Modernlikten Geleneğe / Paradokstan Paradigmaya
Mehmet Akif Çeç'in "Modernlikten Geleneğe / Paradokstan Paradigmaya" adlı eseri İLKE Yayıncılık tarafından kitapseverlere sunuldu.
ABONE OLMehmet Akif Çeç, bu kitabında, İslam/cılık düşüncesinin temel meselelerini ve iki asırdır yaşadığımız kafa karışıklıklarını sahih bir epistemolojik perspektifle yeniden ele almaya ve İslam geleneğinin/medeniyetinin geleceğine dair bütüncül, tutarlı ve sistemli bir entelektüel ufuk ortaya koymaya çalıştığını ifade ediyor. Bu bağlamda yazar, daha kitabın başlığından itibaren alışılageldik yanlışları düzelterek işe başlıyor.
Oysa yazar, gelenek ile modernlik arasında, öncelik ve sonralığa dayalı bir zamansal evre farkını kabul etmemekte; geleneğin eşzamanlı olarak yaşayan ve her zaman yeniden eklemlenilebilecek bir olgu olduğunu, herhangi bir zamansal tersine dönüş/geriye gidiş süreci yaşanmadan modernlikten yeniden geleneğe geçiş yapılabilineceğini, modernliğin zorunlu değil aşılabilir olduğunu, dolayısıyla modernlikten geleneğe geçişin fâsid bir paradigmadan sahih bir paradigmaya geçiş anlamına geldiğini vurgulamakta ve bunu “Modernlikten Geleneğe” şeklinde ifade etmektedir.
Kitabın başlığının ikinci kısmında yer alan “Paradokstan Paradigmaya” ifadesi ile de yazar; İslamcılık düşüncesinin iki asırdır gelenekle/müslümanlıkla modernliği uzlaştırmaya yönelik eklektik/sentezci çözüm arayışlarının derin bir “paradoks” oluşturduğunu; öncelikle bu paradokstan çıkmamız ve iki asırdır yürünen bu öykünmeci/özürcü/ödüncü yanlış yoldan vazgeçerek, bir meta-paradigma olarak geleneğin yeniden ihya ve inşasının mümkünlüğüne inanmakla yolumuza devam etmemiz gerektiğini ifade etmektedir. Bu çerçevede modernite ile ilişkimizi öncelikle “ilerleme ve geri kalma” analojisine dayalı bir okumadan kurtarmak durumundayız. Dolayısıyla, yaklaşık iki asır önce batıyla/moderniteyle karşılaşan Müslüman intelijansiyanın sorduğu “İslam dünyası niçin geri kaldı?” sorusu yanlış bir sorudur ve iki asırdır bu soruya üretilen tüm cevaplar da yanlış olmaya mahkumdur. İki asır önce, batının kuraldışı, kulvardışı, ahlakdışı ve ilkesiz yollarla ortaya koymuş olduğu modern maddi uygarlık, özürcü/ödüncü bir perspektifle üstünlük, ilerleme, arayı açma ve başarı hikayesi olarak okunmak yerine, özgüvenli bir perspektifle, yoldan sapma olarak okunsaydı ve “Niçin geri kaldık?” sorusunu sorarak değil “Bu işin doğrusu nasıl olmalıdır?” sorusunu sorarak yolumuza devam etseydik bugün çok daha farklı bir yerde olabilirdik yazara göre.
Kitap boyunca yazar ilerleme kavramından başlayarak, yenilik, tecdid, değişim, sekülerleşme, akıl/rasyonalizm, bilim meselelerini modern zihinden arındırılmış sahih bir perspektifle ele alıyor ve gerek eklektik/sentezci, gerekse modernist yaklaşımların yanlışlığını ortaya koymaya çalışıyor. Bu arada gelenekçiliği taklitçilik ve tekrarcılık olarak anlayan kesimlere de, gelenekselci ekolün gelenek yaklaşımlarına da eleştiriler yöneltiyor. Yazar, hayati önemde gördüğü geleneğe yeni bir yaklaşım getiriyor. Zira, ona göre, geleneği doğru anlamadan ve yeniden ihya ve inşa etmeden moderniteyi aşmanın da, bir İslam medeniyeti inşa etmenin de imkanı yoktur. Zira İslam medeniyetinin kurucu dünya görüşü, bir meta-paradigma olarak İslam geleneğidir. Bu sebeple de gelenek olmadan medeniyet olmaz.
İslamcılık düşüncesinin iki asırlık temel meselelerinin ve yaşadığımız zihinsel problemlerin, alışıldık apolojist eklektik/sentezci, modernist okumaların dışında özgün bir epistemolojik perspektifle ele alınması, kitabı da İslamcılık düşüncesi içinde özgün bir konuma yerleştirmektedir.
Yazar, kitap boyunca iki asırlık İslamcılık düşüncesini eleştirel bir okumaya tâbî tutuyor olsa da, kendisini o çizginin bir parçası saydığını ve eleştirilerinin özeleştiri olarak anlaşılmasını hassaten ifade ediyor.