Pala: Gündem kitabımın üzerine düştü
28 Şubat'ta YAŞ kararıyla, 15 yıllık mecburi hizmetinin bitmesine 2 ay kala binbaşı rütbesindeyken resen emekli edilen Prof. Dr. İskender Pala, askerlik, darbe ve irtica iddiaları üzerine çok ilginç tespitlerde bulundu.
ABONE OLGülay Altan'ın röportajı
Türkiye'nin sayılı divan şiiri uzmanlarından, yazar Prof. Dr. İskender Pala, detaylarını pek az kişinin bildiği subaylık yıllarını anlatan 'İki Darbe Arasında' isimli yeni kitabını geçtiğimiz hafta Kapı Yayınları'ndan çıkardı.
Edebiyat fakültesini bitirip teğmen olarak Deniz Kuvvetleri'nde çalışmaya başlayan Pala, 28 Şubat döneminde YAŞ kararıyla, 15 yıllık mecburi hizmetinin bitmesine 2 ay kala binbaşı rütbesindeyken resen emekli edilmiş. Askeriye'de yaşadıkları ve atıldıktan sonra olanları açık bir dille yazan Pala, askerlik, darbe ve irtica üzerine ilginç tespitlerde bulundu...
İskender Pala, kitabı yazmaya karar vermesini şu sözlerle anlatıyor: 'O döneme ilişkin bilgilerin gelecek kuşaklara kalması ama bunlardan daha da önemlisi benim gibi TSK'dan resen emekli edilen yani atılanların trajedilerine belki son verilir ümidi. Eğer 28 Şubat sürecinde bu trajediler yaşanmamış olsaydı, benim böyle bir kitaba hiç ihtiyacım yoktu.' İskender Pala, Ordu'dan atılan bu kişilere iade-i itibar edilirse demokratikleşme adına ülkemizde yeni bir adım daha atılmış olacağına inanıyor. Bu fikrinde de en temel dayanağı Türk insanının askerliğe bakışı... 'Askerliğini yapmayan bir delikanlıya kız verilmez. TSK, zihnimizde öyle müstesna bir yerde ki oraya yaramayan sanki bu toplumun hiçbir yerinde işe yaramaz diyoruz. Dolayısıyla TSK'dan atılmak herhangi bir yerdeki işinizden atılmak gibi değil. Şeref meselesi bu. İnsanlar size 'bu, bu topluma zararlı, hıyanet etmiş, TSK'nın şerefli üniformasını taşımakta zül göstermiş' gözüyle bakıyor ve sizden uzaklaşıyor. Bu da hayata tutunmanızı engelliyor.'
TSK'NIN ZARARINI İSTEMEM MÜMKÜN DEĞİL
- Neler hissettiniz atılma haberinizi aldığınızda?
Çok sevindim çünkü 4 ay evvel iki üniversite rektörü bana, 'Ne işiniz var askerlikte? Doçentsiniz, üniversitemizde beraber çalışalım' teklifi yaptılar. Ben de 'mecburi hizmetimin bitmesine 6 ay var, bitince geleyim' dedim. 4 ay sonra yani 15 yılımın dolmasına 2 ay kala atıldım. Böylece 2 ay önce başlarım üniversiteye diye sevinirken o insanlarla irtibata geçtiğimde telefonlarıma çıkmadılar... 3 ay iş bulamadım, evde sigara içerek oturdum. Ben ki doçenttim, yazılmış 20 kadar kitabım vardı; eğer ben bunları yaşadıysam tek meziyetleri asker eğitmek olan bir insan dışarıda ne iş yapabilirdi? Yapamadılar.
- Kitabın çıkış tarihine nasıl karar verdiniz? Gündemde askere yönelik bu kadar darbe planı iddiası varken kitabınızın çıkması manidar bulunabilir...
2003 yılında; üç ayda yazdım kitabı. 2003'ten itibaren her 1 Şubat'ta 'acaba bu sene neşretmeli miyim' dedim. 'TSK'ya zarar vermiş olurum' diyerek yayınlamaktan vazgeçtim. 2009'un Aralık ayında bu sene de yayınlamazsam bu insanların mağduriyetleri daha uzayacak diye düşündüğüm için harekete geçtim. Yayıncıma kitabı teslim ettiğimde ortada Balyoz, Kafes gibi isimler yoktu. Kitabım gündemin üzerine düşmedi ama gündem benim kitabımın üzerine düştü. TSK'nın peygamber ocağı olduğuna inanan bir gelenekten geliyorum; TSK'nın zararını istemem mümkün değil. Hiç kimse 'gündemden menfaat temin etmek için böyle bir kitap yazdın' diyemez. Kitaba ihtiyacım yok benim; 70'ten fazla kitabım var.
- Eşinizin örtüsü askerlik döneminde sizin için sorun olmuş. Siz iki kez askeri sınavı kazanıp, iki kez araştırmadan geçiriliyorsunuz. O dönemde evlisiniz ve eşiniz başörtülü, pardösülü. Eğer bu kıyafet sorun teşkil ediyorduysa işe alırken sizi uyarmazlar mıydı?
İki kez geçtiğim o araştırma ve soruşturmaların yapıldığı yıllar 1981-1982. O yıllarda başörtüsü sadece başörtüsüydü. Siyasi bir simge olup türban haline dönüştürülmesi 28 Şubat sürecini başlattı. Önce ben ve benim gibi birkaç kişinin eşinde görülüp de tahammül edilememesiyle başladı sorun.
ZAMANLA EŞİMİN BAŞÖRTÜSÜ TÜRBAN OLDU
- Peki, o süreçte eşinizin örtüsü de biçim değiştirerek türban denilen şekle dönüştü mü?
Evet, dönüştü. Eşim üniversitedeyken de örtülüydü, ben onu aldığımda da örtülüydü; adı başörtüydü ama geleneksel bağlama değildi. Eşimin o zaman da iğneli bağladığı başörtü, 90'lara gelene kadar böyle büyük, uzun, modaya uygun ve dikkat çeken tarzda değildi. Neden dikkat çekmeye başladı? Çünkü örtülerin ebatlarını büyüttüler, modaydı, eşim de ondan vareste kalamadı. Ayrıca sayıları çoğaldı. Bir de bunlar, dış tazyikle birbirlerine tutundular. Lojmanda oturuyorduk, herkesle arkadaştım ama eşim herkesle arkadaş değildi. Başka kadınlar onları dışlıyordu, onlar da başörtülüler bir araya geliyordu. 3 başörtüsüz bir araya gelince herhangi bir şey konuşabilir ama 3 başörtülü bir araya gelince kek yiyip çay içse 'bunlar tarikatçılık yapıyor'a dönüyordu iş. Lojmanda oturmasaydım da başıma bunlar gelirdi ama oturmakla arı kovanına çomak sokmuş oldum.
- Kardak Krizi yaşanırken arşivde önemli çalışmalar yapmış ve Türkiye'nin tezlerini güçlendirecek belgeleri hazırlamışsınız... Görünmeyen kahramanlardan birisiniz.
Estağfurullah. Vatanıma hizmet etmek bahtiyarlıktır.
- Kardak meselesini anlatırken 'ülke menfaatleri' söz konusu olduğunda yasaların etrafından dolaşılmasında sakınca görmeyip bunu takdirle karşılarken aslında bu mantığın darbe yapmak için de kullanılabileceğine dikkat çekiyorsunuz. Bu çelişkili durumda 'ülke menfaati' kavramının çerçevesini nasıl belirleyeceğiz?
TSK'da üniforma taşıyan kimsenin vatanseverliğinden zerre kadar şüphe edemezsiniz. O vatan ve millet sevgisiyle eğitimden geçen insanların daha sonraki hayatlarında 'vatan söz konusu olduğunda gerisi teferruattır' fikrini çok kolay benimsediklerini görüyorsunuz. Elbette ki vatan söz konusu olunca bir can teferruattır ama iç tehdit olarak vatanı görmeye başladığınızda gerisi teferruat olmamalıdır. TSK'da darbe yapanlar 'bir darbe yapalım da şöyle keyfimizce iktidar olalım' demiyor. Onlar, ülkenin kötüye gittiğini düşünüyorlar, bunun üzerinde kafa yoruyorlar, doğru veya yanlış ülkenin selameti ve ali menfaatleri için darbe yapıyorlar. Kardak konusunda elbette ki bir İskender değil, bin İskender feda olsun. Ama Kardak konusunda bana 'canını ver' diyen insan, Balyoz planı iddiasında olduğu gibi 'vatan mevzubahistir şimdi dolayısıyla şu camileri bombalamamız gerekiyor' derse ben bunu kabullenemem. Zaten çatışma da oradan çıkıyor, beni o yüzden istemiyor.
SİYASETİ DAİMA KIŞLANIN DIŞINDA TUTTUM
- Deniz Kuvvetleri'ni diğer kuvvetlere göre daha aristokrat bulduğunuzu yazıyorsunuz kitapta, neden böyle?
2. Mahmut'tan itibaren, ülkemize bütün Avrupai yenilikler Bahriye kanalıyla girmiştir. Deniz Kuvvetleri'nin eskiden beri her konuda öncülük yapması, ister istemez moderniteyi algılama biçiminde de onun öncü konumunu belirledi. Ayrıca Deniz Kuvvetleri'nin deniz kenarındaki şehirlerle teması vardır; o şehirlerdeki hayatı gördüğü için algısı buna göredir. Batılı algılama Doğulu algıyla çatıştığında tercihini Batı'dan yana kullanması tabiidir. Oradaki modern hayatı ve modern insanları görüyor, bunun içinde de Doğu'ya ait olanların bertaraf edilmesini birinci şart olarak görüyor. Bertaraf edilmesi gereken şeylerden biri din olgusu. İnsan dindar olabilir ama dinci olmamalıdır fakat Bahriye'de dindar iseniz dinci görülürsünüz; bir katman daha üstte. Deniz Kuvvetleri'nde tırnak içinde irtica ve mücadele kelimelerini yan yana koyduğunuzda duyarlılık diğer kuvvetlere göre daha fazladır.
- Askerliğiniz süresince siyasi kimliğiniz var mıydı, yok muydu?
Her zaman bir siyasi görüşüm vardı fakat siyaseti daima kışlanın dışında tuttum. Nerede üniformalı, nerede sivil olmam gerektiğini gayet iyi bilip 15 yıl böyle yaşadım. Deniz Müzesi'nde, beni namaz kılarken gören hiç kimse olmadı. Orada posta görevimi yapan tüm askerlere, 'öğlenleri 15 dakika uyuyorum, kapıyı kilitlerim rahatsız etmeyin' diye tembih ederdim. O çocukların her biri, dışarıdan biri beni sorduğunda 'rahatsız etmeyin komutanım içeride namaz kılıyor' derdi. Yani, bu biliniyordu.
- Şura kararıyla askerlikten atılmanızın ardından yazdıklarınız samimi bir hesaplaşma da içeriyor. 'Kasko günah dediler diye yaptırmadım, altın değil gümüş yüzük takmamı söylediler, 15 yıl askeriyede bütün şimşekleri üzerime çekme pahasına taktım' diyorsunuz. Sonra da bu kişilerin altın yüzük takıp gezmeleri, arabalarına kasko yaptırmaları zorunuza gitmiş. Kimdi bu insanlar, sizin hayatınızı etkileyecek bu kararları almanızı nasıl sağlıyorlardı?
İlişkide olduğum ve Müslüman kimliği önde olan bazı insanlar. Mesela din hocası olarak itibar ettiğim, dini konularda görüş aldığım bir insan; mesela dindarlığı dolayısıyla gıpta ettiğim, insan dindar olunca böyle olmalı dediğim bir dost; mesela falanca fakültenin dekanı gibi. Aslında, 28 Şubat süreci İslamiyet'i hurafelerinden arındırmıştır. 28 Şubat'ı bir tek orada yararlı buluyorum. Çünkü Müslümanlık adına bize öyle ipe sapa gelmez, öyle hurafeler, öyle saçma sapan şeyler dayatılıyordu ki! İslam gereği tüm kadınlar örtünür ama neden çarşaf? Tercih edenin tercihine karışmıyorum ama daha modern bir örtünme biçimi varken çarşafla bu çağı yaşıyor olmak çarşaflı gezene değil askeriyede çalışan bana zarar verdi. Çarşaflı onu gören beni de o kategoriden sayıyor. İslamiyet adına yetkileri etrafa savuranlar biraz da mesela İslamiyet'in Türk Silahlı Kuvvetleri'nde ne kadar, hangi kademede lazım olduğu üzerine düşünmediler. TSK'da hiçbir cami hocası, kadrolu imam, din işlerine bakan subay yahut personel yoktu. Peki, bu din adamlarının vazifesi değil mi? Harp Okullarına yılda en az 20 hoca çağrılır mekanikten sosyolojiye kadar konferans vermesi için. Bir gün, bir ilahiyat hocası çağrılmış mıdır? Hayır. Peki, onların çağrılmamasının suçu, askerler onları çağırmadığı için mi, yoksa ilahiyat fakültelerinin kendilerini buraya çağrılacak formatta tutmadıkları için mi? Tek taraflı değil suçlar. Siz askerden uzaklaşıp, onu dinsiz yaftasıyla yaftalarsanız, asker de sizden uzaklaşır.
- Şu anda kadrolu imam var.
Hayır yok.
- Eski Başbakanlardan Bülent Ecevit'in GATA'daki cenaze törenine katılan gazeteciler yazmıştı. Komutanların ve az sayıdaki katılımcının kadrolu imam eşliğinde dua ettiğini...
Ben ayrıldıktan sonra kadrolu imam alındıysa bilmiyorum.
KEŞKE BİR CEMAATE MENSUP OLSAYDIM
- YAŞ Kararlarını itirazsız imzalayan Erbakan'ı da çevrenizi de oldukça ağır eleştiriyorsunuz...
Askerden atılmanız sürecini hazırlayan pek çok etken, kendi çevrenizden geliyor. Ziyaretçilerinizden, evinize gelip gidenlerden, siciliniz öyle bozulmaya başlıyor. Mantık diyor ki; bu insanlar askerden atıldığım süreçte bana ne kadar yakınlarsa, atıldıktan sonra da o kadar yakın olacaklardır. Hayır! Hepsi çil yavrusu gibi etrafınızdan çekip gidiyor. 'Telefon rehberinden benim telefonumu sil' diyen bir arkadaşınız oluyor. İsterdim ki bir dost; ben askerken benden iş isteyen 'ya şunu yapmalıyız, bu vicdani bir sorumluluk' diyen insanlardan biri de bir gün kapımı çalsın, nasılsınız desin.
- Nurcu olduğunuz iddia edilmişti, değil mi?
Sadece Nurcu değil; Süleymancıyım, Işıkçıyım, ülkücüyüm. Nereden bakarsanız öyle görebilirsiniz. Ben herkesle iyi geçiniyordum.
- Hangisisiniz peki?
Tabii ki hiçbiri.
- Kitabınızın sonunda şunu hissettim; 'Keşke bir tarikata üye olsaydım da o zor günlerde beni sahiplenselerdi.' Böyle dediniz mi?
Dedim, emin olun dedim. Keşke bir cemaate mensup olsaydım da ben atıldığım zaman birileri tamam kardeşim sen bize lazımsın desin. Ama herkes birden, 'sen bize lazım değilsin' dedi. Asıl TSK'dan atılmanın ağırlığı o zaman üzerime çöktü.
Genelkurmay Başkanı'nın işi çok zor
- Son günlerde gündemi sürekli işgal eden darbe planı iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Osmanlı toplumunda bir asker, bir de başıbozuk vardır. Asker daima başıbozuk olanın düzenini sağlar. Darbelerin ve darbe planlarının biraz da bu açıdan değerlendirilmesi lazım çünkü 2.500 yıllık gelenek bu. Ordu milletsiniz, dolayısıyla siz ordu mensubu olarak öncü konumdasınız. Bu refleksler, şartlı reflekslerdir. Bugünkü Genelkurmay Başkanı'nın veya bugün askeriyedeki demokratikleşme çabalarının çok iyi bir noktaya geldiğini düşünüyorum. Çünkü asker demokratikleşebilmek için çaba sarf ediyor. Elindeki yetkilerden, 2.500 yıllık gelenek ve genlerinde dolaşıp duran sen bu ülkenin sahibisin fikrinden vazgeçiyor. Şu anda asker Türkiye'nin Avrupai bir hayata katılımını sağlayabilmek için birtakım zeminleri hazırlıyorsa kendinden fedakarlık ediyor demektir.
- Prof. İlber Ortaylı'nın bir konferansta yaptığı 'Askerlik tek milli vasfımız, asker düşmanlığı pompalanıyor' sözleri sizin ordu-millet tezinize benziyor.
Asker millet olmamız gerçeği hücrelerimizde; genlerimiz bununla yoğrulmuş. Ama dünya artık asker milletlerin dünyası değil. Dolayısıyla biz farklı bir hayata adapte olmalıyız. Bu karmakarışık toz duman ortam o değişim ve dönüşüm sancısıdır bana göre.
- Sonuçta tek milli hasletimiz askerlikse bunun dönüştürülmesi bizi kimliksiz bir toplum yapmaz mı?
Biz askerlik tarafımızı saklı tutmak kaydıyla sivil bir toplum olmak zorundayız. Dünya bize bunu öngörüyor. Dünyanın gidişatı bizim menfaatimizin burada olduğunu gösteriyor. Türk milletinin varlığını da bundan sonra asker değil, sivil millet olarak devam ettirmesi gerektiğini gösteriyor. Bu, bu kadar aşikarken şimdiki Genelkurmay Başkanı'nın konumunda olmak istemem. Bir taraftan askerlik reflekslerinizi bastıracaksınız, diğer taraftan demokrasiyle barışacaksınız, öte taraftan size tazyik eden bir askeri taban olacak, bir taraftan da sizin ülkenin geleceğine yönelik düşünceleriniz var. İlber Ortaylı hocanın söylediklerinden sadece 'asker millet olarak askerleri yıpratmamalıyız' cümlesinin altını çizebilirim. Ama askerleri yıpratmayacağız diye de askeriyenin içindeki kötüleri korursak o kurum zaten bizim kurumumuz olmaktan çıkmış olur.