Cevdet Yılmaz'dan 'Terörsüz Türkiye' uyarısı: Provokasyonlara dikkat
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, büyük ilerlemeler kaydedilen 'Terörsüz Türkiye' sürecine ilişkin provokasyonlara karşı hazırlıklı olunması uyarısında bulundu.
ABONE OLAzerbaycan-Türkiye Karma Ekonomik Komisyonu 12. Dönem Toplantısı ve 2. Türkiye-Azerbaycan Yatırım Forumu'nun açılışına katılmak üzere Azerbaycan'ın başkenti Bakü'ye gelen Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, kentteki temaslarının ardından basın mensuplarıyla bir araya geldi.
Haber7 Genel Yayın Yönetmeni Osman Ateşli ve Ülke Tv Genel Yayın Yönetmeni Hasan Öztürk'ün de aralarında bulunduğu gazetecilere açıklamalarda bulunan Cevdet Yılmaz, özellikle Azerbaycan Türkiye ilişkilerine ilişkin kapsamlı değerlendirmelerde bulundu. Yılmaz, Azerbaycan'la Türkiye'nin ilişkisinin sıradan bir ilişki değil, ‘İki Devlet, Bir Millet’ olarak adlandırılan dost ve müttefik ülkeler olduğunu vurguladı.
İki ülke arasındaki ticaret hacmine de dikkat çeken Yılmaz, hacmin her geçen gün büyüdüğüne de dikkat çeken Yılmaz, geçtiğimiz yıl ulaşılan 8 milyar dolarlık ticaret hacminin 15 milyar dolar olarak hedeflendiğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz konuşmasında şu ifadeleri kullandı;
Yatırımlar olarak baktığımızda, yani bu FDI denen uluslararası doğrudan yatırımlar anlamında Azerbaycan'da bizim yatırımcılarımızın bugüne kadar gerçekleştirdiği yatırım tutarı 18 milyar doları bulmuş durumda. Üçüncü ülkeler üzerinden gelenleri de katarak söylüyoruz bunu. Diğer taraftan Azerbaycanlı yatırımcıların Türkiye'deki doğrudan yatırımları 21 milyar doları bulmuş durumda. Dolayısıyla topladığınızda 40 milyar dolara yakın bir yatırım ilişkisi söz konusu. Ayrıca müteahhitlikte de yine 20 milyar doları aşkın bir hacim olduğunu ifade edebilirim. Bizim müteahhitlik sektörümüzün Azerbaycan'daki büyüklüğü olarak.
Azerbaycan KEK toplantılarını ben ve Azerbaycan Başbakanı Sayın Ali Asadov takip ederek koordine ediyoruz. Geçen sene Sayın Başbakanı Türkiye'de misafir etmiştik ve orada 120 maddeden oluşan bir eylem planı imzalamıştık. O eylem planımızın 120 maddesinden 93'ünü geçen süre içinde tamamlamış olduk yani tamamlanma oranı yüzde 78. Hiç de azımsanacak bir rakam değil. Gerçekten iyi gidiyoruz, bütün kurumlarımızı takip ediyoruz bu anlamda.
Bugün KEK toplantımızı gerçekleştirdik gündüz geldikten sonra. Hem baş başa görüştük Sayın Ali Asadov’la hem de heyetler halinde görüşmelerimizi yaptık ve bugün yeni bir eylem planını da imzaladık. Yeni imzaladığımız eylem planı ise 110 eylemden oluşuyor. Tek tek tabii hepsini saymam mümkün değil ama bir tanesi örneğin serbest ticaret anlaşması imkanlarının araştırılması. Şu anda tercihli ticaret sistemi var aramızda. Bunu da genişletici birtakım adımlar atıldı.
nümüzdeki süreçlerde orta, uzun vadede serbest ticaret imkanlarını araştırmak eylem planımızın bir parçası. Üçüncü ülkelerde birlikte ticaret yapmak, oralarda gerçekleştirilecek projelerde iş birliği yapmak yine önemli bir unsur. Yani sadece ikili değil, gücümüzü bir araya getirip başka ülkelerde de ortak hareket etme yönünde eylemlerimiz var. Ortak endüstriyel eğitim merkezlerini kurma gibi bir eylemimiz var. Tarım alanında yine iş birliği anlaşması yapma yönünde bir eylemimiz var.
Petrol, doğal gaz, enerji doğal olarak çok önemli bir alan, bu alanda iş birliğimizi geliştirmek, ortak projeler yapma konusunda eylemlerimiz var. Sağlıktan turizme, bankacılıktan kamu alımlarına kadar geniş bir yelpazede birçok eylemin olduğu 110 maddelik yeni eylem planını da bugün imzaladık. Hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.
Yarın da iş dünyamızla iş forumu gerçekleştireceğiz. Yine MÜSİAD'ın bir etkinliğine katılacağız.
Biz şunu düşünüyoruz: Devletlerin görevi ana çerçeveyi oluşturmak, ortamı sağlamak. Gerisini de özel sektör, şirketler yapmak durumunda ve bunu da gayet güzel yapıyorlar. Az önce bahsedilen o 15 milyar dolarlık hedefe giden en önemli yollardan biri, karşılıklı yatırımları arttırmak. Yatırımlar artınca ticaret de dolayısıyla artmış oluyor. Dolayısıyla KEK’le ilgili kabaca bunları söyleyebilirim, Karma Ekonomi Komisyon’la ilgili.
ZENGEZUR KORİDORU
Zengezur'la ilgili bir soru vardı, o da burayla bağlantılı olduğu için şimdi o konuda bir şeyler söylemek istiyorum.
Üç tane önemli yol veya koridor var benim gördüğüm. Orta, uzun vadede ekonomik perspektifimizi çok etkileyecek. Siyasi olarak da aslında çok anlamlı olan üç koridor. Bir tanesi Zengezur, ikincisi Kalkınma Yolu, üçüncüsü de tarihi Hicaz Demir Yolu güzergahının canlandırılması. Bu üç proje çok sembol projeler, çok önemli projeler.
Dünyada bağlantısallık dediğimiz bir şey var. Bu bağlantısallık ekonomiyi de büyük oranda etkiliyor. Dünyada malum yeni bir dönemden geçiyoruz. Ben bu dönemi biraz şöyle ifade ediyorum: Geçmişte ideolojik kamplaşmalar vardı biliyorsunuz ve o ideolojik kamplaşmalarda ‘Soğuk Savaş’ dediğimiz bir dönem vardı. Sonra o dönem değişti, işte yeni bir dünya oluştu. Şu anki dünyada ise ekonomik kamplaşma daha ön planda ve tabiri caizse bir ekonomik soğuk savaş var. Liberal küresel düzen giderek zayıflıyor.
Kurallara dayalı, kurumlara dayalı ilişki biçimleri yerini tek taraflı eylemlere bırakıyor. Yüzde yüz değil tabii, ama bu yönde bir gelişme olduğunu görüyoruz. Korumacı eğilimlerin güçlendiğini, tarife savaşlarından da gördüğünüz gibi, ülkelerin kendi ülke menfaatlerini ön plana alarak hareket ettiklerini, genel kuralların dışına rahatlıkla çıkabildiklerini görüyoruz. Farklı bir dönemdeyiz. Bunun temelinde biraz dünyadaki ekonomik dengelerin değişmesinin de etkisi var elbette. Dünyanın toplam hasılasına baktığınız zaman, gelişmekte olan ülkeler artık daha büyük payı almış durumdalar.
Özellikle Uzak Doğu'dan tabii… Uzak Doğu, Çin başta olmak üzere yükselen ekonomiler dünyadan artık daha fazla pay alıyorlar. Burada yeni bir -tabiri caizse- güç mücadelesi devam ediyor. Böyle bir uluslararası ortamdayız ve bu ortamın bir ayağını da işte bu bağlantısallık dediğimiz lojistik, tedarik zincirleri, bunlar oluşturuyor. Her ekonomik blok kendine göre dünyada bir yeni lojistik hattı, tedarik hattı oluşturma gayreti içinde. Ülkelerin ikili ilişkileri daha fazla ön plana çıkmaya başlamış durumda. Bölgesel entegrasyonlar daha fazla ön plana çıkmış durumda.
Ve burada da az önce saydığım o üç koridor bizim için çok kritik gerçekten. Bir tanesi işte Irak'ı boydan boya kesen demir yolu, otoban hattı, Türkiye'nin Basra Körfezi'ne inmesini sağlayan çok önemli bir ticari hat olarak duruyor karşımızda.
Zengezur Koridoru, Türk dünyasıyla, Orta Asya'yla doğrudan bağlantı kurmamızda çok kritik bir imkân.
Diğer taraftan Suriye'deki yeni ortam da Türkiye'ye yeni lojistik perspektifler açmış durumda. Özellikle Abdülhamit Han döneminden kalan bu Hicaz Demir Yolu hattının ben çok önemli olduğunu düşünüyorum doğrusu. Buradan biliyorsunuz Gaziantep civarından Halep'e, Şam'a, oradan Ürdün'e, oradan Hicaz bölgesine uzanan bir hattan bahsediyoruz. Demir yolu giderek dünyada ekonomik olarak da çok önemli hale gelmiş durumda. Lojistik avantajlar, rekabet gücü açısından çok önemli. Tabii kolay değil. Bu; yıpranmış, birtakım sıkıntıları olan bir hat. Bu hattın onarımı, yeniden hayat bulması, canlanması da bizim için önemli. Dolayısıyla bu konuları takip ettiğimizi ve önemle üzerinde durduğumuzu ifade edebilirim.
Bu hatlar sadece genel olarak ülkeye destek olmakla kalmıyor, bağlandıkları bölgenin kalkınmasına da büyük bir güç veriyorlar. Örneğin Zengezur Koridoru, hem Doğu Anadolu, hem Doğu Karadeniz için çok anlamlı bir koridor. Bölgesel kalkınma anlamında da Doğu'nun, Güneydoğu'nun, Doğu Karadeniz'in kalkınması anlamında da Zengezur Koridorunu bir ‘kalkınma koridoru’ olarak görüyoruz. Güneydoğu için Suriye üzerinden yeni lojistik hatlar oluşması bakımından önemli avantajlar getiriyor diye ifade etmek isterim.
TERÖRSÜZ TÜRKİYE
‘Terörsüz Türkiye’ ve terörsüz bölge meselesine geçecek olursak, Türkiye kim ne derse desin bölgesinde bir istikrar adası. Bölgemizde neler yaşandığını hep birlikte görüyoruz. İşte kuzeyimizde bir savaş, güneyimizde Gazze'de yaşanan vahşet, birçok jeopolitik gerilimler, Ukrayna-Rusya savaşından Balkanlar’daki gerilim... Kafkaslar’da çok şükür artık 30 yıllık işgal sona erdi ama orada yaşanan süreçleri hep birlikte biliyoruz. Dolayısıyla bu zor coğrafyada, jeopolitik gerilimlerin yüksek olduğu coğrafyada Türkiye bir istikrar adası.
Uzun yıllardır Türkiye'nin enerjisini tüketme doğrultusunda kullanılan ve bir hesaplamaya göre 2 trilyon dolar civarında maliyeti olan bir beladan bahsediyoruz, terör belasından. Terörün iki tür maliyeti var değerli arkadaşlar. Bir tanesi doğrudan maliyet, ekonomik anlamda konuşuyorum.
Tabii can kayıplarımız, şehitlerimiz hesaba gelmez tabii, onu bir kenara koyarak konuşuyorum. Bu vesileyle tabii şehitlerimize de Allah'tan rahmet diliyorum, gazilerimize sağlık, afiyet ve uzun ömürler diliyorum. Onu bir kenara koyarak söylüyorum. Ekonomik boyutuna baktığınız zaman iki tür maliyeti var terörün. Bir, doğrudan maliyet, işte terörün yakıp yıktığı yerler veya terörle mücadele ederken kullandığınız birtakım imkanlar,kaynaklar bütün bunlar bir maliyet oluşturuyor sonuçta. Bir de ekonomik tabirle alternatif maliyet dediğimiz bir şey var. Terör olmasaydı olacak işler. İşte terör olmasa veya terör olduğu için olmayan işler diyelim daha anlaşılır olur. Terör var diye olmayan turizm, terör var diye gelişmeyen tarım, terör var diye gelmeyen yatırımcı, yapılamayan ticaret, bütün bunlar terörün alternatif maliyeti, dolaylı maliyetleri. Bu ekonomik olarak çok daha önemli bir rakama tekabül ediyor.
Az önce bahsettiğim gibi işte bu doğrudan ve dolaylı maliyetleri bir araya getirdiğiniz zaman 2 trilyon dolarlık bir kaynaktan bahsediyoruz. Kalkınmaya, insanımızın refahına gidebilecekken maalesef terör nedeniyle kaybolan kaynaklardan bahsediyoruz.
Dolayısıyla ‘Terörsüz Türkiye’ hem iç cephemizi güçlendirme, bölgemiz üzerinde birtakım uluslararası güç odaklarının, emperyalist odakların tasarımlarını boşa çıkarma hem de ekonomik kalkınmamızı hızlandırma noktasında çok çok önemli. Sayın Bahçeli tarihi çağrısını yaparken, yapmadan önce daha doğrusu, Sayın Cumhurbaşkanımız hep ‘Türkiye Yüzyılı’ dedi biliyorsunuz son yıllarda, ‘Türkiye Yüzyılı’. 100 yıllık bir Cumhuriyet olduk şimdi. İkinci yüzyılına girmiş daha olgun bir Cumhuriyet olarak çok daha güçlü bir şekilde uluslararası alanda yerimizi alma, iddialı bir şekilde daha yüksek hedeflere yürüme vizyonu. Bu vizyonun bir parçası da iç cepheyi güçlendirme. İç cephenizi güçlendirerek kendi içinizdeki birliği, beraberliği tahkim edeceksiniz ki ‘Türkiye Yüzyılı’ hedeflerine ulaşmanız mümkün olsun.
Bu genel vizyon, bu genel çerçeve içinde Sayın Bahçeli tarihi bir çıkış yaptı tabii, onunla birlikte de yeni bir sürece girilmiş oldu. Sonra terör örgütünün kurucusu kurduğu örgüte kendisini feshetme çağrısı yaptı. Örgüt kendisini feshettiğini ilan etti, bir silah bırakma süreci başlamış oldu. Bu süreçte Meclisimiz bir Komisyon oluşturdu, bir grup hariç diğer bütün grupların içinde olduğu Komisyon çalışmaları başlamış oldu. Yakında herhalde Komisyonun raporunu hep birlikte görmüş olacağız. Partiler raporlarını verdiler, şimdi Meclis Başkanlığı veya Komisyon Başkanlığı diyelim bu raporların ortak noktalarını herhalde kamuoyuyla bir şekilde paylaşacaktır diye düşünüyorum.
Buradaki amaç çok açık ve net, terörün olmadığı bir Türkiye. Ne demek terörün olmadığı bir Türkiye? Birliğini, beraberliğini daha fazla pekiştirmiş bir Türkiye, güvenliğini kalıcı bir şekilde pekiştirmiş bir Türkiye. Bugün çok şükür Türkiye güvenli bir ülke ama uzun vadeli bir perspektifle baktığınızda geleceğe dönük riskleri de dikkate alarak bu konularda adım atmak zorundasınız. Dolayısıyla uzun vadeli, güvenliğini pekiştirmiş bir Türkiye olarak yolumuza devam edeceğiz inşallah.
Burada güvenliğin pekişmesi hem kalkınmaya güç verecek hem de terör örgütlerinin, terör tehdidinin gölgesinde olmayan bir yeni siyasi alan oluşturmuş olacak. Bu da demokratikleşmemize, demokratik standartlarımızın yükselmesine güç vermiş olacak. Böyle bir ortama doğru Türkiye gidecek inşallah.
Burada her zaman söylüyoruz, bir al-ver süreci kesinlikle söz konusu değil ama elbette atılan her adım karşılığını görmek durumunda. Dolayısıyla Türkiye'yi bu terör belasından kurtarıp çok daha güçlü bir şekilde yoluna devam eder hale getirme gayretindeyiz. Burada işler ilerledikçe dezenformasyonlara ve provokasyonlara mutlaka dikkat etmemiz lazım toplum olarak.
Türkiye'nin terör belasından kurtulmasını istemeyen, içindeki bölünmüşlük, parçalanmışlık, kutuplaşma arzu eden bir takım güçler, Türkiye'de bu konular üzerinden hiçbir gerçekliği olmayan birtakım haberlerle toplumun kafasını karıştırmaya çalışabilirler. Birtakım sabotaj girişimleri, provokasyonlar bu tür süreçlerde her zaman olabilir. Bunlara karşı da çok uyanık olmamız lazım ve bu süreci mümkün olan en kısa sürede tamamlama gayreti içinde olmamız lazım diye inanıyoruz. Dolayısıyla ‘Terörsüz Türkiye’ bizim için son derece önemli ve artık bir devlet politikası haline gelmiş durumda. Özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızın tabii bu konudaki liderliğiyle.
Burada ‘Terörsüz Türkiye’nin bir ikinci boyutu ise terörsüz bölge. Sadece Türkiye'de değil, komşularında da terörün ortadan kalkması veya marjinalize olması, etkisini yitirmesi çok çok önemli bölgesel refah açısından. Az önce bakın bazı koridorlardan, ticaretten, bölgesel entegrasyonların öneminden bahsettim. Dolayısıyla dünyaya da baktığınızda, dünya ekonomi tarihine de baktığınızda, ülkeler bölgeleriyle birlikte kalkınıyor.
Şimdi Avrupa'ya bakın, hepsi çok başarılı politika izlediği için mi bu kalkınmışlık düzeyine geldi? Hayır, bazı ülkeler lokomotif oldu, Avrupa'yı sürükledi ve bir bölgesel dinamik oluştu. Onun için de bütün ülkeler belli bir seviyeye ulaştılar. Biri diğerinden biraz daha fazla-az ama sonuçta bir bölgesel dinamik var. Dolayısıyla biz de bölgemizde daha güçlü bir kalkınma dinamiği oluşturmak istiyoruz, daha güvenli, daha müreffeh, daha istikrarlı bir bölge istiyoruz.
Şu anda dünyada iki tane çatışma içinde olan bakış açısı var. Bir tanesi, güçlüysem haklıyım diyen, çatışmayı önceleyen, işte İsrail yönetiminin Gazze’de yaptığı gibi her türlü insanlık dışı, hukuk dışı uygulamalarla kendi tarif ettiği menfaatini korumaya çalışan çatışmacı anlayışlar var. Bir de Türkiye gibi istikrar üretici, diplomasiyi önceleyen, bir şekilde bir uzlaşma arayan, her tarafla diyalog içinde olan ve sorunlara çatışma oluşturmadan çözüm üretmeye çalışan güçler var.
Şu anda dünyadaki hakim unsurun daha çok çatışmacı zihniyet olduğunu görüyoruz maalesef. Ama bir yandan da diplomasiyle, diyalogla, uzlaşmayla sorun çözmeye çalışan, istikrarla, istikrar üreterek aktörleri bir araya getiren Türkiye'nin dünyaya, geleceğe dair farklı bir umut verdiğini de görüyoruz. Küresel ortam bugün farklı olabilir ama bir taraftan da hiçbir ortam ebedi değil. Bütün ortamlar bir zaman içinde kendi muhalefetini de üretiyor, dip dalgalar da oluşuyor ve başka boyutlar da kazanıyor bu süreçler.
Türkiye, insanlık ittifakından yana, barıştan, istikrardan ve refahın paylaşımından yana. Cumhurbaşkanımızın deyimiyle “dünya, beşten büyüktür” diyor ya daha adaletli bir dünyadan yana bir güç olarak bu anlamda yine bölgesinde de terörün kalktığı, hem Türkiye'ye tehditlerin ortadan kalktığı, hem de bölgenin istikrarına, refahına yönelik tehditlerin azaldığı bir ortamı savunan bir konumda. Ve inşallah bunu da başaracağız. Kolay değil bu süreçler. Bin türlü aktör var az önce bahsettiğim gibi. Siz istikrar oluşturmaya çalışırken istikrarı bozmaya çalışan farklı güç odakları var. Ama Türkiye sıradan bir ülke değil, uzun bir geçmişi olan, birikimi olan, devlet geleneği olan bir ülke. Dolayısıyla inanıyorum ki bu bölgede eninde sonunda daha adaletli, daha istikrarlı bir düzen oluşacak ve bundan hem Türkiye, hem bölgedeki tüm komşularımız istifade etmiş olacak.
SINIRDA KARBON DÜZENLEME MEKANİZMASI
Bu karbonla ilgili Sayın Bakanımız önemli bilgiler verdi. Ben de o konuda sadece iki boyut üzerinde duracağım. Belki onlar da tamamlayıcı olabilir.
Birincisi şu: bu çevre, karbon meseleleri artık yeni korumacılığın da aracı haline gelmiş durumda. Dolayısıyla biz bir taraftan Avrupa'nın bu koyduğu kurallara uyum sağlayarak ihracatımız önündeki engelleri kaldırmış oluyoruz ama bir taraftan biz de kendi sınırda karbon düzenlememizi gerçekleştirip üçüncü ülkelere karşı önümüzdeki dönem bunu kendi politikalarımızın da bir parçası haline getirmek durumunda görüyoruz kendimizi. Dolayısıyla bu yönde de çalışmalar yürütüyoruz.
İletişim boyutu üzerinde biraz durmak istiyorum bu konunun hazır sizleri bulmuşken. Dezenformasyon meselesi bugün ekonomide de çok önemli bir unsur diye ifade etmek istiyorum. İklim Kanununu çıkarmaya çalıştık biliyorsunuz Meclis’te. Bir tezvirat başladı sosyal medyada, medyada, işte efendim topluma yapay et yedirecekler diyenden tutun, işte emperyalistlere ülkeyi teslim ediyorlar diyenlere varıncaya kadar. Şimdi ben şuna saygı duyarım, bir kanunu açar okur birileri, şu cümle yanlış olmuş, şurada hakikaten bir eksiklik var. Eleştirir yani, yanlış anlamayın, kanunların eleştirilmesine bir diyeceğim yok. Ama tek satırını okumadan bu kanunun, içinde ne olduğunu bilmeden toplumda ilginç bir algı oluşturuldu. Sırf o algı yüzünden aylarca bu kanun gecikti.
Hâlbuki özü ne bu kanunun? Biz kendi Emisyon Ticaret Sistemimizi kurup Avrupa'ya ihracat yapan belli sektörlerden vergi almazsak bu vergiyi Avrupa alacak. Biz mi alalım Avrupa mı alsın bu vergiyi, mesele bu. Biz diyoruz ki biz alalım. Madem böyle bir düzenleme var, bunu biz alalım, ama bunu çarçur etmeden, bir fonda toplayalım. Sanayimizin dönüşümü için tekrar sanayiye bunu kanalize edelim. Bu kanunun özü bu.
İklim Kanunu dediğimiz kanunun özü bu. Avrupa'nın sınırda karbon düzenlemesi nedeniyle hassas bazı sektörlerimizden alacağı vergileri kendi içimizde toplamış olacağız, bir fonda biriktireceğiz ve bu fonun yönetiminde Sanayi Bakanlığımız da var, Ticaret de var, Çevre de var. Yeşil dönüşüm diyoruz. Sanayinin daha verimli hale gelmesi için, daha düşük karbonlu hale gelmesi için sanayiye bu fonları tekrar kanalize edeceğiz, işin özü bu. Ama bunu anlatıncaya kadar epeyce bir ne diyelim, hırpalandık. Buralarda basınımızın hakikaten desteğine ihtiyacımız var, sağlıklı bir şekilde toplumun bilgilendirilmesi adına. Sağlıklı bilgilendirirsiniz toplum buna rağmen muhalefet ederse, ona saygımız var. Yani muhalefet eder, engel olur, ister istemez, eyvallah. Ama sağlıklı bilgilensin toplum. Ne olduğunu anlasın, ondan sonra ne diyecekse başımızın üstünde. Ama hiçbir şekilde gerçekliğe tekabül etmeyen algılar üzerinden bu politikaları yürütürsek kendimize de ekonomiye de topluma da zarar vermiş oluruz. Bu anlamda ben basının, özellikle ekonomi basınının çok önemli, değerli olduğunu buradan ifade etmek istiyorum.
Bu bir tane örnek sadece, bunun gibi birçok örnek yaşıyoruz gerçekten. Geçen bir Merkez Bankası Başkanımız söyledi, G-20 toplantılarında merkez bankaları toplandığında onlar da şikâyet etmişler. Tüm dünyada böyle bir şikâyet var. Merkez bankaları kendi aralarında konuşmuşlar, bütün dünyada bu sosyal medyanın bir etkisi herhalde. Algılar artık olgulardan kopmuş vaziyette. Sosyal medyada bir hava oluşuyor ve bu da ekonomik politikalar üzerinde beklentiler kanalı ile özellikle ciddi etkiler oluşturabiliyor. Sosyal bilimlerde ‘Kendini Gerçekleştiren Kehanet’ dediğimiz bir kavram vardır. Herkes bir şeye inanırsa o şey olmayacaksa bile olur. Dünyanın en sağlam bankacılık sistemine sahip olun, herkes yarın bankalar batacak diye inansın, herkes bankalara koşup parasını çekmeye çalışsın, gerçekten o bankacılık sistemi batar. Çünkü sonuçta belli bir para topluyor, kredi dağıtıyor, bir likidite düzeyi var. Bir örnek olarak söylüyorum. Dolayısıyla bu beklentiler önemli, enflasyonda da önemli.
ENFLASYON
Bakın size sadece bir tane rakam söyleyeyim. Kasım ayında enflasyonumuz 31.1'e kadar düştü, 31.1. Reel sektöre soruyoruz, 1 yıl sonra enflasyon ne olacak diyoruz, işte 35-36 olacak diyor. Ya şu anda 31'e düşmüş vaziyette. Piyasa yapıcılar, piyasa aktörleri daha bizim hedeflere yakın söylüyorlar. Çünkü onlar işleri gereği daha iyi biliyor, bu politikaları yakından takip edenler diyelim. Onlar da bir yıl sonra 23-24 civarında olacak diyor. Onlar da tam bizim hedefimizde değiller ama yakınlar en azından. Fakat reel sektöre soruyorsunuz, 35-36 olacak diyor. Hane halklarına soruyorsunuz, 50'nin üstünde diyor bir yıl sonrası için. Geldiğimiz yer 31. Temel mallarda bir yılda artış oranı 18.6, 20’nin, 19’un da altında. Temel mal dediğimiz otomotiv, beyaz eşya vesaire. Buralarda 18.6 son bir yıllık artış. Biraz bu yukarıya çeken ne, hizmet sektörleri, kira gibi unsurlar. Bir de Sayın Bakanımızın bahsettiği tarımda maalesef şanssız, talihsiz bir yıl yaşadık. Hem don, hem kuraklık aynı yıl gerçekleşti. Bu tarımsal büyümemiz, tarım kanalıyla büyümemizde olumsuz anlamda katkıda bulundu. Enflasyona ise yine olumsuz etki etti. Tarımda bunu yaşamasak muhtemelen şu anda 30'un altında bir rakamdan bahsediyor olacaktık. Tek başına tarım bile bu tabloyu belli oranda etkiledi.
Şunu söylemeye çalışıyorum: Bizim önümüzdeki dönem bir taraftan para politikaları, bir taraftan maliye politikaları, bir taraftan gelirler politikası, yapısal dönüşümler, ama bir yandan da bu beklentileri iyileştirici bir yaklaşımla hareket etmemiz lazım ki hedeflerimize daha kolay ulaşabiliriz.
Burada da şunu ifade edeyim: Son iki aydır enflasyon gayet iyi gidiyor. Eylül’de bizi şaşırttı doğrusu. Beklentilerimizin oldukça üzerinde geldi Eylül ayı enflasyonu, işte o tarım sektörünün etkisi. Bir de biraz bu eğitim, özel eğitimden kaynaklanan bir etki oldu. Ama daha sonra tekrar normal patikasına döndü enflasyon. Son iki aydır normal patikaya, düşüş trendine tekrar geri dönmüş durumda. En son 31.1 oldu. Aralık ayında da öncü göstergelerden Aralık’ın da iyi gittiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Dolayısıyla bu ay sonu itibarıyla yani yıl sonu itibarıyla 30'un biraz üzerinde bir enflasyonla bu yılı kapatmış olacağız diye tahmin ediyoruz.
Hemen gelecek yılın ilk ayında, Ocak ayında, Ocak enflasyonu açıklandığında tabii, o da Şubat'ın 3'ünde açıklanıyor, sonrasında geldiği için. Şubat 3'te açıklanacak olan Ocak ayı enflasyonunda ise 30'un altını göreceğimizi tahmin ediyoruz, 20'li bir rakamı artık göreceğimizi tahmin ediyoruz. Gelecek yılın sonlarında, 2026'nın sonunda yüzde 20'nin altında bir enflasyon hedefliyoruz. 2027 yılında ise enflasyonu tekrar tek haneli rakamlara indirme yönünde kararlı bir politika çerçevesi içinde hareket ediyoruz. Niçin yapıyoruz bunu? Elbette hem sağlıklı istikrar içinde büyümek için, hem de sosyal refah için. Enflasyonu düşüreceksiniz ki kalıcı sosyal refah olsun. Aksi takdirde ne yaparsanız yapın enflasyon eritip götürüyor. Enflasyonun düştüğü bir ortamda kalıcı bir sosyal refah üretme imkânına da sahip oluyorsunuz. Yine enflasyonun düştüğü bir ortamda öngörülebilirlik artıyor. Yatırım ortamı iyileşiyor. Bütün bu boyutlarıyla enflasyon bizim için temel öncelik halinde ve inşallah hedeflerimize ulaşacağız. Kararlı, koordineli bir şekilde de çalışıyoruz. Sadece Merkez Bankası kanalıyla değil, bazen öyle eleştiriyorlar bizi. Maliye politikamızla da destek oluyoruz buna. Sadece bir örnek vereyim size, yeniden değerleme oranından bahsetti Sayın Bakanımız. Birtakım ürünlerdeki artışı yeniden değerleme oranı yerine daha düşük bir oranla yapma yetkisi var Cumhurbaşkanımızın. Bunu bu sene daha fazla kullanmayı düşünüyoruz. Bir miktar kamu gelirlerinden belki feda etmiş olacağız ama enflasyona mali açıdan bir destek sunmuş olacağız.
Genel anlamda bütçe politikamızda da çok dikkatli gidiyoruz. AK Parti iktidara geldiğinde bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 10'un üstündeydi değerli arkadaşlar. Bizim 23 yıldaki performansımıza bakın 2.6 ortalaması. Yani bütçe açığının milli gelire oranı 23 yılın ortalamasında 2.6. Son yıllar Maastricht Kriteri yüzde 3 biliyorsunuz. Birçok Avrupa ülkesi bunu tutturamazken Türkiye bunu tutturdu uzun yıllar.
Son yıllarda yüzde 3'ün biraz üstüne çıktık. Geçen yıl 4.7 oldu. Bu yıl 3.6 olarak tahmin etmiştik ama son rakamlar gösteriyor ki bunun altında gerçekleşecek. Daha iyi gelecek yani, bütçemiz bizim de tahminlerimizden daha iyi gelecek. Bütçe açığı 3’e doğru, yani 3ün üzerinde tahmin edilen 3.6’nın altında bir yerlerde sonuçlanacak gibi görünüyor. Bu da sevindirici. Niçin sevindirici? Yani yüzyılın afeti diyoruz, yaşadığımız en büyük afet bu dönemde biliyorsunuz deprem oldu. Depremle ilgili şu ana kadar 90 milyar dolar kaynak harcamış durumdayız. Bu ekstra bir yük, yani bizim normal bütçemizde olan bir şey değildi. Buna rağmen bütçe açığının milli gelire oranını işte 3’lere, 3,5’lara getirebiliyorsanız bu gerçekten iyi bir bütçe yaptığınız, disiplinli gittiğinizin en açık göstergesi. Bu ekstra 90 milyar dolardan dolayı borçlanmamız bir miktar arttı. Bunun getirdiği faiz yükü, geçici olarak faiz yükünde bir artış oldu ama her şeye rağmen şunu söyleyeyim: Şu anda dünyanın en az borçlu kamu idarelerinden biri Türkiye Cumhuriyeti. Bizim Avrupa Birliği tanımlarıyla kamu borcumuzun milli gelire oranı yüzde 24 civarına kadar inmiş durumda. Avrupa'da bu oran yüzde 80'lerin üzerinde, gelişmekte olan dünyada yüzde 60'ların üzerinde. Türkiye, yüksek kamu borcu olan bir ülke değil. Az önce bahsettiğim o 23 yılda bütçe açığını aşağıya çekmemiz, mali disipline önem vermemiz Türkiye'yi bu anlamda farklı bir yere getirmiş durumda. Bütün bu deprem yüküne rağmen hala bizim borç seviyemiz oldukça düşük düzeylerde.
BÜTÇE GÖRÜŞMELERİ
Daha dün bütçemiz Meclis’te kabul edildi, 2026 bütçesi. Hayırlı uğurlu olsun diyoruz, bereketli olsun diyoruz tabii ki milletimize, ülkemize. Bu bütçede artık depremin yaralarını sarma dönemi noktalanmış olacak. Bu yıl sonu itibarıyla 453 bin az önce Bakanımızın bahsettiği konutu, iş yerini, hak sahiplerine teslim etmiş olacağız. Hatırlarsanız deprem olduğunda 10 yılda yapamazlar demişlerdi. 20 yılda bu iş toparlanmaz demişlerdi. İşte 2,5-3 yıl bile olmadan bu süreç bitti, kaldı ki o ilk aylar işte tabloyu eminim hepiniz gitmişsinizdir deprem bölgesine. O binaların yıkılması, kaldırılması bile gerçekten muazzam bir meseleydi. Yeni alanların belirlenmesi, ihale süreçleri, onları da saymazsanız neredeyse 2 sene gibi bir süreçte inşaat çalışmalarını tamamladık. Bu çok önemli bir başarı, kim ne derse desin.
Dünyada da örnek gösterilecek büyük bir başarı gerçekten. Buna emeği geçen herkese, başta bu kararlılığı ortaya koyan Cumhurbaşkanımıza şükranlarımızı sunuyoruz. 450-500 bin konut milyonlarca insan demektir. Daha güvenli bir şekilde evlerde yaşayacak milyonlarca insan. Bunun da fazlasını yapıyoruz, onu söyleyeyim. Bir miktar da rezerv konut yapılıyor. Muhtemelen 600 bini bulur yapacağımız konut sayısı ama bütün bu hak sahipleri anahtarlarına bu yıl sonu itibarıyla kavuşmuş olacaklar. Sadece konut da değil, yolları tamir ettik, tünelleri tamir ettik, köprüleri tamir ettik, şehir altyapılarını yeniden yaptık, hastaneleri yaptık, okulları, camileri yaptık, organize sanayi bölgelerini yeniden kurduk. Bütün, yani kocaman bir bölgeyi yeniden inşa ettik aslında, bütün altyapısıyla, üst yapısıyla. Sadece konut görünüyor belki ama öyle değil. 90 milyar dolar dediğim gibi dile kolay. En gelişmiş dediğimiz ülkeleri bile sarsabilecek bir rakam, Türkiye bunu başardı. Bundan dolayı gerçekten emeği geçen herkese ben tekrar şükranlarımı sunuyorum.
Gelecek sene bir miktar daha ödeneğimiz var hem deprem, hem afetlere hazırlık anlamında 600 milyarın üzerinde yine bütçemizde bir ödenek var. Ama artık depremin yaralarını sarma meselesi giderek geride kalmış olacak. Şehirlerimizi deprem olmadan depreme hazırlama, risklere hazırlama boyutu ön plana çıkmış olacak. Burada da kentsel dönüşüm ve sosyal konut hamlesi çok önemli. Az önce enflasyonla mücadeleden bahsettim. Sadece talep yönlü değil, arz yönlü politikalarla da hareket ediyoruz. Bu arz yönlü politikalarımızda da gıda ve konutu önceliklendirmiş durumdayız.
Tarım sektörü talihsizlik yaşadık, ama tarıma çok daha fazla kaynakla, sulamaya, tarımsal desteklere daha fazla kaynakla gıdayı, gıda üretimini arttırmaya çalışıyoruz. Bu da enflasyon açısından da çok önemli bir çaba. Diğer taraftan 500 bin sosyal konut projemizi Cumhurbaşkanımız ilan etti. 15 bin tane de düşük kiralık konut projesi. Sadece İstanbul'da 100 bin satılık, 15 bin düşük kiralık konut projemiz var. Çok da büyük bir ilgi gördü gerçekten, ama bunlar yeni demografimize de uygun projeler. İşte 2+1, depremlere dayanıklı, enerjiyi verimli kullanan, iç tasarımı iyi yapılmış binalardan, evlerden bahsediyoruz. Nüfusla ilgili ayrı bir başlık sormadınız ama bu nüfus, demografi meseleleri saatlerce üzerinde konuşulabilecek meseleler. Şu anda 3’e düşmüş durumda hane halkı büyüklüğü. Biz artık o eski büyük ev tipleri yerine, israf ekonomisi de oluşmaması adına daha küçük ölçekli, ama daha fonksiyonel, daha düşük maliyetli bir ev tiplerine de geçmek durumundayız. Bunun da bir güzel örneği olacak sosyal konutlarımız. Şu anda toplumun yüzde 20’si tek başına yaşıyor değerli arkadaşlar. Yani bu sosyolojiyi de görmemiz lazım, bu demografiyi de görmemiz lazım. Nüfusun yüzde 20’s artık tek başına yaşıyor. Genç veya yaşlı ama tek başına yaşayan böyle bir nüfusumuz var. Dolayısıyla bu gerçekleri de görerek çok iyi çalışılmış bir sosyal konut programını başlatıyoruz. Bu hem sosyal adalet açısından, hem yine enflasyonla mücadele açısından, hem afetlere toplumumuzu hazırlamak açısından çok yönlü olarak toplumumuza değer katacak çok önemli bir proje diye ifade etmek istiyorum.
Gelecek yılın bütçesinde bütçe açığının milli gelire oranı 3,5 olacak diye tahmin ediyoruz. Yine bir miktar bu deprem yükü, onu çıkarırsanız 3'ün altına düşüyor ama 3,5 hiç de kötü bir rakam değil bu şartlar altında. Bu sene olduğu gibi gelecek sene de inşallah tahminimizden de daha düşük gerçekleşir. Bu sene 3.6 demiştik, onun altında gerçekleşecek. Gelecek yıl 3.5 diyoruz, biraz da temkinli hareket ediyoruz, ihtiyatlı hareket ediyoruz. Çünkü ek bütçeye ihtiyaç kalsın istemiyoruz. Bütçemizdeki tabanları o anlamda biraz daha bir ihtiyat payıyla koyuyoruz. Muhtemelen gerçekleşme bunun bir miktar altında olacaktır, onu da söyleyebilirim. Burada ilk defa faiz dışı fazla vereceğiz gelecek yılın bütçesinde.
Son 2-3 senedir faiz dışı açık veriyorduk, yani borçlarımızı ödeyip faizi ödemek için de bir miktar borçlanmak zorunda kalıyorduk. Bu da bir olumsuz sarmal oluşturuyor malum. İşte o sarmalı gelecek yıldan itibaren kırmaya başlıyoruz ve ondan sonraki yıllar büyüyerek devam edecek ve artık o faizdeki bu son dönemlerdeki artış, deprem kaynaklı büyük oranda artış kırılmış olacak. Faiz dışı, az da olsa bir faiz dışı fazla gelecek yıl vermiş olacağız. Hesaplarımız bu şekilde. Giderek bunun payının da arttığını göreceğiz yıllar içinde ve faizlerin oranı da düşecek. Ha faizlerin oranı ne civarda? Hep nominal rakam söylüyor muhalefet. Tabii işlerine öyle geldiği için. Hâlbuki ekonomide oranlar konuşur. Yani faiz tamam geçmişte 50 milyardı, şimdi oldu bilmem trilyon ama geçmişte de milli gelir nominal olarak çok daha düşüktü, şimdi çok daha yüksek. Bütçe çok daha düşüktü, şimdi çok daha yüksek. Bunları oranlarla konuşmak lazım. Böyle baktığınız zaman milli gelirin yüzde 3'ü civarında bir faiz yükümüz söz konusu. Bu AK Parti iktidara geldiğinde yüzde 14'ün üzerindeydi. Yani faiz ödemelerinin milli gelire oranı yüzde 14’ün üzerindeydi. Şimdi bu son dönemdeki olumsuz konjonktüre rağmen yüzde 3’ler civarında. Bunu yine daha aşağılara inşallah çekeceğiz az önce bahsettiğim strateji çerçevesinde.
Dolayısıyla gelecek yılın bütçesi bizim için çok önemli. 2026 bir kırılma yılı olacak. Orta Vadeli Programımızın meyvelerini daha fazla gördüğümüz, etkilerini daha fazla gördüğümüz bir yıl olacak. Sayın Cumhurbaşkanımızın birkaç defa altını çizdiği gibi yapısal dönüşümler için yine önemli bir yıl olacak 2026 yılı. Önemli birtakım reformların, yapısal dönüşümlerin gerçekleştiği bir yıl olacak. Depremin etkilerinin büyük oranda artık giderildiği bir yıl olacak. Enflasyonla mücadelemizin sonuçlarını çok daha hissettiğimiz bir yıl olacak. Olumlu manada bir dönüm yılı olacak diye ifade etmek isterim 2026 yılını. Dış konjonktür de bize biraz destek olacak burada. Dünyadaki gidişat, ha mükemmel bir gidişat yok başta bir konuştum dünyanın halini, misli olarak konuşuyorum. Yani bugüne göre, 2025'e göre, 2026'daki koşullar ekonomik politikalarımızla daha fazla destek olacak. Bunun da üç tane unsuru var.
Birincisi, Avrupa Birliği ve MENA dediğimiz Kuzey Afrika ve Orta Doğu bölgeleri bu yıla göre daha hızlı büyüyecek. Dünyadaki tahminler bu yönde. Bizim de ihracatımızın yüzde 70'i bu bölgelerin. Dolayısıyla buralardaki büyüme bizim ihracatımız için olumlu bir atmosfer oluşturacak.
İkincisi, emtia fiyatları, petrol başta olmak üzere. Türkiye net emtia ithalatçısı bir ülke, enerji ithalatçısı bir ülke. Emtia fiyatlarının daha ılımlı bir şekilde devam etmesi yönünde tahminler. Tabi jeopolitik bir olumsuzluk çıkmaması halinde, şu anki tahminlere baktığımızda emtia fiyatlarının da ılımlı bir şekilde gideceği görülüyor. Bu da Türkiye için yine bir avantaj olarak önümüzde duruyor.
Üçüncü faktör ise, dünyada enflasyon hala kırılamadı pandemi sonrası. Dolayısıyla faiz indirimleri gecikti bir miktar. Ama bu döngüye de girdi gelişmiş ülkeler. Gelişmiş ülkelerdeki faiz oranlarının düşüşü, gelişmekte olan ülkelere dönük fon akışını hızlandıracak. Oradaki faizler düşünce gelişmekte olan ülkelere finans akışı, fon akışı hızlanmış olacak.
Bu üç faktörden dolayı dünya konjonktürünün de bize daha fazla destekleyici olacağını söyleyebilirim. Buna içeride tarımı da belki ilave edebiliriz. Bu sene tarımda gerçekten çok olumsuz bir yıl yaşadık. Don ve kuraklık bir arada yaşandı. Dolayısıyla yüzde 6 civarında bir küçülmeden bahsediyoruz tarımsal üretimde. İlk 9 ayda ekonomimiz yüzde 3.7 büyüdü ama bunu sanayide ve hizmetlerle sağladık. Daha çok yatırımla sağladık, üretimle sağladık. Tarımda ise 3. çeyrekte 12.7'lere varan bir küçülme var, 4. çeyrek daha iyi gidiyor. Yıl genelinde yüzde 6 civarında tarımda bir küçülme söz konusu. Tahminlerimize göre söylüyorum tabii. Dolayısıyla bu yıl tarım büyümeyi de enflasyonu da olumsuz etkiledi ama gelecek yıl bu talihsizlikleri yaşamazsak, normal bir yıl olursa tarımda bu da olumlu yansıyacak gelecek yıla. Baz etkisinden dolayı hem büyüme açısından, hem enflasyonla mücadele açısından iki bakımdan da gelecek yıla bu olumlu yansıyacak diye bekliyoruz.
Bütçeyle ilgili yine şunu söyleyebilirim: Eğitime, sağlığa, insan kaynaklarına her zamanki gibi öncelik vermiş durumdayız. Güvenliğimize, savunma sanayimize yine büyük önem atfediyoruz. Çünkü güvenlik olmadan bu dünyada ne ekonomi olur, ne demokrasi olur, ne özgürlük olur, ne bağımsız dış politika olur, ne de refah olur. Dolayısıyla kendimizi çok daha güvenli bir şekilde geleceğe hazırlamak durumundayız. Oradan da hiç fedakârlık etmeden bütçemizde dengeli bir yapı oluşturmuş durumdayız. Ben bütçe konuşmalarımı yaparken hep istikrar ve refah bütçesi olacak dedim. İşte enflasyonun sonuçlarını daha fazla gördüğümüz, istikrar içinde büyüdüğümüz bir yıl olacak. Bir taraftan da bunun getirisini geniş toplumsal kesimler açısından tabii ki 86 milyonun dengeli bir şekilde bundan istifade etmesi anlamında da refah boyutu olan bir bütçemiz olacak diye ifade etmek istiyorum.
MECLİSTEKİ KAVGA
Biraz bütçe konuşmalarından yeni çıktığım için uzattım kusura bakmayın ama bir taraftan da Metin Bey şeyi sordu Meclis’teki dünkü kavgayı, onunla ilgili de bir şey söyleyeyim. Ben yıllarca Plan Bütçe Komisyonu Başkanlığı da yaptım. Meclis’te uzun yıllar beş dönem milletvekilliği yaptım. Meclis tabii ki konuşulacak bir yer. Eleştiriler olacak, sözler söylenecek. İktidar muhalefet, zaman zaman polemikler olacak, sıcak tartışma...
Bunlar normal. Olacak bunlar, işin tabiatında var. Ama şunun da altını çizmek isterim: Eskilerin güzel bir sözü var: ‘Usul, esasa mukaddemdir’ diyorlar. Yani önce usul gelir, sonra içerik gelir, esas gelir. Plan Bütçe Komisyonu Başkanlığımdan da şunu öğrendim: usul ve üslup çok önemli. Bakın usul ve üslup bilerek her şeyi söyleyebilirsiniz. Eleştirirsiniz de hatta çok sert eleştiriler yapabilirsiniz ama kişiselleştirmeden, hakaret etmeden, şiddete başvurmadan bunu pekâlâ yapabilirsiniz.
Bu çok da faydalı bir şey. İktidar için de iyi bir şey. Kendimizi check etmiş oluruz, eleştiri güzel bir şey. Fakat dünkü yaşanan şey maalesef bu olmadı. Bir arkadaşımıza, Adıyaman Milletvekilimize fiili bir saldırı gerçekleşti. Bunu en güçlü şekilde kınıyorum, lanetliyorum. Böyle bir anlayış olmaz. Yani kim yaparsa yapsın, böyle bir anlayış olmaz. Maalesef bizim arkadaşımıza bir CHP milletvekili dün gece duyduğum kadarıyla, Genel Başkan Yardımcısı da olmuş anladığım kadarıyla. Bir partinin de üst düzey yöneticisi üstelik. Böyle bir saldırıyı gerçekleştirmesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Kim fotoğrafladıysa fotoğraflarda da çok net bir şekilde o saldırı görülüyor.
Hem partisinin hesap sorması lazım bence hem de bu konuda mutlaka Adıyaman Milletvekilimizden özür dilenmesi lazım. Çok da hakikaten olgun bir milletvekilimiz orada ayırmaya çalışıyor bir şekilde, bir şey olmasın diye bir mücadele içindeyken kendisine böyle bir fiili saldırı var. Elbette en güçlü şekilde kınıyoruz. Bir daha böyle hadiselerin yaşanmamasını temenni ediyoruz. Bunlar toplumumuzun Meclis’e olan bakışını da maalesef olumsuz bir yönde etkiliyor. Kavganın, şiddetin hiç kimseye faydası yok. Meclis’te en sert tartışmaları yapalım, en ağır eleştiriler, karşıt cevaplar olsun. Söze sözle karşılık verelim. Söze fiili saldırıyla, şiddetle karşılık vermeyelim. Bunu kim yaparsa yapsın aynı şekilde düşünmemiz gerekir diye inanıyorum.
FİLİSTİN MESELESİ
Gazze ile ilgili bir soru vardı. Öncelikle tabii bir soykırım yaşandı Gazze’de. İnsanlığın gözleri önünde maalesef bir soykırım yaşandı. Burada en gür şekilde bunu ortaya koyan ve bir mücadele yürüten liderimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti Hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti oldu. Buna rağmen maalesef büyük oranda siyasi istismar amaçlı çok farklı söylemler de medyada, sosyal medyada karşılık bulabildi zaman zaman. Ama şundan emin olmanızı isterim, bu konuda en doğru tanık bence Filistinliler’in kendileri.
Filistinliler’e sorsun bu tezviratları yapanlar… Türkiye'nin politikalarını, gerekli cevabı onlardan alırlar diye inanıyorum. Görünür görünmez şekillerde, çok farklı şekillerde Türkiye Cumhuriyeti, mazlum Filistin halkının yanında oldu ve olmaya da devam edecek. Bunun için bütün gücüyle, bütün imkânlarıyla da bir mücadele sürdürüyor. Şarm El-Şeyh’te bu anlaşmasının yapılması, en azından vahşetin dozunun düşürülmesi diyelim, hala bittiğini söyleyemeyiz. Zaman zaman yine görüyoruz yaşananları. Bu bile önemli bir adım diye inanıyoruz. Yardımların belli ölçüde bölgeye gitmeye başlaması çok önemli. Çünkü açlığı bile bir silah olarak kullandılar. Salgın hastalığı bir silah olarak kullandılar. Her türlü zulüm yapıldı. Şu anda en azından belli bir oranda bir yardım gidiyor ama bu tabii ki yeterli değil.
Yardımların çok daha düzenli, yeterli hale gelmesi lazım. Yardımın da ötesinde bölgenin yeniden ayağa kaldırılması lazım. İşte kış geliyor, insanların yatacak, barınacak yerlerinin olması lazım. Dolayısıyla bu daha uzun soluklu bir mesele bu yeniden yapılanma dediğimiz mesele. Ve bunun da Filistin halkı nasıl istiyorsa öyle yapılması lazım. Başkalarının tasarımlarına göre değil, o halkın beklentilerine göre yapılması lazım. Bu noktada da Türkiye elinden gelen tüm çabayı yine sarf etmeye devam edecektir. Farklı taraflarla, farklı aktörlerle bu anlamda Filistin halkı için mücadelemiz sürecektir. Hep söylüyoruz, iki devletli bir çözümü savunuyoruz biz. Başkenti Doğu Kudüs olan bir bağımsız ve kendi ayakları üzerinde durabilir bir Filistin oluşuncaya kadar da bu mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz.
COP31
Bu COP31 ile ilgili de bir soru geldi. COP biliyorsunuz Birleşmiş Milletler Taraflar Konferansı deniyor. 90'lı yıllarda bir İklim Sözleşmesi kabul ediliyor. Buna bağlı olarak her yıl bir Taraflar Konferansı düzenleniyor. Dünyanın en büyük zirvesi diyebiliriz. 200 civarında ülkenin bütün sivil toplumuyla, kamusuyla, özel sektörüyle bir araya geldiği, ekolojiyi tartıştığı, çevreyi tartıştığı çok önemli bir zirve. 2026'nın bir özelliği de bu olacak; zirveler yılı olacak. Bir taraftan Temmuz'da NATO Zirvesi Ankara'da, diğer taraftan Antalya'da Diplomasi Forumu, yine Türk Devletleri Zirvesi ve Kasım ayında da COP dediğimiz 4 tane zirve bir aynı yıla sığmış olacak. Antalya'da olacak COP31. Bu sayılar da yıllara göre veriliyor. Bu yıl COP30'du Brezilya'da. Belem diye bir şehirde yapıldı. Ben de oraya gittim. COP 29'da Azerbaycan'daydı, çok da başarılı yaptı Azerbaycan.
Hakikaten tebrik ediyoruz. Bugün de tebrik ettim. Onların tecrübesinden de istifade edeceğiz bu arada. Bazı heyetler Türkiye'ye gittiler bu süreçte. Çevre Bakanımızla görüşmeleri oldu. Azerbaycan'ın tecrübesinden de istifade edeceğiz. COP30'a ben de gittim. Brezilya'nın Belem şehrine. Amazonların içinde bir bölge. Otel bile bulmakta insanların zorlandığı, işte gemilerde yatıp kalktığı böyle farklı bir COP yaşandı orada. Bir taraftan da orada bir lobi çalışması yaptık tabii, ben de onun için gittim doğrusu.
Avustralya ile bir çekişmemiz oldu bizim. Avustralya'da COP31'e ev sahipliği yapmak istiyordu, uzun süre bir tartışma yaşadık. Sonra bir uzlaşmayla COP'un ev sahibi Türkiye oldu. Ama Avustralya'yla da belli yan faaliyetler, özellikle Pasifik Bölgesine ilişkin birtakım beklentileri var. Onları biraz karşılayacak şekilde bir formülasyonla Türkiye COP31'i almış oldu. Önemli bir zirve. Çevre, ekoloji politikaları Türkiye'de tartışılacak. Küresel tartışmalara ev sahipliği yapacağız ve uzun süren bir toplantı bu, böyle haftalarca süren bir toplantı. Yan etkinlikleri olan bir toplantı. Bizim için en önemli başlıklardan biri bu yeşil dönüşüm, yeşil finans olacak diye inanıyorum. Türkiye'nin mutlaka bu yeşil finanstan daha fazla istifade etmesi lazım. Su meselesi var karşımızda. Enerji meseleleri var.
Birçok sanayide dönüşüm meseleleri var. Buralarda bu tartışmaların bize önemli katkılar sunacağına inanıyorum. COP’a ev sahipliği yapan ülkelerin belli oranda bir maliyeti oluyor. Bizim maliyetimiz biraz daha düşük olacak. Çünkü Antalya zaten altyapısıyla bu işlere hazır bir şehrimiz. Bir de turizm sezonu dışında muhtemelen 100 bini aşar Türkiye'ye gelen sayı. İyi de bir şey olacak, turizm açısından da bir fayda sağlamış bir yer olmuş olacak. Ama bunun ötesinde tabii en önemlisi ‘Gelişmiş Kuzey’de, Gelişmekte Olan Güney’in farklı bakış açıları Türkiye'de daha dengeli bir şekilde tartışılmış olacak. Ben de Brezilya'da bunu söyledim kürsüden doğrusu. Bizim iddiamız bu. Biz hem gelişmiş ülkelerin nasıl baktığını görebiliyoruz, hem de gelişmekte olan ülkelerin. Dolayısıyla daha dengeli bir şekilde bu tartışmaların Türkiye'de yapılabileceğine inanıyoruz diye de ifade ettik. Şimdiden hayırlı olsun diyorum. Teşekkür ederim.