Diyanet bünyesinde ‘Dinlerarası Diyalog Genel Sekreterliği’ kurulmalı” tavsiyelerinin de yer aldığı sonuç bildirisi Diyanet'in resmi sitesinde hâlâ duruyordu.

Bu FETÖ damgaları ancak, Cumhuriyet gazetesinin 7 Eylül 2018 tarihli haberinden sonra kaldırıldı. Tabii ki sabıkalı içerik sadece II. Din Şurası Sonuç Bildirisi’nden ibaret değildi. Nitekim, Diyanet’in resmî sitesinde “Din Şuraları” başlığını tıkladığınızda, 1993 yılında düzenlenen I. Din Şurası’ndan 8 Aralık 2014 tarihinde düzenlenen V. Din Şurası’na atladığını görürsünüz…

BU MÜCADELE YAPILMAZSA İHANET TAZELENİR

Yargı mücadelesi, fikrî mücadele ile desteklenmelidir. Bu da Diyanet’in ve “din” derdi olan Müslümanların işidir. Bu konuda, ülke yönetiminden beklenebilecek tek katkı; iradedir. Bu da en üst seviyede gösterilmektedir.

Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatı üzerine 3 Ağustos 2016 tarihinde Ankara’da toplanan “Olağanüstü Din Şûrası”nın tek gündemi, FETÖ ile fikrî mücadelenin güçlendirilmesiydi. Erdoğan ertesi gün, ekonomik bir toplantıda olmasına rağmen, Din Şurası’nda yaptığı açılış konuşmasını kastederek, “Dün söylemeyi unuttum, bugün buradan söylemem lazım. Diyanet İşleri Başkanımıza, ‘Pensilvanya’daki şarlatanın sözde eserlerini Din İşleri Yüksek Kurulumuz; A’dan Z’ye incelesin; inceletsin. Dinimizle bağdaşmayan birçok ifade var. Bunları toplayın ve ‘FETO’nun Günah Galerisi’ diye bir kitap yayınlayın. Burada bütün gerçekler ortaya serilsin’ dedim" ifadesiyle bu iradenin altını çizmiştir. (11)

Elbette bu yönde bazı adımlar atılmıştır. Ancak ortadaki problem, çok daha yaygın ve istikrarlı bir mücadele gerektirmektedir. Vaaz ve hutbelerde bunların İslamiyet’i nasıl bozmaya çalıştıkları; Ehl-i Sünnet kriterleri çerçevesinde sürekli olarak halka anlatılmalıdır. Oysa nedense; imam ve hatipler bu konuda konuşmaktan hâlâ çekinmektedir.

Unutulmamalıdır ki halen yapılmakta olan mücadele, sadece “FETÖ ihanet ağacı”nın; çok uzayan dallarını budamaktan ibarettir. “Asıl gövde” olan din istismarcılığı ifşa edilmediği sürece bu ihanet tazelenerek devam edecektir.

DİPNOTLAR

1- FETÖ/PDY Çatı İddianamesi

2- https://www.youtube.com/watch?v=JUjgPo2eUNY

3- TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul-2012, c. 42, s. 568-569

4- Dinlerarası Diyalog Tuzağı ve Dinde Reform, Mehmet Oruç, İstanbul-2003

5- Fetullah Gülen’in Papa’ya mektubu, Zaman gazetesi 10 Şubat 1998

6- İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı İddianamesi

7- M. Watt, Modern Dünyada İslam Vahyi, 1982; Mustafa Aşık, Fetullah Gülen Aynası, s: 30

8- http://ahmetsimsirgil.com/asrin-ihanetinin-analizi/

9- (II. Din Şûrası Nihai Kararları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2003, s. 780)

10-DİB, Din İşleri Yüksek Kurulu “Kendi Dilinden FETÖ- Örgütlü Bir Din İstismarı Raporu”

11- https://www.trthaber.com/haber/gundem/bunlar-allahi-istismar-ederek-milleti-aldattilar-264388.html

KAYNAK : STAR