Aktaş: PKK tarihinde hiç bu kadar açığa düşmemişti

PKK'nın bölge halkı nezdinde artık 'hak talep eden pozisyonun' kalmadığını belirten GENAR Başkanı İhsan Aktaş, örgütün bitişini analiz etti

ABONE OL
GİRİŞ 10.04.2016 13:11 GÜNCELLEME 10.04.2016 13:12 İç Politika
Aktaş: PKK tarihinde hiç bu kadar açığa düşmemişti

GENAR Başkanı İhsan Aktaş, Star Gazetesi'nin Açık Görüş eki için kaleme aldığı analiz yazısında, PKK'nın bölge halkına kendini meşru gösterecek bir argümanının kalmadığını belirtti, 90'lı yıllarda olduğu gibi "hak talep eden pozisyonunun" bugün kalmadığını ifade etti.

PKK'nın sonunun gelmesinde çözüm sürecinin yaptığı katkının büyük olduğunu vurgulayan Aktaş, "PKK tarihinde ilk defa bu denli açığa düşmüştür" dedi. 

İhsan Aktaş'ın yazısı şöyle:

Sur’da bir kadın, teröristlerce ateşe verilmiş Fatih Paşa Camii’nin viraneye dönmüş enkazı arasında, yanmış mushafı bağrına basmış Kürtçe feryad ediyordu: “Evim yanaydı da bu cami yanmayaydı. Bunu yapanlarda Allah hakkımızı koymasın.”

Başbakan Davutoğlu, önceki hafta Diyarbakır Ulu Camii’nde kıldığı cuma namazı çıkışında kendisini bekleyen vatandaşlara hitaben 65 yaşındaki Fatma Öner’i de andığı konuşmada, “Yüreği parçalanan o Diyarbakırlı yiğit annenin hıçkırarak baktığı Fatih Paşa’nın emin olun her taşını ince işçilikle tekrar ihya ve inşa edeceğiz” sözünü verdi. Aynı buluşmada Başbakan Ahmet Davudoğlu “Sur İhya Projesi’ ismini verdiği imar projesinin Sur halkıyla “uzlaşı ve rıza” temelinde hayata geçirileceğini ilan etti.

Davutoğlu’nun cuma namazı sonrası kendiliğinden toplanan kalabalığa yaptığı konuşma, bu coğrafyanın gönül dilinden anlayan; halkın irfanına, Kürt’ün de Türk’ünde ortak hislerine hitap eden bir konuşmaydı. Bundan sonra atılacak bütün adımlarda muhafaza edilmesi gereken ortak tarih ve kardeşlik vurgusu konuşmanın bütününe hakimdi. Kobani’yle Gezi’yi birleştirenlerin, “birlikte sallayanların” sahicilikten uzak ittifaklarına, Diyarbakır Ulucami’yle Bursa Ulucami’nin ihtiva ettiği ortak manayla; Türküyle, Kürdüyle bu toprakların insanının yüreğinde bin yıldır yaşayan sahici ittifakla verilen bir cevaptı. Sur’da fiziki mekanın dışında inşa edilecek olan, Kürtlerle Türklerin ortak geleceğidir. Örgütün son kalkışmasına destek vermeyerek Kürt halkı asaletini göstermiştir. Batı’daki insanlara kolay gibi görünse de halkın irfanı, onca tezvirata rağmen oyunu görmüş ve HDP ve Selahattin Demirtaş’ın sokak çağrılarına cevap vermemiş, bu tavrı terör örgütünün mağlubiyetinde en büyük amil olmuştur. 

Çözüm süreci neyi başardı?

PKK, tarihinde ilk defa bu denli açığa düşmüştür. 90’lı yıllarda uygulanan sistematik zulüm politikaları cariyken, örgüt  sorgulayan ve hak talep eden pozisyonunu koruyor bu durum halkta da karşılık buluyordu. İlk defa ne istediğini bilmeyen, ideolojik emellerini insanlara dayatan, içeride ve dışarıda kurduğu ittifaklarla basit bir maşa olduğu halk tarafından açıkça görülen PKK,  derin bir yalnızlığa mahkum edilmiştir. Kürt halkının bu tavrının kıymeti çok iyi bilinmelidir.

PKK’nın bütün alt örgütleriyle birlikte kitleselleşmesini sağlayan 90’lı yılların terörle mücadele konsepti, devletin hatalarının sorgulanmasına yol açıyor, bu bağlamda PKK’nın bu yanlış politikaların sonucu olduğu, bu nedenle de terör örgütü olarak nitelenemeyeceği tartışılıyordu. Bu nedenle hak taleplerinin meşruluğu üzerinden yoğun bir kampanya yürütülüyordu. Çözüm sürecinin en büyük yararı, normal durumda kitleler tarafından fark edilemeyecek bir gerçeği ortaya çıkarması olmuştur. Mutlaka denenmesi gereken denenmiştir. Bütün bir Cumhuriyet tarihinin biriktirdiği ve kronikleştirdiği bir sorunu kucağında bulan Ak Parti iktidarı, bu sorunla Türkiye’yi ileriye taşımanın imkansızlığını da görerek inkâr, imha ve asimilasyon süreçlerini bitirip, bölgenin ekonomik kalkınmasına da el atınca PKK’nın ve terörden nemalanan eski rejim sahiplerinin tekerine çomak soktu. Şimdi bütün gerçek tüm çıplaklığıyla ortadadır. Elimizde, eylemlerinin anlamsızlığı başta, bölge insanı tarafından sorgulanır hale gelmiş bir terör örgütü ve artık siyasi mevta haile gelen onun siyasi uzantısı HDP kalmıştır.

PKK, İran ve Esad başta olmak üzere bölgede emelleri bulunan güçlerin gazına gelmiş Suriye kaosunda belirsiz bir gelecek arayışının peşine düşüp, varoluşunu haklılık alanına taşıyan tüm ‘kazanım’larına ihanetle adeta harakiri yapmıştır.

7 Haziran seçimleri sonrasında AK Parti’siz hükümet ve siyasi istikrarsızlık ihtimali, PKK’nın devrimci halk savaşı için uygun ortamın oluştuğu zehabına kapılmasına neden olmuştur. Türkler ve Kürtlerin ikna edildiği bir süreç PKK eliyle berhava edilmiştir.

Çözüm süreci esas olarak iki kesimde büyük bir paniğe yol açmıştır: PKK ve oyuncakları ellerinden alınan Kemalist oligarşi. PKK’nın kuruluşundaki karanlık noktalar, bütün bir terörle (güya) mücadele tarihinde PKK’nın terör eylemlerine hız verdiği ya da tersine eylemsizlik kararı aldığı dönemler incelendiğinde, dikkatli bir göz, aralarındaki sembiyotik ilişkiyi kolayca fark edebilir. Ne zaman reform iradesi ortaya konsa, bir şekilde devlet içerisindeki yapılarla işbirliği içindeki PKK tarafından sabote edilmiştir. 28 Şubat sürecinde olduğu gibi, sessizce kenarda durması söylendiği zamanlarda da hiç sesini çıkarmamıştır. PKK tarihini ve örgütün iç yapısını bilmeyenler bugün iyice aşikar olan ittifaklara şaşırabilirler, oysa başından beri kurgunun böyle dizayn edildiğine dair çok alamet bulunmaktadır.

Aysel Tuğluk’un T24’te yayınlanan 29 Ekim tarihli, “Kobanê’den sonra çözüm süreci ve AKP’nin tükenişi” başlıklı yazısı, PKK/HDP çizgisindeki yapının Kürtleri yok sayıp her türlü zulme reva görenlerle gönüldaşlığını ortaya koymaktadır. Tuğluk, şunları söylüyor: “...açıkça belirtmek gerekiyor ki AKP kesin bir şekilde partner olmaktan çıkmıştır. Zira, IŞİD kartı ile sürece karşı en büyük komployu kurdu. Bu açıdan süreç konusunda devletin geleceğini düşünenler ve seküler güçler hızla sorumluluk almalıdır.”

Devletin geleceğini düşünmek PKK’ya kalmış demek. Marksist literatüre hakim olduğunu düşündüğüm Aysel Tuğluk’un “devletin geleceğini düşünme”nin ne anlam ifade ettiğini bildiğini sanıyorum. Devlet, bir aygıt olarak kime aittir ki onun geleceğini düşünmek endişesi, Tuğluk’u ya da bu devletin mağduru olan Kürtleri ilgilendiriyor?

Peki bu ifadelerdeki seküler güçler kim? Oral Çalışlar’ın sorduğu soruyu biz de soralım: “Bu ‘güçler’; Kürt meselesinde, çözüm sürecinde, hangi tutumlarıyla Kürtlerin partneri olabilir? “Seküler güçler”in siyasi alandaki ana akım temsilcileri CHP ve MHP, toplumsal alandaki ana akım temsilcileri ise ulusalcılar ve militaristler değil mi? Bunlar nasıl göreve gelecekler? Sandıkta bir umut vaat etmeyen bu güçler; “askeri darbe” haricinde, nasıl işbaşına gelirler, gelebilirler?

İşte Kobani’yle Gezi’yi birleştirenler bu ittifakı Kürt halkına anlatmakta daha çok zorlanacaklar. Hem Kobani’yle Gezi nasıl birleşebilir ki? Gezi Kemalistlerin ve İstanbul burjuva oligarşisinin bir kalkışmasıydı görünüşte.  Gezi’nin Kobani’yle nasıl bir ünsiyeti olabilirdi? Burada kim kimi kullanıyordu? Bütün o “Seni başkan yaptırmayacağız”lar, “Katil Erdoğan”lar ne anlama geliyordu? Bu sözler Kürt halkının hangi derdine dermandı?

Seküler özgürlük savaşçıları

Kabul etmek gerekir ki Suriye bağlamında yaşanan gelişmelerin de etkisiyle iştah kabartan bir durum vardı. İçeride Erdoğan nefretiyle gözü dönmüş medya, yerine göre istihbarat ve hatta eylem desteği veren  ve propagandalarına zemin oluşturan malzemeyi cömertçe sağlayan paralel devlet yapılanması, Kemalist vesayet dönemlerindeki imtiyazlarının ellerinden gittiğini düşünen oligarşik sermaye, AKP’den umduğunu bulamamış liberal eskileri, devrim hevesleri kursaklarında kalmış Türk solunun bütün renkleri arkalarında. Dışarıda Kobani tiyatrosuyla “seküler özgürlük savaşçıları” illüzyonuyla sağlanan muazzam küresel destek.  Her şey tam da olması gerektiği gibi.

Kendilerine oy veren halkın başkaldırılarına destek vereceğini düşündüler. Batı’daki muadilleri gibi halkın derin irfanına çarptılar. Oysa halk onlara savaşı yeniden başlatmaları için değil, haklarını demokratik siyaset zemininde savunmaları için oy vermişti. Nitekim 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar olan sürede Ak Parti  HDP’den 10 puanlık oyu geri aldı. Son araştırmalarda  Ak Parti oylarında 10 puanlık bir yükseliş daha görülüyor. Bölgede taşlar yerine oturduğunda ve arkalarındaki  destek çekildiğinde PKK’nın da Türk Solu’nun  diğer marjinal terör örgütlerinden bir farkı kalmayacaktır. Çözüm süreci bu açıdan paha biçilemez değerde bir siyasi tecrübe olmuştur. Eğer çözüm süreci olmasaydı, 100 yıl geçse ortadan kaldırılamayacak bir istismar alanı orada öylece duruyor olacaktı ve kim bilir daha kimlerin elinde kullanışlı bir sopa olarak sallanacaktı. Düşünün, 40 yıllık şikeli savaş döneminde PKK’nın darbelere ve vesayetin sürdürülmesine yarayan nasıl kullanışlı bir aparat olduğunu.

Reformlara hız verilmeli

Bundan sonra asla bir muhataplık bahsi açılmamalıdır. Sur’daki cuma namazında billurlaşan ruha sahip çıkılmalıdır. Reformlara hız verilmeli, hiçbir grup, siyasi parti veya oluşum tek başına muhataplık mertebesine yükseltilmemelidir. PKK’nın çözüm sürecinde muhatap alınması, halk nezdinde itibarlı hale gelmesinin de  sebebidir. Bu imtiyaz bundan sonraki faaliyetlerde hiç bir örgütsel yapıya tanınmamalıdır. Genç melelerden Burhan Hedbi’nin deyimiyle:  “Devlet Batı’daki bir sorunu çözmek için muhatap arıyor mu? Burada da aramasın. Yapılması gerekeni yapsın.”

Sorunun çözümünde PKK veya uzantıları ile masaya oturulduğunda, PKK Kürt tarafı temsilcisi olarak kabul edilmiş olacaktır. Bunun karşısında Türk tarafını temsilen de Ak Parti masanın diğer tarafında yer alacaktır. Böyle bir algının oluşmasına fırsat verilmemelidir. Ak Parti’nin Türklerin ve Kürtlerin partisi olduğunu hissettirmesi gerekmektedir.  AK Parti’nin partner olamayacağını ilan edebilecek özgüvene sahip HDP’ye bu özgüvenli hallerine yaraşır cevap verilmelidir.Bu bağlamda Cumhurbaşkanı’nın “Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır” sözleri çok önemlidir ve sorunu ideolojik ve milliyetçi istismar alanının dışına taşımaktadır. Her ne kadar 3 aylar vesilesiyle operasyonların durdurulmasını talep eden hissiyata sahip bir eş başkanı olsa da devlet HDP’yi de bundan sonraki süreçte kale almamalı, zaten siyaseten iflas etmiş bu yapıyı ademe mahkum etmelidir.  Bugünlerde zaman zaman HDP sözcüleri tarafından dile getirilen “Müzakere masası”na dönüş talepleri zavallı bir çırpınışın işaretidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da; “Milli Birlik dedik olmadı, demokratik çözüm dedik olmadı, çözüm süreci dedik yine olmadı. Daha ne yapacağız?” sözleriyle altını çizdiği gibi sadece HDP/PKK değil, herhangi bir muhataplık söz konusu olmamalı, eksikliler varsa atılması gereken demokratik adımlar atılmalıdır.

Sur, yeniden “Rıza ve uzlaşı” temelinde inşa edilirken bölge halkı yalnız olmadığını hissetmeli, rızası olmadığı halde muhataplık katına yükseltilenlerin insafına terkedilmemelidir. Çözüm süreci ile beraber barış ortamının neler kazandırdığını gören bölge halkı için çok geçmeden kendisini güvende hissettirecek bir ortamın oluşturulması ve terörün etkisinin kırılması bölge siyasetinin çok köklü değişimlere gebe olduğunu gösterecektir. Kürtlerin kahir ekseriyeti tutumunu ülke bütünlüğünden yana koymuştur. Devletin Kürtleri kaderine terk etmemesi terörü marjinalleştirecektir. Suriye’nin istikrarı da bu gidişata katkı sunacaktır.