"Âkif gerçek bir “Kur’ân şairi”dir"
Mehmet Akif'in hayatının merkezi olan cami, eğitimden cihada kadar bütün alanlara yön verir. Akif, çocukluğunda başlayıp yirmi yaşında tamamladığı hafızlığını Arapça ve mûsikî bilgisi ile de destekler ve bir Kur’ân aşığı olur. Akit yazarı Abdullah Yıldız, ahir ömründe tam yedi yılını Kur’ân meali yazmakla geçiren Âkif'in gerçek bir “Kur’ân şairi” olduğunu ifade ederek, köşesine taşıdı.
ABONE OLAkit gazetesi yazarı Abdullah Yıldız'ın bugünkü "Mehmet Âkif ve Namaz" yazısından ilgili bölüm şöyle:
"Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: “Bu gece,
Sizinle câmie gitsek çocuklar erkence.
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;
Merâmınız yaramazlıksa işte ev, oturun!”
Deyip alırdı berâber benimle kardeşimi.
Mehmet Âkif’in “Fatih Camii” şiirindeki bu dizeler babasının ona camiyi ve namazı nasıl sevdirdiğini gösterir. Namaz ve cami aşkı Âkif’in benliğine öylesine siner ki, en önemli eseri Safahat’ın ikinci kitabı “Süleymaniye Kürsüsünde”, dördüncü kitabı da “Fatih Kürsüsünde” başlığını taşır.
Fatih Camii’ni, akıp giden hayatın sükûn bulduğu bir sığınak ve hatta kâinatın ibadet korosuna eşlik edilen asude bir mekân olarak tasvir eder.
Öyle ki, hayatın merkezi olan cami, eğitimden cihada kadar bütün alanlara yön verir.
Çocukluğunda başlayıp yirmi yaşında tamamladığı hafızlığını Arapça ve mûsikî bilgisi ile de destekler ve bir Kur’ân aşığı olur. Mısır yıllarında hatimle teravih kıldıracak kadar hıfzını ilerletip -kendi tabiri ile- “demir hafız” olan ve ahir ömründe tam yedi yılını Kur’ân meali yazmakla geçiren Âkif gerçek bir “Kur’ân şairi”dir artık. Onun matbuatta yayımlanan ilk şiiri “Kur’ân’a Hitab” isimli manzumesidir. Bu şiirinde Kur’ân-ı Kerim’i; “Âlemde muhassalü’l-merâmım”, “Pîrâye-i hâfızam”, “Sermâye-i hâfızam”, “Dünyada refîk ü hemzebânım”, “Ukbâda mu‘în ü müste‘ânım” diye tanımlaması onun eşsiz Kur’ân aşkını yansıtır.
Balkan savaşı yıllarında Fatih, Beyazıt ve Süleymaniye Camilerinde vaazlar vererek, memleketin içine düştüğü vahim durum karşısında ye’se düşmemeyi, birlik ve beraberliği korumayı, mücadeleye koşmayı Kur’ân âyetlerinden hareketle ele alır ve bu vaazların metinlerini de Sebîlürreşâd dergisinde yayımlar.
Kurtuluş Savaşı için Anadolu’ya geçtiğinde de Balıkesir Zağanos Paşa Camiinde, Ankara Hacıbayram Camiinde ve Kastamonu Nasrullah Camiinde heyecanlı ve ateşli vaazlar vererek halkı cihada teşvik eder; ashabın elbiselerinin omuzlarından eskidiğini hatırlatarak düşmana karşı bir duvar gibi olmayı öğütler…
Âkif sürekli milletin birlik ve beraberliği üzerinde durur. Müslümanları vahdete davet eder. Namazda omuz omuza cemaatle namaz kılan müminlerin hemen dışarı çıkınca ayrılığa düşmelerine hayıflanır:
Demin, huşûa varan bir kıyâm-ı haşyetle,
Huzûr-i Hâlik’a durmuştunuz cemâ’atle.
Yarınca kubbeyi “Allâhu Ekber!” ikrârı;
Boşandı yerlere Hakk’ın semâ-yı esrârı. (…)
Bu herc ü merc-i ubûdiyyetin tevâlîsi,
Sükûtu cebhelerin, sonradan teâlîsi,
Namazda hem beni göz yaşlarıyle ağlattı;
Hem öyle ağlanacak bir hakîkat anlattı,
Ki dinlemezseniz elbette mahvolur millet:
Sizin felâketiniz: Târumâr olan “vahdet”.
Eğer yürekleriniz aynı hisle çarparsa;
Eğer o his gibi tek, bir de gâyeniz varsa;
Düşer düşer yine kalkarsınız, emîn olunuz!
Demek ki birliği te’mîn edince kurtuluruz.
O hâlde vahdete hâil ne varsa çiğneyiniz!
Bu ayrılık da neden? Bir değil mi her şeyiniz?
Ne fırka herzesi lâzım, ne derd-i kavmiyyet;
Bizim diyânete sığmaz sekiz, dokuz millet!
Bütün bu tefrikalar, etsenizdi istiknâh,
Görürdünüz nereden geldi... Yâ ibâdallah !
Huzûr-i Hak’ta nasıl toplu durdunuzdu demin?
Günâhtır, etmeyin artık, ayıptır, eylemeyin! (…)
Neden uhuvvetiniz böyle münhasır namaza?
Çıkınca avluya herkes niçin boğaz boğaza?
Ne Müslümanlığıdır, anlamam ki, yaptığınız?
Çıkar yol olmayacak, korkarım, bu saptığınız!
Kıyamı, rükûu, secdesi ve ka‘desiyle namaz, müminlerin birlik ve kardeşlik durumunu ve duruşunu en muhteşem şekilde temsil etmekle kalmaz, aynı zamanda direniş bilincini de sürekli diri tutar.
“O rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar” mısraı, namazın aynı zamanda şeytana, küfre, şirke, zulme ve sömürüye bir başkaldırı olduğu hakikatini adeta destanlaştırır: Alemlerin Rabbi olan Allah’ın dışında hiçbir gücün karşısında eğilmeyen Müslümanın bedeni yalnızca O’nun huzurunda yere kapanır.
Namazın ve ezanın ebedi mesajını dillendirerek İstiklâl Marşı’mızın ruhunu teşkil eden“Bu ezanlar, ki şehadetleri dinin temeli, / Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.” dizeleri ise gerçek istiklâlin kelime-i şehadette ifadesini bulduğu hakikatini cihana haykırır:
“Ben şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ben şahitlik ederim ki, Muhammed (s.a) Allah’ın Resulüdür.”
İnsanlığı namazla felaha davet eden ezanın gönüllerde ma’kes bularak eyleme dönüşmesi duası ile.