Kendi malımızı paylaşmışız, utanmadan “Montrö tapumuz” diyorlar!
Yeni Akit gazetesi yazarı Ali Karahasanoğlu'nun geçtiğimiz hafta kaleme aldığı "Kendi malımızı paylaşmışız, utanmadan “Montrö tapumuz” diyorlar!" yazısı 104 amiralin imzaladığı skandal bildiri sonrası tekrar gündemde...
ABONE OLDün gece yarısı Deniz Kuvvetleri'nden emekli 104 eski amiral gündemde olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ni konu edinerek, milli iradeyi tehdit eden ve darbe imaları barındıran skandal bir bildiri yayınladı.
Skandal bildiriye tepkiler peş peşe gelirken, Yeni Akit gazetesi yazarı Ali Karahasanoğlu'nun geçtiğimiz hafta kaleme aldığı "Kendi malımızı paylaşmışız, utanmadan “Montrö tapumuz” diyorlar!" yazısı ise durumu özetler nitelikteydi...
İşte Karahasanoğlu'nun o yazısı;
Yazık ki ne yazık..
Bu ülkede generallik yapmış koca koca adamlar..
Bu ülkenin dış ülkelerde temsilciliğini yapmış, monşerler..
Bu ülkede siyaset yapmaya devam eden böyük böyük adamlar..
İlkokul öğrencisinin bile akledeceği bir konuyu kavramaktan uzak, ahkam kesiyorlar..
TBMM Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şentop, aslında amacı hiç de o olmadığı halde..
“İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı imzası ile geri çıkılabilir mi” sorusuna cevap verirken..
Aslında sorunun içinde Montrö de geçirilerek, Mustafa Şentop’un anayasa hukukçusu kimliği ile cevap vermesi istenerek..
“Bir cumhurbaşkanı ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çekildim, Montrö’yü tanımıyorum, feshettim’ diyebilir mi” sorusu yöneltiliyor..
Mustafa Bey de, hukukçu kimliği ile, teorik bakış açısı ile, anayasa ve kanunlar çerçevesinde cevabını veriyor:
“Yapabilir. Mümkün-muhtemel arasında fark var. Yeterli miktar yoğurt bulursanız, Marmara Denizi’ni de karıştırırsanız ayran yapmak mümkündür.”
Muhatapları, örneklendirilerek verilen cevabı anlamışlar mı? Hiç sanmıyorum..
Onlar da o kabiliyet nerede?
Onlar hemen koşa koşa, emekli generallerine, emekli büyükelçilerine, sol kafalı siyasetçilere olayı yetiştiriyorlar..
“TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanı imzası ile, Montrö sözleşmesinden çıkılabileceğini söyledi!”
Emekli generaller Ahmet Yavuz’dan başlayın, Cem Gündeniz’den çıkın.. Siyasetçi Engin Altay’dan başlayın, Sadettin Tantan’dan çıkın..
Emekli büyükelçilerden Faruk Loğoğlu’dan başlayın..
Diğerlerinin isimlerini artık saymayayım..
Ne diyorlar bu isimler?
Ahmet Yavuz’dan başlayalım:
“Lozan, Montrö ve Hatay’ın anavatana kavuşturulması.. Bu üçü de Türkiye’nin tapu senedidir” diyor..
Yani Türkiye’nin, aslında hakkı olmayan bir şeyi, Montrö ile kazandığını iddia ediyor.
Emekli amiral Cem Gürdeniz ne diyor:
“Son 85 yıldır bu sözleşme sayesinde Karadeniz, her an için bölge dışından gelen 40’tan fazla savaş gemisinin bir barut fıçısına dönüştürdüğü Basra Körfezi olmamıştır.”
“Bunlar nasıl general olmuş. bunlar nasıl amiral olmuş” diye hayret edeceğimiz isimlerin yanı sıra, emekli monşerlerin, siyasetçilerin ne dediklerini aktarmayı bırakıp.. İşin özünü verelim.
Montrö sözleşmesinin maddelerinden başlayalım. Bakalım, Montrö bize mi hak kazandırıyor, yoksa başka devletlere mi?
Önce bir ön bilgi..
Montrö sözleşmesi, Lozan’daki Boğazlar sözleşmesi yerine, 1936’da Türkiye açısından bir ileri adım olarak yapılmıştır..
Lozan’a göre bir ileri adım olması sizi aldatmasın. Lozan bir rezalet ise, “O rezaletin bir adım iyisi” demek Türkiye açısından daha uygun olabilir.
Ama “olması gereken” açısından, bizi kesemez.. Kesmemelidir..
Onun için de Montrö’nün maddelerine bir bakalım..
“Madde 1: Bağıtlı Yüksek Taraflar, Boğazlar’da denizden geçiş ve gidiş-geliş özgürlüğü ilkesini kabul ederler ve doğrularlar.”
İlkokul çocuğuna anlatır gibi anlatacağım..
Türkiye Cumhuriyeti kara toprakları üzerinden, Montrö sözleşmesi benzeri bir sözleşme var mı?
Yok..
İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı için böyle bir sözleşme var..
Sözleşme olmasa, aynen kara topraklarımızda olduğu gibi.. Bize ait olan kara topraklarında nasıl ki istediğimizi yapabiliyorsak..
Boğazlar için de, aynısını yapabilir durumda olmayacak mıyız?
Evet.
Yarın bir akıllı çıkıp, “Montrö sözleşmesi benzeri bir sözleşmeyi, Anadolu için de yapalım. Bu Anadolu’nun tapusu yerine geçer” derse..
Ona, “Haydi oradan çakal” demez miyiz?
Deriz..
Peki, Anadolu için dediğimiz bir şeyi, boğazlar için niye demiyoruz?
Tümü ile bize ait olan boğazlardan geçişlerin, zaten o boğazların sahibi olan devletin tam hakimiyeti altında olduğu açık iken..
Biz bir sözleşme ile, kendimizi niye bağlıyoruz?
Bizi bağlayan bu sözleşmeden vazgeçmemiz, niçin bizim aleyhimize oluyor?
Ne deniyor ilk maddede?
“Gidiş-geliş özgürlüğü ilkesini kabul ederler.” Boğazlar bizim olduğuna göre..
Aslında biz kabul ediyoruz..
Yoksa.. Boğazlar Fransa’nın değil ki, Fransa bu sözleşme ile, var olan bir hakkından vazgeçmiş olsun. Boğazlar, İngiltere’nin sınırları içinde değil ki, bu sözleşme ve bu sözleşmenin birinci maddesindeki “geliş-gidiş özgürlüğü” ile bir hakkından vazgeçmiş olsun.
Boğazlar Türkiye Cumhuriyeti’nin.
Ve bir sözleşme ile, boğazlardan geçiş konusunda, Türkiye’nin egemenliğini daraltacak şekilde, “Özgürlük ilkesi var. Engellenemez” denirse.. Aslında bu madde, Türkiye’nin haklarını kısıtlayan bir maddedir.
Geçelim ikinci maddeye..
“Barış zamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, aşağıdaki 3. madde hükümleri saklı kalmak üzere, hiçbir işlem (formalite) olmaksızın, Boğazlar’dan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) tam özgürlüğünden yararlanacaklardır. Bu gemiler, Boğazlar’in bir limanına uğramaksızın transit geçerlerken, Türk makamlarınca, alınması işbu Sözleşmesinin I sayılı Ek’inde öngörülen vergilerden ve harçlardan başka, bu gemilerden hiçbir vergi ya da harç alınmayacaktır.”
Afedersiniz, “Montrö Türkiye’nin tapusudur” diyen generale, ben ne diyeyim şimdi?
“Montrö Türkiye’nin menfaatinedir” diyen monşerlere, ben ne diyeyim, şimdi?
Kendi topraklarımda, kendi denizimde, yabancı devletlerin ticari gemilerinin barış zamanında da olsa, geliş gidişlerinin serbest olduğunu, ben bu sözleşme ile kabul etmiş isem..
Ben, bu sözleşmeden ne kazanıyorum?
Sözleşmeyi yapma..
“Bu boğazlar, hepinize, annenizin ak sütü gibi helal olsun. Gelin, geçin. Pisliklerinizi de bize bırakın. Biz temizleyelim” deseniz..
Bunu tek taraflı olarak ve kendiliğinizden, bir sözleşmeye bağlı olmaksızın söyleseniz..
Bugün Montrö sözleşmesi var iken kazandığımız hangi hakkımız elimizden çıkmış olacak?
Osmanlı’nın yaptığını bari yapalım..
Hava atalım.. Zaten Montrö’rden dolayı, bizim bir kazancımız yok.
“Gemiler gelsin geçsin” demişiz..
Bari bunu, sözleşme ile değil de, bir ferman ile yapalım; “Haydi hepinize bir kıyak. İstediğiniz gibi, boğazlardan geçebilirsiniz” diyelim..
Bugüne göre, ne kaybetmiş oluruz?
Denilecek ki.. “Savaş gemileri ile ilgili bazı kısıtlamalar var..”
İyi de..
Sözleşme olmasa, ticari gemiler için bile, tek taraflı olarak bizim şartlarımız ile geçebilecek olan gemilerden, savaş amaçlı olanlar da, lütfen yani.. Bazı kısıtlamalara uğrasınlar..
Sözleşme olmasa, bütün gemiler; ticarisi, savaş gemisi, biz ne dersek ona uyacak..
Montrö sözleşmesi var.. Onun yüzünden, kendi kendimizi bağlamışız.. Bir de kurtulma ihtimalimiz çıkmış..
Engel çıkartan emekli generallerimiz çıkıyor, monşerlerimiz çıkıyor.
Hayret ki, ne hayret!