Modern Türk nesrinin panoraması

Yılmaz Daşcıoğlu’nun “Kurmacanın, Popülerin ve Nesrin İzinde Yazılar” alt başlığıyla yayımlanan Akıp Gidenin Cazibesi adlı çalışması Türkiye Yazarlar Birliği 2021 Edebî Tenkit Ödülü’ne layık görüldü.

ABONE OL
GİRİŞ 16.03.2022 10:13 GÜNCELLEME 16.03.2022 10:13 KİTAP
Modern Türk nesrinin panoraması

Modern düşünme biçiminin bir sonucu olan nesir, Türk edebiyatında gelenekteki örneklerinden farklı biçimde 19. yüzyılda görülmeye başlar. Gazete faaliyetleri, Meşrutiyet arayışları, fikirsel çatışmalar ve popüler romanlar aracılığıyla hızla yaygınlık kazanan ve kısa zamanda yetkin örneklere ulaşan nesir türündeki yazılar, şiire nazaran farklı bir düşünme ve söyleyiş biçiminin göstergesi olsa da zamanla şiiri besleyen ve şiirden beslenen bir hâl alır. Bu çerçevede geleneksel olana tepki olarak doğan modernliğin edebî türler bağlamında geleneksel sürekliliğe yeniden eklemlendiği söylenebilir.

TANZİMAT’TAN 1980’LERE TÜRK NESRİ

Nesir türünün bu ilginç geri dönüşü Yılmaz Daşcıoğlu’nun “Kurmacanın, Popülerin ve Nesrin İzinde Yazılar” alt başlığıyla yayımlanan Akıp Gidenin Cazibesi adlı çalışmasında örnekleniyor. Türkiye Yazarlar Birliği 2021 Edebî Tenkit Ödülü’ne layık görülen ve modern Türk nesrinin Tanzimat’tan 1980’li yıllara uzanan gelişimini sekiz başlık üzerinden değerlendiren çalışmada birbirinden bağımsız görünen yazılar arasında organik bir bağdan söz edilebilir. Bu bağlamda kitaptaki yazıları “popüler kültür-edebiyat ilişkisi, nesir dili-düşünce ilişkisi ve hikâye-şiir ilişkisi” etrafında üç tema üzerinde okumak mümkündür.

POPÜLER EDEBİYATIN İZİNDE
Kitaptaki ilk üç yazıda popüler kültür ve edebiyat ilişkisi kuramsal zeminde değerlendirip örnekleniyor. “Popüler Edebiyat, Edebiyatta Popülerleşme ve İktidar İlişkileri” başlıklı ilk yazıda Daşcıoğlu, nesir türünün popüler edebiyatla ilişkisini, edebî eser ile popüler metin arasındaki farkları belirgin bir şekilde ortaya koyarak karşılaştırıyor; estetik değeri tartışmalı olan popüler metinleri kitlesel beğeniye hitap etmesi, kolay ulaşılabilirliği, gelip geçiciliği, biçimsel basitliği, muhataplarını manipüle etmesi ve iktidarla ilişkisi üzerinden sorgulamaya tabi tutuyor. Biçimsel kaygıları merkeze alan edebî iktidarın kapsam alanından ziyade siyasî iktidarın malzemesine dönüşen popüler metinler, bilhassa hitap ettiği kitle ve üretim kaygısı bağlamında nesir türünün ilk örnekleriyle irtibatlandırılıyor. Buna göre şiirin kökten seçkinci olduğu, romanınsa ilk örneklerinden itibaren popüler kültüre hizmet ettiği sonucuna ulaşılıyor. Popüler edebiyatın yanı sıra bir sosyolojik vaka olarak edebiyatın popülerleşmesinden de bahseden yazar, bu durumu “Bihruz sendromu” şeklinde yorumluyor. Çalışmada estetik kaygıyı geri plana iten popüler ürünlerin büsbütün zararlı olmadığı, özellikle kitlelerin edebiyatla ilişkisini sağlamayı vazife edinen yazarlar aracılığıyla faydaya dönüşebileceğini vurgulayan Daşcıoğlu, sonraki iki yazıda romanın popüler bir nitelik kazanmasına yardımcı olan Ahmet Mithat ve Mehmet Celal’i gündeme getiriyor; Mithat Efendi’nin yayıncılığı, eğitimciliği ve romancılığının birbirini nasıl beslediğini, Mehmet Celal’in halkın merhamet duygusunu harekete geçiren ancak estetik bakımdan zafiyet gösteren romanlarında neye ulaşmaya çalıştığını tartışıyor.

DÜŞÜNCENİN DİLE YANSIMASI
Şiirden farklı olarak düz çizgisel bir anlatıma sahip olan nesir dilinin düşünceyle ilişkisi, kitapta Akif İnan’la ilgili kaleme alınan iki başlıkta ve Kemal Tahir’in Devlet Ana romanını ideoloji-dil ilişkisi etrafında inceleyen yazıda değerlendiriliyor. İslamcı düşüncenin Necip Fazıl sonrası çizgisinde yer alan, geleneksel şiir biçimini modern bir dille yeniden üretmeye çalışırken çeşitli gazete ve dergilerde nesir aracılığıyla düşüncelerini kaleme alan Akif İnan, öğretmen ve sendikacı kimliğiyle de tam bir mücadele adamı görünümüne kavuşmuştur. Yılmaz Daşcıoğlu, İnan’ın bu özelliklerinden yola çıkarak teşkilatçı kişiliği ile üslubu arasındaki ilişkiyi ortaya koyuyor, denemelerini yapı ve içerik bakımından inceleyerek fikirlerini “kuvveden fiile” nasıl yükselttiğine işaret ediyor. Kendisi de bir şair olan ve akademik çalışmalarını şiir dili ve şiirin yapısal unsurları üzerine yoğunlaştıran Daşcıoğlu, İnan’ın nesirlerini incelerken daha çok düşüncenin dili nasıl dönüştürdüğünü göstermeye gayret ediyor. Bu bağlamda farklı bir dünya görüşüne mensup Kemal Tahir’in de Devlet Ana romanında ideoloji ve inancın üslubu nasıl etkilediği de örnekleniyor.

HİKÂYEDEN ŞİİRE
Kitabın üçüncü bölümü hikâye üzerine kaleme alınan iki yazıdan oluşuyor. Burada öncelikle Kuyu adlı hikâyesinden yola çıkılarak Rasim Özdenören’in düşünce dünyası, öykücülüğü ve dili genel çerçevede değerlendiriliyor. Gelenekçi bir dünya görüşüne sahip olsa da geleneksel tahkiyeden farklı olarak anlatıyı bir dil sorununa dönüştüren Özdenören’in soyutlama, belirsizleştirme, dilsel, biçimsel ve anlamsal sapma gibi modern anlatım biçimlerini hikâyesine nasıl uyguladığına işaret ediliyor. Bu çerçevede şiirsel anlatım imkânları kullanılarak hikâye kişilerinin özel nitelik ve yaşantılarının genel insanlık tecrübesine nasıl dönüştürüldüğü ortaya konuyor. Çalışmanın “1980 Sonrası Hikâyelerde Şiirsellik” başlıklı kapsamlı yazısında ise Özdenören hikâyeciliği için ulaşılan tespitler bir kuşağın hikâyeciliği merkeze alınarak daha geniş bir çerçevede yeniden gündeme getiriliyor. Modern örnekleri bağlamında yapı ve tarz olarak birbirinden çok farklı olan bu iki türün zamanla birbirini nasıl beslediği, hikâyenin biçimsel olarak şiir dilinden hangi imkânları aldığı 1980 sonrası kaleme alınan pek çok hikâye üzerinden örnekleniyor. Somut şiire yaklaşacak kadar ileri giden bu etkilenmenin ilerleyen süreçte yeni bir türü doğurabileceğine işaret ediliyor.

Akıp Gidenin İzinde’de Tanzimat’tan 1980’e uzanan Türk nesrinin popülerlik, dil-düşünce ilişkisi ve türler arası etkileşim bağlamında çerçevesini çizen Daşcıoğlu, seçkin örnekler üzerinden Türk nesrinin panoramasını okurun dikkatine sunuyor.

KAYNAK : YENİ ŞAFAK