Mustafa Kutlu'dan Nur'lu bir yolculuk

Mustafa Kutlu son hikayesinde kolejli bir mimar olan Nur'un varlıktan hiçliğe uzanan yolculuğunu anlatıyor. Kutlu bu kitabından bir ilke de imza atıyor.

ABONE OL
GİRİŞ 20.01.2014 11:26 GÜNCELLEME 20.01.2014 11:53 KİTAP
Mustafa Kutlu'dan Nur'lu bir yolculuk

Hikayeciliğimizin usta ismi Mustafa Kutlu, ilk kez bir kadın kahramanı merkeze alıyor. Kutlu, son kitabı Nur'da mistik problemleri olan kolejli bir mimarın fani aşka gönül indirmeyip hakiki aşkın peşine düşmesini ve varlıktan hiçliğe uzanan yolculuğunu anlatıyor.

Eşyanın hakikatine Nur'lu yolculuk

Mustafa Kutlu müdavimleri için alışıldık bir takvim değil Ocak ayı. Genelde yaz ortaları, Eylül başında çıkarır kitaplarını hikâyenin ustası. Bu kez yılın başında bozdu sessizliğini. Aslında tam da zamanıydı. Köşesinde sıklıkla bahsettiği, itirazını dillendirdiği ‘şehirleşme' ve ‘betonlaşma'nın nasıl bir maraz olduğuna, neleri yıkıp, yok ettiğine dair uzun bir cevap niteliğinde Kutlu'nun son kitabı. Bir yandan maddiyata bağlanmanın arazlarına işaret ederken öte yandan manevi hastalıklardan kurtuluşun reçetesini veriyor.

Eşyanın hakikatini arayış

İlk kez bir kadın kahramanı merkeze alıp anlatıyor hikâyesini. Belli ki "Kutlu'nun hikâyelerinde neden hiç kadın kahraman yok? Kadınlar neden bu kadar görünmez halde?' sorusu kulağına gitmiş. Bu soruya cevap bekleyenlerin beklediğine fazlasıyla değiyor.

Öyle ki kitaba da adını veriyor bu kadın. Nur, bir ahir zaman dervişesi. ‘Zengin bir ailenin kolejli kızı, bir mimar. Ama mistik problemleri var. Çok tekke gezmiş, çok şeyh görmüş, nasibini bulamamış.' Önceleri ne aradığını bilmiyor, kendisi gibi mimar olan Sinan'a rastlıyor bir gün. Ve sorularına O'nunla birlikte cevap aramaya koyuluyor. ‘İrade' diyor Nur. Sinan, Nurettin Topçu'nun ‘İradenin Davası'nı işaret ediyor. Ruh diyor ısrarla. Kalbi merak ediyor. ‘Bana eşyanın hakikatini göster' diye yakarıyor Allah'a.

Varlıktan hiçliğe yol bulmak

Sinan, Kutlu'nun tabiriyle tevekkül sahibi, Hakk'a teslim olmuş. Nur ise daha fazlasına talip. Bunun için Sinan'ın verdiği cevapların yetmediği noktada bir mürşid-i kamil aramaya koyuluyor. Uzun arayışlar sonunda buluyor da. Hakikati arayan, varlıktan hiçliğe uzanan, fani aşka gönül indirmeyip hakiki aşkın peşine düşen bir yangın yeri Nur'un gönlü. O ateşi söndürmek için durmadan okuyor, soruyor. Kâh Yunus'a açıyor derdini kâh İbni Arabi'den medet umuyor.

Bir vazgeçişi anlatıyor Kutlu. Kapitalizmin dişlileri arasında yalan vaatlerle ‘mutluluk' pazarlanan insanların kalbindeki sancının fani olanın bütün ayak bağlarından yüz çevirmek, hakikate talip olmakla dindirilebileceğini hikâye ediyor. Bu arayışta en sağlam yol arkadaşı olan tasavvuf ve hal ehlinden istifadenin nasıl zorlaştığını anlıyoruz bir kez daha Nur'un yolculuğuna eşlik ederken. Tekkelerin kapatılması ile hayatımızdaki bu damarın nasıl koparıldığını, işaret taşlarımızın nasıl sökülüp atıldığını ama buna rağmen her devirde Hak dostlarının himmetlerinin üzerimizden eksilmediğini okuyoruz satır aralarında.

Göz kamaştıran mutlu son

Kutlu'nun kahramanlarının iki mimar oluşu da boşuna değil elbette. Birbirlerine gizliden aşık olan Sinan ve Nur'un mesleki kaygıları da ortak zira. Sinan, düşüncelerine tercüman olan bir röportajı Nur'a okurken biz de yazarın uyarılarına kulak vermiş oluyoruz: "Müslüman ülkeler meselenin farkında bile değil ne yazık ki. Onlar için beton kutsal bir malzeme haline gelmiştir. Çünkü beton demek para demek, ne kadar çok beton dökülürse o kadar çok para kazanıyorlar. /.../ Modern mimâri insanın yerine eşyayı ölçü alan bir bakış açısına sahip olmuştur. Bu mimari anlayış ne yazık ki insana değil tüketim toplumu yaratan kapitalist sisteme hizmet etmektedir. Bu düzende mimari sanayiye, mimarlar da sermayeye teslim olmuştur artık" Nur'un mürşidini ararken gittiği yerlerde yaptığı tespitler de yine benzer kaygıların söze dökülmüş hâli: "Eski şehirlerimizin icabına kısa zamanda baktık. ‘Eskiyi unut, yeni yolu tut' denilmişti. Şehirlerimiz kimliğini kaybedince insanların tutunacak dalı kesilmişti. Nesiller arasında irtibat kalmadı. Artık ne bir mimarimiz var, ne bir musikimiz. Sinan demişti bir kere, Tanpınar'ın sözüdür diye: Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı." Nur'un arayışı nasıl mı nihayet buluyor? Elbette mutlu son... Ama öyle böyle değil.