Raşit Küçük'ün ilahiyatlara bakışı
Haber7 Yazarı Mustafa Yürekli, Hakk'a uğurladığımız hadis alimi Prof. Dr. Raşit Küçük Hocamızı yazılarında anlattı.
ABONE OLHaber7 Yazarı Mustafa Yürekli, Hakk'a uğurladığımız hadis alimi Prof. Dr. Raşit Küçük Hocamızı yazılarında anlattı. Yürekli'nin, Küçük'ün hayatını ve ilmi çalışmalarını anlattığı yazıları şöyle:
PEYGAMBER VARİSİ ALİM: RAŞİT KÜÇÜK
Prof. Dr. Raşit Küçük hocamızı ebedi aleme yolcu ettik; Allah rahmetiyle muamele etsin, mekanı cennet, makamı âli olsun, nur içinde yatsın.
Ölüm haberiyle sarsıldım; acım büyük, gün boyu kendime gelemedim.. Ailesine, akrabalarına, öğrencilerine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Bu yazıda Raşit Hoca’nın hayatına giriş yapacağım. Birkaç yazıyla onu anlatacağım inşallah.
Raşit Küçük Hoca Antalya’da, Akseki ilçesinin Menteşbey köyünde 1947 yılında doğdu; ilkokulu köyünde okudu. Akseki, Antalya ile Konya’nın tam ortasında yer alır. Eğitim hayatı birbirine komşu bu iki şehirde geçti.
Türkiye’de açılan ilk 16 İmam-Hatip Okulu’ndan biri Antalya’da bulunmaktaydı; ortaokul ve liseyi burada okudu. Hayatının ilk on dokuz yılı, böylece Antalya’da geçti. Raşit Hoca Antalya için ‘bugün bilinen algısının aksine ciddi biçimde dindar bir şehir’ derdi.
Yüksek eğitimini, Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nden aldı. O yıllarda sadece iki tane Yüksek İslam Enstitüsü vardı; ilki İstanbul’da açılandır. Konya’da yetişmişti, kişiliğini ve kimliğini orada bulmuştu. Konya’da Mevlana, Sadrettin Konevî, Şems-i Tebrîzî türbelerinin yaşayanlar üzerinde meydana getirdiği manevi etkiyi anlatmıştı bir sohbetinde.
Raşit Küçük Hoca’yla 1981 yılında, müdürü olduğu Erzurum Yüksek İslam Enstitüsün’de tanıştım; Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı’yken de birkaç kez ziyaret ettim. Kırk yıldır öğrencisiyim desem başım ağrımaz; pek çok konuyu sordum, sohbetlerinden istifade etmeye çalıştım.
Prof.Dr. Raşit Küçük Hoca Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nden 1970’te, babam Hadimül Kuran Ziya Yürekli Hoca 1968’te mezun oldu. Babam, o yıllarda şehir merkezinde İplikçi Cami ve Sahip Ata Cami’nde imam hatiplik yaptığından hatırlıyordu. Prof.Dr. Tayyip Okiç’in babam Ziya Yürekli Hocaya asistanlık teklif ettiğini anlattım bir sohbetimizde. O yıllarda Ziya Yürekli ile Necmettin Erişen hocalar Konya’da tarihe geçecek hizmetler verdiler, Konyalıların gönlüne taht kurdular.
Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nde Prof.Dr. Tayyip Okiç hadis hocalarıydı. Raşit Hoca öğrencilik yıllarında Okiç’e Alanya’da yeni keşfedilen Hz. Meryem makamının bulunduğu bir mağarayı ziyaretini söylemiş. Mağarada Hz. Meryem’in tedavi edildiği o makamın bir şifa yeri olduğunu söylemiş. Tayyip Okiç Hoca da bu söylentilerin gerçeği yansıtmadığını, Hz. Meryem’in o mağaraya hiç gelmediğini anlatmış. Oryantalistlerin “burası bizim toprağımızdır” imajını uyandırmak için Türkiye’de Hz. Meryem’e, Hz. Îsâ’ya ya da azizlere birçok makam ithaf ettiğini anlatmış. Tayyip Okiç Hoca, bu oryantalistlerin makam uydurma oyununa ilişkin Antalya’da yayımlanan yerel bir gazetede bir yazı yazmasını istemiş ondan.
İhsan Süreyya Sırma da doktorasını yapmak için Paris’e gitmeden önce elini öpüp duasını alma amacıyla odasına gittiğinde, Tayyip Okiç’in ona birkaç defa peş peşe “aman oryantalistlere dikkat et” dediğini anlatmıştı.
Cumhuriyet döneminde Ankara’da İlahiyat ile İstanbul ve Konya’da da Yüksek İslam Enstitüsü’nün kuruluşuna Prof. Dr. Tayyip Okiç öncülük edecekti ama Ankara İlahiyat oryantalizmin kalesi olacaktı. Tayyip Okiç Hoca, Ankara ilahiyat fakültesinde, bazı akademisyenlerin din bilgisi çok sığ olduğundan Kur’ân’ın Sümer Tabletleri’ndeki yazılardan alıntılarla oluşturulan bir mecmua olduğu ithamında bulunan oryantalizmle mücadele etti.
1968 kuşağının tarih sahnesine çıktığı yıllardı, üniversitelerde öğrenci olayları başlamıştı, gençlik hareketleri 12 Eylül darbesine varan süreçte cuntanın oyununa gelmekteydi. Raşit Küçük Hoca da 1968 kuşağının İslamcı kanadındandı. Yüksek İslam Enstitüsünde okurken geleceğe yönelik mesleğine ilişkin hedeflerim vardı, dedi. Akademik çalışma yapmayı düşünüyormuş..
Raşit Küçük Hoca Konya’da öğrenciyken yapıan 1969 seçimlerinde Necmettin Erbakan bağımsız milletvekili seçilip Milli Görüş partilerinin ilki olan Milli Nizam Partisi’ni kurmuştu. Erbakan’ı, 1969 Konya seçiminden tanıyordu.
Mezun olunca Erzurum’a gelen Raşit Küçük Hocanın dört yılı İmam-Hatip Lisesi, yedi yılı da Yüksek İslam Enstitüsünde öğretmenlik ve idarecilikle geçti. Konya gibi Erzurum da Selçuklu ve Osmanlı dönemi eserleriyle öne çıkan bir şehirdi.
Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü’nü Prof.Dr. M.Cevat Akşit Hoca kurmuştu, o da devam ettirdi. İkisi de İskenderpaşa Gümüşhanevi Dergahı’nda Mehmet Zahit Kotku Hoca’dan ders almışlardı. Yapımcısı ve yönetmeni olduğum, senaryosunu yazdığım ‘Hocaefendi, Mehmet Zahit Kotku Belgeseli’ne röportaj vermiş, Gümüşhanevi Dergahı’nı ve Mehmet Zahit Kotku Hoca’nın hizmetlerini anlatmıştı.
Erzurum büyük âlimlerine yetişmişti, bu saygın hocalarından istifade ettiğini söylerdi. Özellikle müftü Osman Bektaş, Halis Emek, Mazhar Taşkesenlioğlu, Horasan müftüsü diye maruf Sıddık Belet, Ali Küçük, Ömer Karakuş, Mehmet Tavlaşoğlu gibi hoca efendilerin bir kısmından ders okudu, bir kısmına da öğrencilerini yönlendirdi. Ben de Raşit Küçük Hoca’nın referansıyla Osman Bektaş ve Halis Emek hocalardan teberrüken ders aldım.
1980’li yılların başında Atatürk Üniversitesi’nde çok değerli öğretim üyeleri vardı, pek çoğunu hem tanıdı, hem de kendilerinden yararlandığını söylerdi. Yusuf Ziya Kavakçı, İslami İlimler Fakültesi dekanıydı. Rahmetli Ruhi Özcan, Şerefatten Gölcük, Suat Yıldırım, Sadık Kılıç, İhsan Süreyya Sırma, rahmetli İbrahim Canan gibi hocalar vardı okulun öğretim kadrosunda. Doktorasını Erzurum’da İslami İlimler Fakültesi’nde başlayıp İstanbul’da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde bitirdi.
Erzurum Raşit Küçük Hocanın ilmi hayatında, mesleğinde çok önemli bir yere sahiptir; ilmî birikimimin büyük bölümünü orada edindiğini söylerdi.
Erzurum’un mert ve cömert insanlarını hep saygıyla andı. Erzurum’da edindiği dostlukları ömür boyu sürdürdü.
Peygamber varisi alim olma onuruyla hareket eden Raşit Küçük Hoca’yla içeriden tanılık ettiği 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Türkiye’de Yüksek İslam Enstitüsün’ün ilahiyat fakültesine dönüştürülmesi olayını birkaç kez konuştum. Bu konuyu yazacağım.
Kısaca Raşit Küçük Hocamızın hem ilahiyat fakültelerinde hem de Diyanet İşleri Başkanlığı’nda yaptığı hizmetleri, ilmi hayatını ve akademik mücadelesini ana hatlarıyla anlatacağım.
RAŞİT KÜÇÜK'ÜN İLAHİYATLARA BAKIŞI
İslam Araştırmaları Merkezi Başkanlığı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı ve Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı görevlerinde bulunmuş ve pek çok öğrenci yetiştirmiş olan hadis âlimi Prof. Dr. Raşit Küçük Hocamız, 22 Kasım 2022, Salı günü ebedi aleme göç etti. Raşit Küçük Hocamız, bir süredir kanser nedeniyle hastanede tedavi görüyordu. Hocamıza Cenab-ı Allah’tan rahmet, yakınlarına ve öğrencilerine baş sağlığı dilerim.
Hocamızın hayat hikayesine bakıldığında, Antalya İmam-Hatip Okulu (1966) ve Konya Yüksek İslâm Enstitüsü’nden (1970) mezuniyetinden sonra akademik çalışmaların ana eksen oluşu hemen dikkat çekmektedir. Erzurum Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi’nde başladığı doktora çalışmalarını (1978); İstanbul Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde tamamladı (1984). 1997’de doçent, 2003’te profesör unvanını aldı.
2007-2011 yılları arasında 2007-2011 yılları arasında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde dekanlık yaptı. Aynı dönemde Marmara Üniversitesi Senatosu ve Marmara Üniversitesi Yönetim Kurulu üyelikleri yanında, Yüksek Öğretim Kurulu İlâhiyat Millî Komitesi üyeliği ve başkanlığı, Yüksek Öğretim Kurulu Yurt Dışı İlâhiyat Alanı Denklik Alt Komisyonu başkanlığı görevlerinde bulundu. Marmara Üniversitesi Senatosu ve Marmara Üniversitesi Yönetim Kurulu üyelikleri yanında, Yüksek Öğretim Kurulu İlâhiyat Millî Komitesi üyeliği ve başkanlığı, Yüksek Öğretim Kurulu Yurt Dışı İlâhiyat Alanı Denklik Alt Komisyonu başkanlığı görevlerinde bulundu. Ömrünü üniversiteye, ilme, yüksek din öğretimine ve gençliğe adadı..
Türkiye’nin dini hayatını canlandırmak için canhıraş çalıştı. 2011-2014 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu başkanlığı yaptı ve buradan emekli oldu. Aynı yıl başladığı Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM) başkanlığı görevini 2022 yılı Eylül ayına kadar sürdürdü. 2012’den beri Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) aslî üyesidir. Aynı zamanda çok sayıda vakıf, dernek ve sivil toplum kuruluşunun kurucusu ve üyesidir. Türkiye Alimler Birliği’nin kurucuları arasındadır.
22 Kasım 2022 Salı günü İstanbul’da vefat etti ve Fatih Camii hazîresine defnedildi.
ÜNİVERSİTE VE YÜKSEK DİNİ ÖĞRETİMİ TARİHİ
Prof. Dr. Raşit Küçük Hocamızla birkaç kez ilahiyat fakülteleri üzerine konuştum.
Raşit Hoca, yüksek öğretim ve yüksek dini öğretimİ ayırımı yapmıyordu. Üniversitenin dünü, bugünü ve yarınını bir bütün olarak ele alıyordu. Yüksek dini öğretiminin üniversitenin ruhunu, amacını ve tabiatını belirlediğini düşünüyordu.
Bugün “üniversite” denilince sosyal bilimlerden sağlık, fen ve teknik bilimlere kadar çeşitli alanlarda ve yüzlerce disiplinde bilgi üreten, eğitim veren kurumlar akla gelir. Oysa sadece ülkemizde değil, dünyada yükseköğrenimin tarihinde dini ilimler merkezi bir role sahip olmuş; yükseköğretim çoğunlukla dini ilimlere hasredilmiştir.
Batıda bile köklü üniversitelerin atası olarak kabul edilen ilk üniversite ve kolejler, dini amaçlarla kurulmuş okullardı; Batı’daki bu üniversitelerin pek çoğunun kilise ile gerek idari gerekse finansal bağları günümüzde de devam etmektedir. Diğer taraftan Rönesans sonrası eğitim dini kurumların uhdesinde bir iş olmaktan çıkmıştır. Ulus devletler kendi ihtiyaçlarına uygun insan yetiştirmek için modern üniversiteler kurmuşlardır.
Modern üniversite, insanı tanrı adına değil devlet ve ekonomi adına eğitmek ve toplumu mükemmelleştirmek için bilgi üretir ve yayar. Araştırmalar gerek kilise ile bağını devam ettiren üniversitelerin gerekse devlet üniversitelerinin sekülerleşmeden payını güçlü biçimde aldığını göstermektedir.
Öte yandan kilise ile bağını devam ettiren üniversitelerde çok daha yoğun olmak üzere üniversitede din, farklı biçimlerde var olmaya devam etmektedir. Modern üniversitede din; teoloji ve dini araştırmalar programlarının yanı sıra akredite edilmiş öğrenci kulüpleri, kampüs rahipleri ve vaizleri, sosyal organizasyonlar vb. üzerinden kendine yer bulmaktadır.
İslam medeniyetinde din merkezli yüksek öğretim, tanrı adına değil, İslam toplumu adına, toplumun sosyal, kültürel, ekonomik ve politik ihtiyaçlarını karşılarken, devletin bürokrat ve memur ihtiyacını da görür. Bu yüzden İslam üniversiteleri olan medreseler hem İslam tarihine İbn Sina, Farabi ve Gazali gibi büyük ilim adamları kazandırmış, hem de insanlığın ilmi başarılarına da büyük katkıda bulunmuştur.
Raşit Hocanın ilahiyat fakültelerine ilişkin ana tespiti de şudur: Türkiye’de modernleşme ve Batılılaşma süreci içerisinde din eğitimiyle ilgili konular, ne kadar ve nasıl olacağı, çağdaşlaşma hedefini sekteye uğratıp uğratmayacağı ile irtibatlı bir şekilde ele alınmıştır. Yüksek din eğitimi ve öğretimi açısından dini dışlayan katı laik anlayışın belirli olumsuz sonuçları oldu. Öncelikle din ve din eğitimi değersizleştirilmeye çalışıldı. Devletin, yüksek din eğitimi veren kurumlardan “aydınlanmanın getirdiği fikirleri aktarma” dışında bir talebi olmadı. Dine, toplumu yönetmenin “yumuşak bir aleti” olarak sadece araçsal bir önem verildi. Din ve dinî alan akademik düzeyde ihmal edildi. Dinle ilgilenmek yobazlık, gericilik, şeriatçılık gibi nitelemelerle anıldı. Böylesi bir ortamda ilahiyat fakültelerine sayı ve kalite bakımından yeterli seviyede insan kaynağı aktarılamamıştır. Kopuş, birikimin aktarılmasını olumsuz etkilemiş ve böylece dine yeterince değer verilmesini engellemiştir. Egemen pozitivist bilim ve tarih anlayışı ise dinî metinler, tarihî şartlar ve güncel olayların sağlıklı bir şekilde anlaşılmasını engellemiştir. Seçmeci, tek tip ve toplumsal şartları ihmal edip önemsemeyen bir tarih anlayışı güçlenmiştir. Batıcı iktidar elitinin dini dışlaması, ilgililerini değersizleştirmesi ve etiketlemesi ise öğrencilerini ve öğretim üyelerini savunmacı, güvensiz ve kaygı dolu olmaya itmiştir. Bu ortamda geçmişin sağlıklı bir muhasebesinin yapılabilmesi, güncelin nitelikli ve gerçekçi bir biçimde çözümlenebilmesi ve geleceği inşa edebilme gücü zorunlu olarak sınırlı olacaktır.
Türkiye’deki ilk ilahiyat fakültesi 1949 yılında Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak açıldı. Daha sonra 1959’dan başlayarak 1980’li yıllara kadar sekiz de Yüksek İslam Enstitüsü, 1971’de de Erzurum Atatürk Üniversitesine bağlı İslami İlimler Fakültesi açıldı. 1950 - 1970’li yıllar Türkiye’sinde din bilimleri alanındaki yetersizliğe ve öğretim elemanı teminindeki güçlüklere rağmen Yüksek İslâm enstitüleri hizmet verdikleri otuz yıl boyunca beklentilerin de ötesinde başarılı olmuştur. Gerek din eğitimi ve öğretiminde gerek din hizmetlerinde gerekse akademik alanda İslâm dininin temel kaynaklarına dayanan, İslâmiyet’in dinî ve kültürel birikimiyle bağını sürdüren, aynı zamanda çağdaş dünyanın bilimsel ve insanî değerlerini doğru kavrayıp değerlendiren bu yeni zihniyet sayesinde topluma yönelik din ve kültür hizmetlerinde önemli mesafeler kat edilmiştir. Türkiye’de ve yakın coğrafyasında din merkezli siyasal ve toplumsal oluşumların ve ideolojik çekişmelerin yoğun ilgi gördüğü bir dönemde Yüksek İslâm Enstitüleri İslâm dininin öteden beri istikrarı ve itidali temsil eden ana çizgisini, din hizmetinin gerektirdiği kucaklayıcı anlayışı koruyarak dinî araştırma, eğitim ve öğretim faaliyetlerini sürdürmüştür.
Yüksek İslâm enstitülerinin 1982’de İlâhiyat fakültelerine dönüşmesi esnasında ve sonraki yıllarda birçok yeni İlâhiyat Fakültesi’nin açılması sürecinde öğretim elemanı sıkıntısı çekilmemesinde enstitülerin sağladığı potansiyelin katkısı büyük olmuştur. Yine Türkiye’de radikal dinî oluşumların tutunamaması, bu noktada sağduyulu bir toplumsal tavrın yerleşmiş olması ve Türkiye’nin İslâm ülkeleri arasında büyük itibar kazanmasında da Yüksek İslâm Enstitüleri yanında enstitü mensuplarının akademik ve popüler düzeydeki yayınlarının da önemli rolünün bulunduğunu belirtmek gerekir.
İLAHİYATA BAKIŞI
Raşit Küçük Hoca’ya göre günümüz koşullarında ilahiyat adı verilen yüksek din eğitimi ve öğretiminin üniversite bünyesi içindeki varlığı, dini-dünyevi bilgi ayrımının sancıları dâhil olmak üzere, dini hayatın değişim ve dinamiklerinin de tesiri altındadır. Yüksek din öğretimi kurumları gelenek ile modern arasındaki değişim hattında hem dini bilgiyi taşıyan ve üreten, bu bakımdan topluma yön veren, hem de toplumun ve iktidarların din tasavvuru elinde hedefleri, programı, fonksiyonu değişim gösteren kurumlardır.
Raşit Hoca’nın şu tespiti çok önemli: Türk eğitim ve öğretim tarihinde ilâhiyat fakültelerinin önemli bir yer işgal etmektedir. Yüksek seviyede din eğitimi ve öğretimi görevini yürütme, araştırma ve doktora çalışmalarını gerçekleştirme, eser telif edip yayın dünyasına sunma, öğretim elemanları ve mezunları vasıtasıyla halkın dinî ihtiyaçlarına cevap verme, yurt içinde ve yurt dışında dinî görevleri yerine getirme, din bilgisi ve ahlâk öğretmenliğiyle imam hatip liselerinde meslek dersleri öğretmenliği yapma, kamuya ait ve sivil kuruluşlarda çeşitli memuriyet ve hizmetleri ifa etme vb. fonksiyonlar, ilâhiyat fakültelerinin önemini apaçık ortaya koymaktadır.
Sonuçta İslâm düşünce ve ilmî geleneklerinin kendi bağlamlarında anlaşılması yani üretilen kavram, kuram, çözüm ve yorumların içinde doğdukları sosyal, siyasal ve ekonomik şartlarla anlaşılması ihmal edilmiş; üretimin sekteye uğraması sebebiyle ilahiyat alanındaki birikim zayıflamış ve doğal sürecinde sürekli gelişen bir bilgi birikimine ihtiyaç duyan dinî anlayışın yenilenmesinde kesintiler olmuştur. Bunların büyük kısmı bugün aşılmış ve aşılmaktadır.
Yüksek din eğitimi kurumlarımızda değişimin en önemli gerekçelerini, toplumsal ihtiyaçların çeşitlenerek artması, tek tipli öğretimin olumsuz sonuçlar doğurması, mevcut programların istihdam alanlarına yönelik olmaması, uluslararası boyutun ihmal edilmesi ve strateji eksikliği oluşturmaktadır.
Raşit Hoca’nın bugünkü ilahiyat fakültelerine bakışını şöyle özetleyebilirim: Bugün, varlık-yokluk mücadelesinin ve meşruiyet savunularının ötesine geçerek eğitim öğretim faaliyetlerimizin hedeflerini, niteliğini değerlendirmek için uygun bir zeminde bulunuyoruz. Günümüz koşullarında diğer aşırı uca savrulmadan din-devlet ilişkilerini sağlıklı bir zemine oturtmak ve ilerlemeci Pozitivist tarih anlayışının son etkilerinden kurtulmak yüksek din eğitim ve öğretimini de olumlu bir zemine oturtacaktır. Bu konu ülkenin ihtiyaç duyduğu siyasal istikrar ve barış ortamı açısından da hayati önemdedir.