Edebi feraset çantası: Kervan
İskander Pala’nın son romanı Kervan bizi İstanbul’dan kutsal topraklara doğru bir yolculuğa çıkarıyor. 1818 yılında meşakketli bir hac yolculuğuna çıkan kahramanlarımız aslında çok da tanıdık isimler. Haccın bu topraklar için ne anlama geldiğini en güzel anlatan kitaplardan biri diyebiliriz.
ABONE OLSalgın sürecinde dünyadan birçok şehrin ıssız hâlleri gözümüzün önüne geldi. Ancak hiçbiri Mekke’den Kâbe-i Muazzama’dan gelen görüntüler kadar içimizi acıtmadı. Hazreti İbrahim’den bu yana tevhidin sembolü olan gönül merkezimize gitmek isteyip de gidemeyenler veya görme şerefine nail olup özlemini çekenler için kuşkusuz acı verici görüntülerdi. Hac ibadetinin kesintiye uğradığı bu dönem Kâbe’nin anlamını düşünmek için büyük bir imkân sundu. Öyle ya, Kâbe’ye gidilemezse ne olur? Kâbe neyimiz olur? İskender Pala bu sorunun cevabını iki yüzyıl öncesinden 1818 yılından bugüne taşıyor. Mekânlar bildik: İstanbul’dan yola çıkan Hac kafilesi Ayrılık Çeşmesi’nden kervanı topluyor ve yollara düşüyor. İskender Pala romanlarında sıkça gördüğümüz gönül ateşiyle aydınlatılan atmosfer, ilk sayfalardan itibaren kendini gösteriyor: “Kâbe hiç bu kadar yalnız bırakılmadı, Medine hiç bu kadar hüzne batmadı.” Romanın ilk sayfasında, bu ifade okurları günümüzle geçmiş arasında duygusal bir köprüyle sarmalıyor. 1818 yılının meşakkatli Hac yolculuğuna çıkan kahramanlar, önce birbirleriyle sonra biz okurlarla tanışıyorlar. Merkez Efendi, Hüdayi Efendi, Selami Ali Efendi, Sümbül Efendi, Yahya Efendi ve Zuhurat Baba… İstanbul’un evliyalarını temsil eden kahramanlar temsili olarak bir Hac yolculuğunda bir araya geliyor. Hoş bir düşünce. Neredeyse tüm İslam tarihinin yükünü sırtlanan bir kervan bu. Menziline ulaşabilmek için zorlu yollardan geçiyor. İstanbul’dan Mahmil-i Şerif başta olmak üzere emaneti olan birçok yük var. Yollar eşkıya kaynıyor. Farklı isimlere ve kisvelere bürünmüş eşkıya zümresi demek ki her dönemde kendini gösteriyor. Bir parça gizem, bir parça umut ve tastamam insan.
İNSAN RUHUNUN TOMOGRAFİSİ
Kervan yola düştüğünde zorluklar insan ruhunun tomografisini çekiyor. Saklı duygular ortaya çıkıyor ve yolun engelleri, amacı unutturmak için birbirleriyle yarışıyorlar. Mekânı yol olan bir kervanın hikâyesini yazmak için değişmeyen dekoru insan olarak resmetmek gerekiyor. Bir mekân olarak insana baktığımızda ise yolculuğun her aşamasında insanın hem çevresi hem de kendisiyle yüzleşmesini görebiliyoruz. Hüdayi, kahramanlar arasında bağlantıyı sağlamlaştırıyor. Hem kahramanlar arasında hem de kahramanların kendi içinde. Yolculuk uzun olunca içine önemli miktarda bilgi sığdırılmış. Kimi bölümlerde uzunca yer alan ve Vahhabi fitnesini de bu şekilde açıklamayı amaçlayan bölümler, İskender Pala romanlarının temel karakterlerinden olan öğreticilik vasfını işaret ediyor. Romanlarında farklı taşıyıcı ögelerle hareket ederek üslup tekrarından kaçınmaya çalışan İskender Pala, Hac gibi herkesin malumat sahibi olduğu bir konuda bilinen ve bilinmeyenleri meczederek her kesimden okura hitap edebilecek bir eseri ortaya koymuş. Haccın sosyal psikolojisini romanda en iyi anlatan metaforlardan birisi de feraşet çantaları. Hacca gidemeyip de oralara kendinden bir parça göndermek isteyenlerin bu emanetleri aslında romanın kendisini de bir feraşet çantası olarak görebileceğimizi anlatıyor. Salgın nedeniyle çıkılamayan yola Kervan çıkıyor ve yüzyıllar öncesinde yapılan bir yolculuğu bugüne taşıyor. İskender Pala’nın Divan Edebiyatı etrafında başladığı edebî yolculuğu romanlarıyla devam ediyor. Aslında Divan Edebiyatında anlatılmak istenen Güzel’e ulaşmanın ne denli meşakkatli olduğunu gösteriyor Kervan.
Kervan’ın bundan sonraki Hac romanları için bir rehber olmasını temenni ederim. Maddi ve manevi salgınların son bulduğu, Âlem-i İslam’ın hastalıklarından kurtulduğu ve Hac ile bütünleştiği günlere ulaşmayı da tabii.