AK Parti adayı Oğuz Üçüncü açıkladı: 14 Mayıs'ta Almanya tarihinde ilk kez bunu yapacak
Haber7 Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli'nin sorularını cevaplayan AK Parti Milletvekili Adayı Oğuz Üçüncü, 14 Mayıs'ta Almanya'nın 1 ve 2'nci kanallarının tarihinde ilk kez Ankara'dan canlı seçim yayını yapacağını söyledi.
ABONE OL-
Haber7 – Özel
AK Parti 3. Bölge Milletvekili Adayı Oğuz Üçüncü, Haber7 Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli'nin sorularını cevapladı. Almanya doğumlu olan ve bugüne kadar Avrupa Milli Görüş (İGMG) teşkilatlarında sırasıyla Şube Gençlik Başkanlığı, Gençlik Bölge Yürütme Kurulu Üyeliği, Genel Merkez Gençlik Merkez Yürütme Kurulu Üyeliği ve İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilatları Genel Sekreterliği görevlerini yürüten Üçüncü, 14 Mayıs'a yönelik çok ilginç bir bilgiyi paylaştı.
14 Mayıs cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinin yalnız 2023'ün değil, önümüzdeki yüzyılın en önemli seçimi olarak değerlendirildiğini belirten Üçüncü, 14 Mayıs'ta Avrupa'daki bütün kanalların canlı yayınlarını Türkiye'den yapacağını ve özellikle Almanya'nın 1 ve 2'nci kanallarının tarihinde ilk kez Ankara'dan canlı yayın yapacağını söyledi.
GURBETÇİ BABADAN 'ORDU' VASİYETİ: BİZİ TOPRAKLARIMIZA DEFNEDİN
Ailesinin Ordu ile ilgili vasiyetini de paylaşan Üçüncü, duygusal anlar yaşadı. Ailesinin Almanya'ya değil Ordu'ya defnedilmek istediğini söyleyen Üçüncü, babasının "Bizi kendi topraklarımıza defnedin" vasiyetinde bulunduğunu anlattı.
AVRUPA OYLARI ETKİLİ OLACAK
İşte Üçüncü ile gerçekleştirdiğimiz röportajımız;
Röportajımıza yurt dışında kullanılan oylarla başlamak istiyorum. Çünkü sizin de bir tarafınız yurt dışında. Uzun yıllar orada kalmışsınız ve oradaki çalışmaları da çok yakından takip ediyordunuz. Şu ana kadar 1 milyon 800 bin oy kullanıldığı ifade ediliyor. Bunun seçim sonucuna yansıması nasıl olur?
2014'te ilk defa olmak üzere sandık ayağımıza geldi. O zamanki cumhurbaşkanı seçimlerinde ve giderek 2015, 2018 ve şimdi 2023’te büyüyen bir teveccühle oy oranlarımız sandıklara gitme oranlarımız arttı. Dün itibariyle yüzde 52'yi gördük. Bu bir rekor yurt dışında oy kullanımıyla ilgili. Yansıması ilginç olacak. Bunu buradan söylemek netice itibariyle bir yandan heyecan verici. Şu an anketlerde gözükmeyen oylardan bahsediyoruz. Yurt dışındaki insanımızın teveccühü, tercihleri buradaki araştırmalara bildiğimiz kadarıyla dahil değil. Dolayısıyla yansıması doğrudan olacak. Özellikle cumhurbaşkanı seçimlerinde ve milletvekili seçimlerine doğrudan, olmayacak dolaylı olacak ama orada da bir kaç tane milletvekili adayımızın kaderini belirleyecek cinsten oylarımızdan bahsediyoruz.
Yüzde kaçlara kadar çıkmasını bekliyorsunuz?
Bugün saat 21.00'e kadar özellikle Almanya, Fransa ve Avusturya'da işlemler devam ediyor. Gümrük kapılarımızda 14 Mayıs saat 17.00'a kadar oy vermek mümkün olacak. Bizim beklentimiz 2 milyona kadar oy verme işleminin çıkması. Yüzde 55'lere tekabül edecek ki çok ciddi bir rekora yurt dışındaki insanımız bu vesileyle imza atmış olacak.
AVRUPA'DAKİ VATANDAŞLARIMIZLA İLGİLİ ÇALIŞMALARIMIZ OLACAK
Avrupa’da Milli Görüş teşkilatında uzun yıllar görev yapmış, genel sekreterlik görevi yapmış birisiniz. Avrupa'da doğdunuz, orada okudunuz ve Avrupa'daki seçmenlere bir vaadiniz var mı? Onların problemleriyle ilgili bir gündeminiz olacak mı?
Uzun yıllar sivil toplum kuruluşlarında başta İslam Toplumu Milli Görüş’te görev yaptım. Bu vasfımla oradaki insanlarımızın sadece sorunlarını değil, aynı zamanda güzelliklerini potansiyellerini ve o topraklara kattıklarını, bu topraklara kattıklarını yakından bilen bir insan olarak ve onların bir temsilcisi olarak siyasete bir milletvekili adayı olarak girmiş oldum. Elbette onlarla ilgili çalışmalarımız olacak.
Şu an mevcut büyük problemleri var mı oradaki insanlarımızın?
Biz özellikle problem dediğimiz zaman oradaki insanımızın, oradaki yaşam şartlarından kaynaklanan kısa vadede çözüm bekleyen, orta vadede çözüm bekleyen ama uzun vadede toplumumuzu tehdit eden problemlerimiz sorunlarımız var. Kısa vadede telefonlarımızın kullanım süresi, arabalarımızı iki sene burada bıraktığımızda geçici ithalat belgesiyle çıkış süreleri, aldığımız sağlık hizmetlerinin sadece aciliyet durumuyla algılanması, emeklilikte tam gün çalışma ve benzer şeyler. Buradaki sorunların benzerleri orada da mevcut. Orta vadede Türkçe öğretim geleceği, çocuklarımızın fırsat eşitliği ve benzer şeyler, aynı zamanda kurumsal ırkçılık ve İslamofobi’ye, toplumun üstünde oluşturmuş olduğu baskı bunlar da ayrıca konuşmamız gereken ve tasnif ettiğimiz zamanda çok büyük yelpaze oluşturan ilgilenmemiz gereken konu başlıkları var.
Buna özellikle Türkiye'yi de eklediğimiz zaman, buradaki siyasi gelişmeleri, buradaki önümüzdeki süreci çok daha geniş bir alanda çalışmamız gerektiği de ortaya çıkmış oluyor. Bizim insanımızın da kendine has halledilmesi gereken sorunları var. Örneğin askerlik meselesi. Belki insanımızın ilgisini çekmiyor olabilir ama yurt dışında insanlarımız tarafından çok ciddi takip edilen bir süreç olarak karşımıza çıkıyor.
Adaylığınız açıklandıktan sonra size bu yönde hatırlatmalar gelmeye başladı mı?
Özellikle yaşça benden büyük olan ağabeylerimiz, önce hayırlı olsun dedikten sonra ‘sana da anlatacak değiliz ya’ diye cümleler kuruyorlar. Yani ‘sen biliyorsun, işin içinden geliyorsun, sivil toplumun içerisinde uzun yıllar bu işleri yaptın. Sana da herhalde dertlerimizi anlatacak değiliz. İnşallah çözüm konusunda bir parça olursun’ diye bana hem hayır dualarını ilettiler ama aynı zamanda da beklentilerini çok kısa cümleyle ifade etmiş oldular.
Avrupa’dan Türkiye’yi çok ciddi takip eden vatandaşlarımız var ve siyasi gündemi çok iyi takip ediyorlar. Geçmişte Milli Görüş’ün içerisinde olup da bugün farklı muhalif taraflarda yer alanlar için ne düşünüyorlar? Tepkiler nasıl?
Aynı soruyu benimle ilgili de soran insanlarımız var. Yıllarca İslam Toplumu Milli Görüş teşkilatlarında görev yapmış, genel sekreterlik yapmış insanımızın siyasete girmesini eleştirenler de oldu, çok destekleyenler de oldu. Kâhir ekseriyetinin çok heyecanlandığını görmüş olduk. Netice itibariyle önümüzdeki süreçle ilgili bir değerlendirmenin yapılması gerektiğine dair bir işaret. Biz o değerlendirmeyi yaptık. Ben kendi adıma yaptım ama netice itibariyle benimle birlikte aynı düşünen insanlar da yaptı. Türkiye'nin geleceğini mi seçeceğiz, yoksa Türkiye'nin geçmişte geride bırakmış olduğu sıkıntılarını mı geri getireceğiz? Ben Türkiye'nin geleceğini tercih ettim ve benimle birlikte heyecanlanan çok geniş bir kitle aynı şekilde Türkiye'nin geleceğini seçti.
AVRUPA’DA SERBEST DOLAŞIM İÇİN TESLİMİYET!
Muhalefetin Batılı ülkelerle eğer seçilmeleri durumunda çok sıcak işbirliği içinde ülkeyi yönetecekleri yönünde vaatleri var. Ünal Çeviköz'ün Kıbrıs'tan çekilme gibi bir söylemde bulunması akıllara farklı durumları getirdi. Siz bu konuyla ilgili neler düşünüyorsunuz? Kapalı kapılar arkasında verilmiş vaatten bahsedilebilir mi?
Çok ilginç. Özellikle muhalif partilerin 3 ay içerisinde vize serbestliği diye bir vaadi var. İktidar olur olmaz bu sorunu ortadan kaldıracağız diye. Kimse şu soruyu sormadı bu nasıl olacak? Merkel'in çok ilginç bir cevabı vardı bu süreçle ilgili. 72 kriter, 72 kriterdir 71 olmaz diye. Kriterlerin birisi de Güney Kıbrıs'ın tanınması. Dolayısıyla bir insan vize serbestisi vaat ediyorsa Kıbrıs davasından vazgeçeceğini ilan etmiş oluyor. Milli davadan bu şekilde vazgeçilmiş olmasını insanlar bir yere bence oturtamazlar. Çünkü bu vazgeçilecek bir dava değil. Şehitlerimiz söz konusu olmuş, 1974 yılında adaya barış gelmiş ve siyasi oluşum diyor ki ‘biz 3 ay içerisinde tekrar Avrupa'da serbest dolaşma adına ne gerekiyorsa yapacağız.’
Bu ‘ne gerekiyorsa yapacağız’ meselesi Zürih merkezli bir gazeteye verilen beyanatta hepsini ortaya dökmüş oldu. Kıbrıs meselesi de bunların dediği gibi geri çekilerek çözülecek, Suriye'de geri çekilecek. ‘AB ile tekrar müzakere sürecinin başlatılması için yapılmayacak şey yok’ demeye getiriliyor. Bu dediğim gibi Türkiye'nin geleceği mi yoksa geçmişte bırakmış olduğumuz süreçlerin tercihini belirgin bir şekilde ortaya çıkarmış oluyor ki bunun da insanlarımız tarafından değerlendirmeye değer bir kriter olduğunu düşünüyorum. Gerçek manada bu şekilde teslimiyet insanı çok derin düşündürüyor.
'BÖYLE BİR SİYASİ ANLAYIŞ OLMAZ'
Gizli pazarlık endişesi taşıyor musunuz?
Pazarlık gizli bile değil. Bu denli açık, ‘ne isterseniz yaparız’ diyen bir zihniyet gerçek manada insanı endişeye sevk ediyor. Özellikle Kıbrıs meselesinde bu denli rahat hareket edebilen… Biz yanlış bir şey yapmadık. Annan Planı noktasında Türk tarafı olayı reddeden, Avrupa Birliği’ne alınmış olan Güney kısmı. Biz diyoruz ki bütün iddialarımızdan vazgeçeriz. Böyle bir siyasi anlayış olamaz. Benim nezdimde olamaz. Avrupa kökenli olmam, sivil toplum manasında belli bir şeye odaklanmış bir insan olabilirim ama dış siyasetle yakından ilgisi olan insan olarak şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki bu tavizkar durumun sonu yok. Gelmez. Özellikle Türkiye’deki insanımız da böyle bir siyasete dönülmesini istemiyor. Denendi, çok kötü sonuçlar doğurdu ve Türkiye bunun hiçbir zaman faydasını görmedi.
Muhalefete seçim desteğinin bir karşılığı olarak yorumluyorsunuz bunu değil mi?
Şimdi ciddi bir beklenti var. Özellikle Avrupa’daki basın kuruluşları başta olmak üzere Türkiye’de bir iktidar değişikliğini beklediklerini ve dolayısıyla bu konuda bazı imkanlar sunduklarını, örneğin ben Avrupa’dan aday oldum normalde çok büyük ilgi çekmesi lazım adaylığım. Yakın bir ilgi görmüyorum. Bunun da sebebinin çok açık olduğuna inanıyorum. ‘Reklamın iyisi kötüsü olmasın mı? Biz bu sefer muhalif kanadı destekleyeceğiz. Onlara imkan tanıyacağız’ deniliyor ve gereği yapılıyor.
Ayrımcılık yapılıyor aslında…
Evet ayrımcılık yapılıyor diyebiliriz. Söyleyeceklerimiz itibarlı da yani hiçbir merak şimdi söz konusu değil. Kapaklar peş peşe haber oluyor. Muhalif sesler gündem oluyor. 4 sayfalık röportajlar söz konusu olabiliyor. Aynı zamanda AK Parti tarafından aday söz konusu olmasına rağmen, Almanca ve İngilizce konuşmuş olmamıza rağmen bu bir fırsat olarak görülmeyip tam tersi yok gibi davranılıyor. Onun da manidar olduğunu düşünüyorum.
FETÖ AVRUPA'DA ÇOK RAHAT HAREKET EDİYOR
Muhalefetin özellikle terör örgütleri üzerinden Türkiye’yi dizayn etmeye dönük çalışmalar var. PKK orada sahipleniliyor, eylem yapmaları sağlanıyor, Türkiye’ye mesaj veriliyor. Diğer taraftan da İslam düşmanlığı söz konusu. Siz terör örgütüne bu kadar geniş bir alan bırakılırken diğer taraftan da Müslümanların özgürlüklerini kısıtlamaya yönelik pek çok uygulama var. Siz bunun için ne söyleyeceksiniz?
Terörle mücadele noktasında sözde kararlılık varmış gibi hareket ediliyor. Örneğin PKK, Almanya’da yasaklı bir örgüt. Ama buna rağmen rahatlıkla kendi derneklerini kurabiliyor, Anayasa’yı koruma raporlarında hangi dernek nerede faaliyet yaptığını, ne şekilde para devşirdiğini devlet açıkça ortaya koymasına rağmen müeyyideler noktasında çok yavaş davranıyor. FETÖ, Avrupa’da çok rahat kendine yer edinebiliyor. Maalesef bizim buradaki değerlendirmelerimiz henüz ciddiye alınmadı. Ama tehlikeli bir yapıdan bahsettiğimizi, yıllar önce Avrupalı gazeteciler bahsetmişti zaten. İlk onlar 90’lı yıllarda bu örgütü haber yapmıştı. Hiç haber yapılmamış gibi oradaki oluşumlara kucak açılıyor. Bir yandan bu varken, doğrudan bir bağlam kurmak doğru olmaz. Bir yandan terör örgütlerine böyle bir alan açılıyor öbür yandan da ‘İslamofobi ile Müslümanlar bir şekilde dizayn ediliyor’ demek birebir bağlam olur, ben bunu doğru bulmam.
Oradaki yaklaşım öyle değil mi?
Öyle algılanma oranı çok yüksek. Ama 11 Eylül’den sonra oradaki miladı, yani 11 Eylül’ü milat olarak koymamız lazım. Müslümanlara bakış kökten değişti. Bu kökten değişim toplumsal gelişmeler itibariyle şu gün yaşamış olduğumuz, her gün fiili saldırılar var. Haberlere baktığınızda başörtüsüne taciz yapılan bacılarımız var, camilerimize saldırılar var, kundaklama girişimleri söz konusu olabiliyor. Bu bağlamı 11 Eylül 2001 ve toplum içerisindeki Müslümanlara bakış olarak kurmak daha doğru olur. Terör örgütlerine destek yada terör örgütlerine imkan tanıma noktasında ise menfaatleri şekillendirme babında değerlendirmek lazım. Her iki sorun için ayrı ayrı cevap üretmemiz gereken sorunlar olarak karşımıza çıkıyor.
ERDOĞAN DÜŞMANLIĞININ SEBEBİ...
Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik düşmanca bir tavır var. Bir daha iktidar olması istenmiyor. Dergi kapaklarında ve manşetlerde bunu görüyoruz. Bu düşmanlığın arkasında yatan sebep nedir sizce?
Çok basit bir cevabı var; özgüven. Alışkın oldukları bir Türkiye yok. Topukları birbirine vuran, gelen emirleri yerine getiren, yardıma muhtaç, Avrupa’dan gelecek yardımlarla bütçesini tamamlayan bir ülke karşılarında olmayınca özellikle bir aktör olarak yeryüzünde artık yerini alınca, savaş bölgesinde söz sahibi olunca, Afrika’da yeniden bir güç olarak ortaya çıkınca, Avrupa’nın doğusunda, Balkanlar’da ‘Acaba bu konuda Türkiye ne der’ diye bir merak uyanınca Türkiye’yi yöneten insanla ilgili muhalefet oluştu. Yapılan her şey düşmanlıkla karşılık görmeye başladı. Örneğin Başkanlar’da bir sıkıntı çıktığında Kosova-Sırbistan arasında, aracı olarak Batı Avrupa değil Türkiye araya giriyor. Son olarak Sudan’da beliren sıkıntıda bizim Cumhurbaşkanımız devrede. Rusya ile Ukrayna arasında sözde tek sayılan, iki taraftan aynı şekilde sayılan aracı ülke Türkiye. Bunun elbette özellikle Avrupa’da algısı itibariyle düşmanlıklara sebebiyet vereceğini biz biliyorduk. Ülkenin özgüveni arttıkça oradaki bakış da kökten değişti. Onun için iktidar değişikliğine bu denli kilitlenmiş bir Avrupa’dan bahsediyoruz. 2023’ün değil bu yüzyılın en önemli seçimleri olarak değerlendirilmiş bir seçim. 14 Mayıs’a kadar bütün kanallar canlı yayınlarını Türkiye’den verecekler. Özellikle Almanya’nın 1 ve 2’inci kanalı tarihinde ilk defa Ankara’dan canlı yayın yapacak.
KENDİ ROTASINI ÇİZEN TÜRKİYE SAYGINLIĞINI ARTTIRDI
Türkiye’nin son 20 yıldaki yükselişinin bu düşmanlığın sebebi olduğunu söylüyorsunuz. Bunu Avrupa’da gözlemlene imkanı buldunuz: 20 yıl önceki Türkiye’nin itibarıyla bugünkü itibarı arasındaki bir değerlendirmeniz olsa neler söylemek istersiniz?
Şimdi ben doğrusu yakından takip ettiğim süreçler oldu. 2002 Kopenhag’da oradaydım. 2004 Brüksel’de o müzakereler yürütüldüğünde oradaydım. Türkiye’ye bakış zaman içerisinde ne zaman değişmeye başladı? Türkiye’nin bir değer olduğu ve Avrupa’ya katkı sunabileceğine dair bir kanaat varken, özellikle Sarkozy seçildikten sonra değişti. Sarkozy seçilince Türkiye’nin AB’ye girişini referanduma bağlayacağını söyleyince hava ve ilişkiler bozuldu. Türkiye rotasını kendi çizebileceğini o zaman gösterdi. ‘Kopenhag kriterleri yoksa Ankara kriterleri var’ dedi. Kendi rotasını çizen Türkiye saygınlığını artırdı, ekonomisini büyüttü, yeryüzündeki nüfuzunu genişletti. Bununla birlikte Avrupa Birliği’nin tek seçenek olmadığını, yeryüzünde çok daha büyük birlikteliklerin söz konusu olabileceğini ve her birisine Türkiye’nin yakın olabileceği ortaya çıkınca değerlendirmeler bir manada değişti. Yer yer düşmanlık olarak döndü ama yer yer ‘işbirliği yapmamız gerekir. Zira mülteciler, Suriye’deki ve Ukrayna’daki savaş’ derken Türkiye olmadan birçok problemin çözülemeyeceğini gören bir Avrupa’dan bahsediyoruz. Ama iktidarı kendine daha yakın görmek istedikleri için belki istedikleri sonuçlara daha kolay ulaşabilir diye bir iktidar değişikliği beklentisi var.
Bu iç işlerimize açıktan müdahaledir. Normal şartlarda asla kabullenilmemesi gereken bir mesele. Ben muhalefet kanadı olsam bunu zül olarak kabul ederim ama onların bu konuda bir sıkıntısı yok. ‘Destek nereden gelirse gelsin’ modunda bir siyaset yürütülüyor. Bence bu yanlış. Türkiye’nin yeryüzündeki saygınlığı kendi menfaatlerini, önceliklerini ve özellikle hakkaniyetle yaklaşımlarının meyvelerini görmeye başladık. Bu da mevcut iktidarın 21 yıl içerisinde geliştirdiği özgüvenle söz konusu oldu. Yoksa bu devraldığımız bir özgüven değildi. Türkiye böyle değildi. Öncesinde insanlar pek hatırlamıyorlar ancak rica minnet Avrupa Birliği tarafından bir aday ülke olarak görülen bir olgudan, şu an herkesin peşinden koştuğu, birlikteliğe davet edilen Türkiye’den bahsediyoruz. Bu, Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde söz konusu oldu.
TÜRKİYE YÜZYILININ İŞARET FİŞEKLERİ ATILDI
Türkiye Yüzyılı deyince siz ne anlıyorsunuz?
Türkiye Yüzyılı özellikle beni bizzat heyecanlandıran bir motto oldu bu slogan. Türkiye Yüzyılı üretime endekslenmiş ihracatta rekor kıran ve yüksek teknoloji merkezine dönüşmüş ülkenin bir üst sloganı olmuş. TEKNOFEST’lerle savunma sanayisinde atmış olduğumuz adımlarla etkinliğimizi yüzde 80’lere çıkartmamızla her gün yeni bir projenin ortaya çıkartılmasıyla heyecan verici bir slogan olarak karşımıza çıkıyor.
Genelde biliyorsunuz seçmenlerimize argümanlarımızı anlatırken geçmiş Türkiye’yi tarif ediyoruz. Bunu yaşı müsait olanlar hatırlıyor. Hastaneleri olmayan yolu olmayan havaalanları olmayan… Özellikle genç nesli, bu seçimlerde ilk kez oy kullanacak olan nesle Türkiye Yüzyılı’nın geleceğimizi tarif ettiğini, hayallerimizi tarif ettiğini ulaşmak istediğimiz ülkeyi ve parçası olmaları gereken bir hayal olduğunu çok güzel bir şekilde hülasi olduğunu görüyoruz. Yani Türkiye Yüzyılı ne olacak? Daha fazla yüksek teknoloji üretimi daha fazla ihracat yapan, zenginliğini kişi başı daha fazla paylaşan bir Türkiye hayalinden bahsediyoruz. Bunun heyecan verici olduğunu ben ayrıca düşünüyorum. Genç nesli bununla heyecanlandırmanın da daha doğru olduğunu düşünüyorum. Geçmiş geçmişte kalacak fakat gelecek Türkiye gerçekten Türkiye Yüzyılı olması için hangi alanlarda çalışma yapılacağını şimdiden işaret fişekleri ortada; Togg, YHT, savunma sanayisindeki atılımlar, uçak sanayisindeki atılımlar, özellikle yetkin personel noktasındaki açık, mühendislerin burada kendilerine bir perspektif çıkması, 2 milyon insanın teknolojiye dokunmak için insanların TEKNOFEST gibi bir markaya artık teveccüh etmesi, geçen sene Samsun’da bu sene İstanbul’da akın akın milletin buraya gelmesi… İnsanlar sokaklarda hiç araba görmediler mi? Togg ayrıca bir heyecan veriyor. Kendi markamızla kendi teknolojimizi üretmemiz Türkiye Yüzyılı’nı en güzel hülasa eden hayalin sadece laftan ibaret değil gerçeğe dönüşmek üzere olan bir slogandır. Yani bu manada beni heyecanlandırıyor ve doğru seçilmiş bir slogan olarak da çalışmalarımızı ciddi manada kolaylaştırıyor.
GELECEĞE ÜMİTLE BAKAN BİR ÜLKE OLACAĞIZ
Avrupa ile Türkiye hayat standardı mukayese edildiğinde Türkiye çok mu geri?
Benim zaman zaman bundan 20 sene önce, 15 sene önce, 10 sene önce Türkiye’ye geri dönmek istiyoruz diye bahsederken bizimle birlikte orada yaşayan bazı Müslüman kardeşlerimiz “Yahu sen niye geri gitmek istiyorsun ki, hazır burada güzel bir hayat yaşayabiliyorsun? “ dediklerini gördük. Sonra onlara bir bilet aldık İstanbul’a gönderdik. Geri geldiler ve “Siz burada neden yaşıyorsunuz ki?“ dediler. Yani netice itibariyle bizim ülkemizin çehresini 20 yıl içerisinde kökten değişti. Ve bu neticede insanımızın standartlarını kıyas ettiğimde artık eşit hayat standartlarından bahsettiğimizi yaşayan görüyor. Rahat eden görüyor. Bu manada yani Berlin’den havaalanından yola çıktığınızda İstanbul’a geldiğinizde Berlin’deki havaalanı size çok küçük geliyor. Orası başkent burası başkent bile değil. Yani İstanbul’un büyük havaalanına bakıyorsunuz mimari standartları, ortaya koymuş olduğu rekor. Bir seviyeden bahsediyoruz.
Yapılması gereken nedir? Cumhurbaşkanımız çok vurguluyor: Daha çok çalışmamız lazım, milli geliri daha da yükseltmemiz lazım, kişi başına düşen milli geliri de bu manada standartı yükselttiğimiz zaman altyapısı tamam, geliri tamam ve geleceğine ümitle bakan bir ülke olacağız ki bu insana gerçek manada heyecan veriyor. Alt yapısı kıyaslandığında siz de seyahat eden insanlarsınız buradaki otobanları buradaki oluşturulmuş olan havaalanlarından tren alt yapısına kadar bir standardın yakalandığını zaten görüyoruz. Mesele ney? Bundan sonra ekonomiyi büyütmek, ihracatımızı daha da büyütmek, yüksek teknolojili üretimimizle birlikte katma değeri yükseltmek. Bunun oluşturacağı zemini mümkün mertebe bütün insanımıza paylaşmak, eşit bir şekilde herkesin bu refahtan payını almasını sağlamak. Nasıl ki gaz ortaya çıktı, hükümetimiz bu müjdeyi insanımızla paylaşmak suretiyle, zenginlik olarak dağıtmaya başladı. Bunun alanlarını çoğaltarak inşallah topyekûn yani milli gelirimizi yükselterek ülkeye çevirmek ve alt yapısı tamam ama geliri de aynı şekilde yükselmiş bir ülke olarak milletlerarası yarışta ön sıralarda yerimizi almak. Belki de en heyecan verici tarafı bu, kıyas yapılırken de unutulmaması gereken mesele bu. Yani artık gelişmekte olan bir ülkeden bahsetmiyoruz, sanayi ülkesinden bahsediyoruz.
ARAŞTIRMALAR BIÇAK SIRTINDA BİR YARIŞ GÖSTERİYOR
14 Mayıs neden önemli? Seçmen nasıl, hangi gözle bakmalı? (Son anket ve sahadaki durum)
Bu soruyu geçen sene sorsaydınız. 14 Mayıs neden önemli diye dost sohbetlerinde, ortamlarda tartıştığımızda argümanlarımız çok farklı olacaktı. Ortaya çıkmış olan özellikle Millet İttifakı’ndaki anlayış, işte aday seçiminden tutunda, aday sürecine, dışarıdan destekçilerine kadar ortaya bir müşahhas sıkıntı ortaya çıkınca insanımız bu seçimin farklı bir seçim olduğunu, bu seçimin bir referandum havasında götürülmesi gerektiğinin farkına vardı. Bu haftalar geçtikçe daha da belirgin bir şekilde ortaya çıktı. 7 Mayıs mitinginde oradaki milyonlarca insanımızın oraya gelmesiyle de bir işaret fişeği şeklinde mesajın alındığını ve gereğinin 14 Mayıs’ta yapılacağına dair de bir manifesto oldu. Nedir bu? Türkiye yeniden kaosa dönsün mü? Yani koalisyon dönemlerinden hatırladığımız bakanlıklar pazarlıkları yeniden olsun mu her bir karar için kavga kriz masa yıkan masa deviren, birbirine hakaret eden bir yönetim anlayışı mı olsun yoksa yönetim tarzını bildiğimiz, söz verdiğinde yerine getiren bir anlayış mı olsun? Depremi yaşadık 6 Şubat’ta yani çok büyük bir yıkımdı. 11 ilimiz depremi yaşadı. Ve Cumhurbaşkanımız oraya gittiği ilk saatlerden itibaren oradaki insanımızdan bir yıl istedi. Ve çok ilginçtir ki hiç birisi muhalefet dâhil yapamaz diyemedi. Yapmaz da diyemedi. Mübalağalı bir söz de diyemedi. Söz verdiyse yapar diye herkes yaklaştı. İnsanımız söz verdikçe, yapan. Ve dolayısıyla Türkiye’yi istikrarlı bir şekilde gelecek 5 yıla taşıyacak olan bir yönetimi tercih edeceğini ben şahsen düşünüyorum. Sahadaki intibaım da bu. Özellikle araştırmalar bıçak sırtında bir yarış gösteriyor.
Doğrusu bu havanın ben değiştiğine inanıyorum. Avrupa’daki oylarda yurt dışındaki oylarda şu an araştırmalarda gözükmüyor zaten. Bunu söylerken de bir şeyi tetiklemek için söylemiyorum. Sadece bir gerçeği vurgulamak için söylüyorum ama netice itibariyle gerek İstanbul Büyük Mitingi gerek şu anda Cumhurbaşkanımızın görmüş olduğu teveccüh gerekse de insanımızın yüzüne yansımış olan öz güven benim 14 Mayıs’ta insanımızın geleceğini seçeceği ve tekrar Cumhurbaşkanımızla birlikte Türkiye Yüzyılı’na adım atacağı inancımı pekiştirdi. Sonuçlar elbette 15 Mayıs’ta uyandığımızda ortaya çıkacak. Neticede insanımızın milletimizin ne dediği ortaya çıkacak ve o ne derse o yapılacak. Benim şahsen sahadan intibaım gerçek manada teveccühün artığını insanlarımızın kararlığının da arttığı hatta birinci turda bunu bitirmek istediğine dair ben bir kararlılık görüyorum. Bu noktada çalışmalarımızı da yoğunlaştırıyoruz.
TARİHİ MİTİNGİN PARÇASI OLMAK BENİ GURURLANDIRDI
Atatürk Havalimanı’ndaki kalabalığı gördüğünüzde neler hissettiniz?
Doğrusu ben iki şey hissettim. Birincisi çok gururlandım, çünkü oraya insanları taşıma mecburiyetinde bile kalmadı, insanlar kendilerinden geldi. Yetmezdi zaten böyle bir kalabalığı taşımak için… Dolayısıyla orada tarihi bir mitingin parçası olmak beni de çok gururlandırdı. İnsanlar eve giderken o sevinci yüzlerine yansımış oldu. Düşündüğüm ikinci şey, inşallah kimse rehavete kapılmamıştır, çünkü seçim 7 Mayıs’ta bitmedi. Süreç 7 Mayıs’ta sadece bir işaret fişeği olarak ortaya çıktı. İnşallah biz 14 Mayıs’ta bu işi bitireceğiz ve görevini yaparak… Bugün, yarın, yarından sonra dört gün daha sağlıklı bir şekilde seçim yasakları başlayana kadar çalışmak suretiyle rehavete kapılmadan görevimizi yapacağız, çalışacağız, daha çok gayret edeceğiz, çalınmadık kapı bırakmayacağız, girilmedik sokak kalmayacak, ortada kalan kararsız olan insanlarımızla konuşacağız, tartışacağız, ikna edeceğiz. Ve inşallah 7 Mayıs’ta başlamış olduğumuzu 14 Mayıs’ta bir zaferle bitirmiş olacağız.
'NİYE BU KADAR HEYECANLISIN'
Tabi İstanbul’da en çok hemşehrisi olan şehirlerden birindensiniz aslında bu yönünüz çok fazla ön plana çıkmasa da. Ordulu hemşehrileriniz yani 3. Sırada diyebiliriz İstanbul’da en kalabalık hemşehri topluluklarından biri. Hemşehrilerinize bir mesajınız olacak mı? Rahmetli annenizin özellikle bir arzusundan bahsetmişsiniz röportajınızda, ben anımsatmanızı rica edeceğim. Annenizin hayali neydi?
Benim annemin özellikle benimle ilgili ilk oğlu, ilk göz ağrısı hatta siz benim böyle göründüğüme bakmayın bana hep “sarı” diye çağırırdı yani 55 yaşında bile halen “sarı” derdi. Çünkü küçüklüğümde saçlarım sarıymış.
Çok yakın bir zaman önce kaybettiniz. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun inşallah.
Amin. 2 ay önce kaybettik. Annemin 2 tane hayali vardı. 1.’si benim TBMM’de vekil olarak yani görev yapmamı çok arzuluyordu. 2.’si de köye defnedilmek. Benim babamın da aynı vasiyeti vardı bize. Ve Ordulu olmam Kumrulu olmam Kumru’nun Yeniakçaalan köyünden olmam bu manada önemli. Çünkü babam kendini işte köye defnetmemizi istediğimizde; “Köyü unutmayın, baba ocağınızı unutmayın, nereden geldiğinizi, bir göbek üstünüzün kim olduğunu unutmazsanız gelecekte de kabirlerimize gelirsiniz, çocuklarınız gelir ve bizim nereden geldiğimizi kim olduğumuzu aslımızın ne olduğunu da bu şekilde yaşatmış olursunuz” diye güzel bir öğüdü oldu biz de gereğini yaptık. Annemi de babamın yanına defnettik. Allah bütün geçmişlerimize rahmet eylesin. Dolayısıyla bizim için bu, ne oldu şimdi? Bundan sonra mutlaka biz köyümüze gidiyoruz, mezar başına gidiyoruz bayramlarda, izine geldiğimiz zaman çocuklarımızla birlikte, torunlarımızla birlikte işte bu dedeniz, bu babaanneniz diyoruz. Bu büyükanneniz diyoruz işte bu da büyükannenizin babası, dedesi amcası, dayısı diyoruz ve bağ canlı kalıyor. O bağlamda benim Ordululuğum tabi biyografimde ortaya çıkınca İstanbul’daki hemşehirlilerimiz özellikle heyecanlandı. İstanbul 3. Bölgede de 7. Sırada aday olunca, yani seçilme ihtimali çok yüksek bir listede de yerimi alınca insanlarımız daha da bir heyecanlandı ve şimdi çalışmalarımız içerisinde Ordulu hemşehirlerimizle de gerçek manada buluşuyoruz ve dernekleri ziyaret ediyoruz ve karşılıklı istişarelerimizi de başlatmış oluyoruz. Yani bundan hareketle hem yurtdışındaki bulunan varlığımızla ilgili hem İstanbul’da Ordulu insanlarımızla birlikte 3. Bölgedeki insanlarımızın da tabi istek ve arzularını, beklentilerini Ankara’da yerine getirmek üzere böyle çok büyük bir sorumluluklar üstlenmiş bir kardeşiniz olarak karşınızda oturuyoruz. Ama her birisiyle ayrıca gururlanıyorum ve güzel bir süreç için şimdiden çok heyecanlıyım hatta yer yer benimle dalga geçerler: “Yani bu yaşa geldin, o kadar çok televizyona çıktın, röportajda da yeni değilsin niye kekeliyorsun? Niye işte bu kadar heyecanlısın?” Diyorum ki, ya bu heyecan çok önemli. Bu heyecanın var olması, halen canlı olması da önemli. Ben gerçek manada çok heyecanlıyım. Avrupa’daki insanımıza hizmet etmek için, Ordulu hemşehirlilerime hizmet etmek için ama İstanbul’un 3. Bölgesinde bulunan seçmenlerin vekili olarak da hizmet etmek için çok heyecanlıyım. Türkiye’nin yüzyılını şekillendirirken bu ekibin içinde yer alma ihtimali bile beni ayrıca bir heyecanlandırıyor. Dolayısıyla bu heyecanın yer yer, yüzüme yansıdığını arkadaşlarımız söylüyor bundan da ayrıca mutlu oluyorum.
Seçmenlerle, hemşehirlilerinizle diyaloglarda ne gibi konuşmalar geçiyor aranızda merak ediyorum.
En fazla sorulan haklı olarak söylenen şey; “Seni seçimlerden sonra bir daha görecek miyiz? Yani tamam şimdi geldin, seçimler öncesi zaten geliyorsunuz, seçimlerden sonra bir irtibatımız olacak mı?” Biz onun açıkça yer yer zorluluklarını da söylüyoruz. İşte, kaç milyon insanın bizden hizmet beklediğini de ortaya koyduktan sonra yani bu mübalağa olsun diye de söylemiyoruz. Netice itibarı ile bir çalışma yükümüz olacak. Ama fırsatları çoğaltacağımızı, seçim sonrası insanlarımızla da buluşma arzusunda olduğumuzu söylüyoruz. Ve bugüne kadar hep güler yüzle bana güle güle dediler değerli kardeşlerim ve inşallah bundan sonraki süreç de böyle olur. Yani gittiğimizde bir güler yüz karşılarsa inşallah bundan daha büyük bir bahtiyarlık olmaz.
Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız Türkiye’deki gelişim ve değişimle ilgili neler söylüyorlar merak ediyorum. Türkiye’nin son yıllarda artan lobi faaliyetlerini nasıl yorumluyorlar?
Şimdi tabi Mölln, Solingen gibi olayları yaşamış bir topluluk olarak kendilerine sahip çıkan, yer yer sesini yükselten ve insanımızın sahipsiz olmadığını hissettiren bir hükümetin olması oradaki özellikle Avrupa’da, Batı Avrupa’da yoğun yaşamış olduğumuz ülkelerdeki insanımızın toplum içerisinde yer alırken öz güvenini geliştirdi. İşte, arkasına baktığında güçlü bir devlet olduğunu, yapılarıyla güçlü devletin konsoloslukları vasıtasıyla, yurtdışı Türkler ve akraba toplulukları başkanlığı vasıtasıyla, Yunus Emre Vakfı vasıtasıyla, Maarif Vakfı vasıtasıyla yani çok değişik aktörlerle birlikte devletin var olduğunu, varlığını hissettiğini insanlarımız, toplum içerisinde daha başka bir özgüvenle hareket ediyorlar. Kendilerini zaten o manada köprü vazifesi gören iki toplum arası işte mutlaka yani her iki toplumun güzelliklerini birleştirmek isteyen bir unsur olarak zaten kendilerini algılıyorlardı. Ama Türk devletinin, Türkiye devletine yakın ilgisi hükümetimize yakın ilgisi oradaki toplumsal konumumuzu da olumlu manada etkiledi. Bu yer yer tartışmalara vesile oldu. Özellikle sadakatimiz kime diye işte, hangi hükümete sadık olacaksınız tartışmalarını beraberinde getirse bile bizim yine demin de belli ettiğim gibi, iki toplumun da unsurları vazgeçilmezleri olarak arada işte köprü vazifesi kurabilen bir artı, bir güzellik olarak kendimizi konumlandırdığımız için, yani biz sadakat tartışmasından ziyade bu kardeşliği pekiştirecek, ilişkileri pekiştirecek çalışmaların ne şekilde yapılması gerektiğine dair bir merakla işin içine girmek istiyoruz. Yoksa, onun uzantısı mısınız? Onun işte buradaki sözcüsü müsünüz? Soruyor yani, bu şekilde bir tartışmadan faydalı bir ortam oluşmuyor. Ancak şüpheli bakış gelişiyor. Şüpheli bakış da bir azınlık noktasında, ki biz o topraklarda azınlığız. Şüpheli bakış çok sağlıklı atmosferi beraberinde getirmez. Tam tersine şu an biraz önce zikretmiş olduğunuz o sıkıntıları, yer yer ırkçılığı, yer yer saldırıları, kurumsal ırkçılığı, fırsat eşitsizliklerini beraberinde getirir ki o bakımdan bu söylem tehlikeli. Şüphe ile siz bir azınlığa bakmamanız lazım. Tam tersine o azınlık orada, 62 senedir örneğin Almanya’da yaşıyor, bu toprakların gelişmesi için sağlığını yitirmiş, yer yer orada vefat etmiş, yani yaşamını bile yitirmiş olan insanlarımız sadece o topraklara zenginlik katmıştır. Bir tehdit unsuru değildir ve o manada da algılanmamalı. Yani, bir toplumsal zenginlik olarak algılanmalı ve oradaki potansiyel iki devletler, iki topluluklar arası yani gerçek manada güzelliklerin daha da çoğalmasına dönüştürülmesi noktasında değerlendirilmeli diye bakıyorum. Oradaki insanımızın varlığını da bu şekilde her topluma Türkiye’ye de Avrupa’ya da zenginlik olarak dönebileceğine inanan insanların sayesinde gün ve gün çoğaldığını görüyorum. Irkçılık var, sıkıntılar yok değil ama iyi niyetleri insanların sayısı halen %80.
ASİMİLASYON BASKISI VAR
Bir asimilasyon çalışması yürütülüyor mu oradaki vatandaşlarımıza?
Şimdi asimilasyon baskısı var şüphesiz. Eski iç işleri bakanlarından Otto Schily bir gün öyle demişti; “Entegrasyon asimilasyondur.” Neticede devlet böyle bir beklentiyi ifade edebilir ama toplum entegre olmak istiyor, asimile olmak istemiyor. Benim kültürel kimliğim, dini kimliğim bu topraklara zenginlik katacak. Ben, bu zenginlikle birlikte yaşadığımız yerlerin daha güzel gelişeceğine inanıyorum. Dolayısıyla bunları balast, olarak görmüyorum. Farklılarımızın bu toprakların geleceğine daha güzel yansıyacağına inanıyorum. Bazı kesimler balastı işte kapıda bırakın da gelin dese bile bizimki balast değil tam tersine güzellik. Bu güzelliğin de lazım olduğuna inanıyorum. Toplumsal dayanışma, bizim merhamet anlayışımız, yaşlılara bakışımız, bizim özellikle büyüklerimize yaklaşımımızın yani Avrupa’da da korunması gereken bir güzellik olduğunu, yayılması gerektiğini fevç fevç, aile anlayışımızın yayılması gerektiğini, akrabalığa bakışımızın yayılması gerektiğine ben şahsen inanıyorum ve bunun gıpta ile bakılan özelliklerimiz olduğunu bunun tam tersine bırakılmaması gereken unsurlarımız olduğunu da artık insanlarımızın daha güzel bir şekilde algıladığını görüyorum. Asimilasyon, devletten şu şekilde isteyebilir; yani onlara göre işte daha kolay bir gelecek inşa etmek belki mümkün ama toplumsal gerçeklikte ve sosyolojik gelişmeler yani asimilasyon baskısının genelde ters teptiğini tam tersine sonuçlar doğurduğunu zaten ortaya koyuyor. Bu bakımdan asimilasyondan ziyade partisipasyon yani katılım, eşit olarak katılımın daha fayda getireceğine ve topluma daha güzel cevaplar ortaya çıkaracağına inanıyorum ben. Hayatım boyunca özellikle sivil toplumda bu anlayışta çalıştım ve bu anlayışın gelecek vadettiğine inanıyorum.
Geçmişte pasaportların gücünden bahsederlerdi. Türkiye'nin pasaport gücünün arttığını düşünüyor musunuz?
Ben tek vatandaşım. Almanya'da doğdum büyüdüm ve Alman vatandaşı olmayı hiç düşünmedim. Dolayısıyla benim pasaportumun değeri, kalbimin üstünde olmasından dolayı zaten vardı. Şu an gitgide vizeler azaldıkça, gezebileceğimiz ülkelerin sayısı çoğaldıkça, aynı zamanda Türk müsünüz? diye pasaportuma bakıldıkça bunun değerinin arttığını düşünüyorum.
ALMAN ÇOCUK BAŞKANLARINI ERDOĞAN SANIYOR
Son yurt dışı seyahatlerimde özellikle fark ettiğim bir şey vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye'nin dışındaki insanlar tarafından da ciddi şekilde sahiplenildiğini gördüm. Sizin böyle bir izleniminiz oldu mu?
Almanya'da şöyle bir latife oldu; Anne alışverişi beklerken, Almanya'nın başkanı kim diye sorduğunda çocuk Recep Tayyip Erdoğan diye cevap vermiş. Çünkü haberlere o kadar konu olmuştu ki o dönem Alman çocuk bile kendi ülkesinin başkanının Recep Tayyip Erdoğan olduğuna inanmış. Özellikle mazlum coğrafyada ümit olan bir başkanımız var. Gerçek manada geleceğimizle ilgili bu coğrafyalara olumlu dokunabileceğine inanılan bir liderimiz var dolayısıyla bunun değerinin bilinmesi gerekiyor.
Ülke olarak korkunç bir deprem yaşadık. Yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz. Ülke olarak bu acılara bir daha yaşamamak için neler yapmalıyız?
6 Şubat'ta ben uyumamıştım. Bölgede yaşayan bir kardeşimiz depremden 10 dakika sonra haber verdi. Karanlıktı yıkımın büyüklüğünü görmedik. Almanya'daydım zaten görmem mümkün değildi. Ama kardeşim depremin ilk günlerinde bölgeye gitti, yıkımın tarifsiz olduğunu söyledi. Bildiğimiz şehirlerin artık olmadığını dolayısıyla o şehirlerin yeniden kurulması gerektiğini söyledi. Bunun bir daha yaşanmaması adına insanoğlunun tedbir alması gerektiğini. Bu manada bir şey olmaz moduna girilmemesi gerektiğini gördük, yaşadık bir daha yaşamamak üzere ne yapmamız gerektiğini beraber öğrendik.
Bir kanaat önderimizin dediği gibi evlerimizi dağlara yapacağız, tarımımızı ovalarda yapacağız düsturundan hareketle eski insanlarımızın yüzyıllarca bildiği bir prensibi yeniden uygulamaya alacağız.
KLİBİMİZİN MESAJI ÇOK DERİN
Dün partinizin il başkanlığının yayınladığı bir klip vardı. Berber klibi. Çokta eğlenceli bir klip. Muhalefetin nasıl iş başına geleceğini anlatıyor. Bu klibi biraz anlatır mısınız?
Klip özellikle berber ihtiyacı olan insanlarımızla ilgili mizah boyutu çok derin ama aynı zamanda mesajı da çok derin olan bir klip. Siz hizmet istediğiniz takdirde, güvenmek istediğiniz bir yönetim, kendinizi emanet etmek istediğiniz bir berberi seçerken bu biraz sonra ustura eline alacak, makasla çalışacak mümkün mertebe kulağımın ucunu kesmesin, mümkün mertebe istediğim saç modelini ortaya çıkarsın, mümkün mertebe sakalımı kesmesin ve ben ne istiyorsam beni bilsin, Oğuz Ağabey gelmiş, Oğuz Ağabey zaten şunu ister, bunu ister türünden bir hizmetle karşı karşıya kalalım. Türk siyasetinin şu an karşı karşıya olduğu seçimi en güzel şekilde ortaya koymuş.
Ben berber olmak istiyorum, hayır ben berber olmak istiyorum. Ben şu tarafı keseyim şurayı sen kes, makası sen tut, usturayı ben tutayım türünden bir anlayışla 7 aktörün kaos oluşturabileceğini güzel şekilde anlatan bir klip. Sonuç böyle olur işte. Ya kendinizi 7 acemiye emanet edersiniz, ya da kendinizi gelecekle ilgili sizi çok iyi tanıyan sizi çok iyi bir geleceğe taşıdığından emin olduğunuz bir insana emanet edersiniz. Onun için Türkiye sana emanet diyoruz.