Klasik Yayınları'ndan yeni kitaplar
Klasik Yayınları'nın; felsefe, tarih ve sanat başta olmak üzere çeşitli alanlarda yazılmış yeni kitapları okuyucuyla buluştu.
ABONE OLKlasik Yayınları'nın "Akıl ve Ahlâk", "Bir Şehir Kurmak", "Ana Meseleleriyle Kelâm ve Felsefe", "Biz Osmanlı'ya Neden İhanet Ettik?", "İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları", "İslam Sanatında Geometrik Desenler" ve "Suret, Cevher ve Varlık" kitapları okuyucuyla buluştu.
AKIL VE AHLÂK
Hayatımız boyunca, “Bu yaptığın hiç adil değil”, “Ali kötü bir insandır” gibi sayısız ahlâki yargılarda bulunuruz. Peki “iyi” ve “kötü”yü belirleyen temel şey nedir? Bir şeyi “iyi” yahut “kötü” yapan hangi ölçüttür ve bu ölçütü koyan kimdir? Akıl mı, Tanrı mı, tabiat mı, duygular mı? Bu sorular, insanlığın varoluşundan beri vardı ve varolmaya hep devam edecek. Peki, filozoflar bu sorular hakkında ne demişlerdir? Elinizdeki kitap, ilkçağ ve ortaçağın zirve düşünürleri Aristoteles ve Fârâbî’nin, ahlâkın kaynağı problemine verdikleri cevabı konu edinmekte ve tartışmaktadır.
İlkçağ Yunan filozoflarından Aristoteles (ö. 322 MÖ), ahlâkın kaynağı problemine akıl ekseninde bir cevap ortaya koymuştur. Aristoteles’in ahlâk eserlerinden haberdar olan ve onun düşüncesini benimsemekle beraber onu geliştiren Fârâbî (ö. 950) ise, akıl ve ilahi vahyi mezceden bir çözüm geliştirmiştir. Her iki filozofun da ahlâkın kaynağı problemine dair cevaplarını mukayeseli olarak ele almayı amaçlayan bu çalışmada, teorik akıl, pratik akıl, siyasi ve dini otorite üçgeninden oluşan bir çerçeve çizilmiştir. Buna göre, genel ahlâki ilke ve önermelerin kaynağı olarak teorik akıl ile teorik akıl kaynaklı ilkeleri tekil önermelere dönüştüren kaynak olarak pratik akıl ele alınmıştır. Teorik ve pratik yetkinliği elde edemeyen bireyler için ise ahlâkın kaynağı olarak siyasi ve dini otoritenin işlevine dikkat çekilmiştir.
ANA MESELELERİYLE KELÂM VE FELSEFE
Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210) kelâm, felsefe, tefsir ve usûl-i fıkıh alanlarına dair çalışmalarıyla felsefî ve dinî ilimlere yeni bir yön vermiş ve bu nedenle “el-İmâm” olarak tanınmıştır. Bu çalışmada orijinal metniyle birlikte tercümesine yer verilen el-Muhassal Râzî’nin yaşadığı döneme nispetle önceki ve sonraki âlimlerin, filozofların ve kelâmcıların görüşlerinin özetini veren, başka bir ifadeyle kelâm ve felsefenin temel meselelerini karşılaştırmalı inceleyen bir eserdir.
Râzî eserde farklı düşünce grupları tarafından ileri sürülen iddiaları gerekçelendirme ve açıklama güçleri ile tutarlılıkları açısından incelemekte ve böylece “tahkîk” denilen araştırma tarzının en güzel örneklerini vermektedir. el-Muhassal bu özellikleriyle İslam düşünce tarihinde vazgeçilemeyen “klasik” bir eser olmuş, üzerine birçok âlim tarafından şerh ve haşiyeler kaleme alınmış ve XII. yüzyıldan sonra yazılan kelâm ve felsefe kitaplarının meselelerini büyük ölçüde belirlemiştir.
el-Muhassal klasik kelâm ve felsefenin temel meselelerini karşılaştırmalı olarak ele almakla birlikte İslam inancının ana meselelerini içermesi bakımından ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Eser, İslam düşüncesindeki bilgi, yöntem, varlık ve fizik dünya tartışmalarını bütünüyle içerdiği gibi Allah’ın zatı, sıfatları ve fiilleri ile nübüvvet, âhiret ve imâmet konularını da ele aldığı için okuyucu bu eserde İslam inancının ana ilkelerinin aklî ve naklî delillerle nasıl temellendirildiğini ayrıntılı bir şekilde görebilecektir.
BİR ŞEHİR KURMAK
Modern Türkiye kendine özgü ev tipini ve şehir biçimlenmesini oluşturabilmiş midir? Türk kamu idare sisteminin merkezi niteliği şehirleşme serüvenimizde ne gibi sorunlara yol açmıştır? Yeni şehirler hangi kriterler doğrultusunda kurulmalı, mükemmel işleyecek bir şehir modeli nasıl olmalı, şehirler nasıl yönetilmelidir? Halkın bu yönetime doğrudan katılımını sağlamak mümkün müdür?
Turgut Cansever'in 1997-1998 yıllarında verdiği "Şehir Yönetim Düşüncesi" seminerlerinden hareketle hazırlanan Bir Şehir Kurmak'ta, Türkiye'de şehirleşme sürecinin meseleleri tartışılıyor, sorunların çözümüne dönük öneriler üzerinde duruluyor ve dahası yeni kurulacak şehirler için bir model ortaya konuyor. Turgut Cansever'in "Diyarbakır Suriçi Eylem Planı"nın taslak metni de ilk defa bu eserde gün yüzüne çıkıyor.
Yaşadığımız şehir sanki bize ait değil, oturduğumuz ev yabancı birisinden ödünç alınmış gibi... Bu şehri kim düzenledi, bu evi kim inşa etti ve biz bu yabancı mekânlarda oturmak mecburiyetinde miyiz? Burada bir kimlik sorunuyla karşı karşıyayız. Turgut Cansever iki büyük kimlik kurgulaması yapıyor: Hıristiyan Avrupa’dan miras kalan modernist kimlik ve İslam medeniyeti kimliği. Medeniyet tasavvurunun en önemli görünür öğesi kuşkusuz şehirdir. Bize özgü şehir ve ev, bizim uzmanlarımız ve uygulayıcılarımız tarafından bize ait bir talep üzerine inşa edilecektir.
BİZ OSMANLI'YA NEDEN İHANET ETTİK?
“Arap İsyanı” yakın tarihimizin en önemli kırılma noktalarından biridir. Kurgulanmış tarihin toplumsal hafızamıza işlemeye çalıştığı “Arapların ihaneti” algısı, aslında bizim geçmişimizle kurduğumuz ilişkinin travmatik boyutunu sergiler. Osmanlı’nın parçalanış sürecinde Arapların kopuşu etrafında geliştirilen söylem, tarihî bir olgudan çok ideolojik bir tutumu yansıtır.
Gerçekten Araplar Osmanlı’ya ihanet ettiler mi? Ya da isyan sadece bölgeye ilişkin sömürgeci amaçları olan büyük devletlerin kışkırtmasından mı ibaretti?
Kesin olan şu ki, Arapların Osmanlı’dan kopuşu, ulus-devlet sürecinde Türk kimliğinin yeniden inşası amacına hizmet eden ideolojik bir söyleme dönüşmüştür. “Türklere ihanet” söyleminin Araplardaki karşılığı Arapları sömüren, İslâm’a ihanet eden Türklere dönüşecektir. Aslında bu iki zıt söylem, Osmanlı bakiyesi Müslüman uluslarda inşa edilmeye çalışılan modern ulus kimliğinin ortak tarihî ve kültürel bağlamdan koparılarak “öteki” üzerinden tanımlanmasına hizmet etmiştir.
Bu kitap, “Arap isyanı” olarak bilinen gelişmelerin en önemli aktörünün yaşadığı olayları anlatan belge niteliğinde bir hatırattır. İngiliz istihbaratının marifetiyle Hicaz’da başlatılan isyanın nasıl gerçekleştiği anlatılırken aynı zamanda bu hareketi meşrulaştırma çabalarının nelere yaslandığını da okuyabiliyoruz. Elinizdeki eser, sembolik olarak başlatılan ve İngiliz politikasının uzantısı olan isyan hareketinin başaktörü durumundaki bir ismin gözlemlerine, niyetlerine ve en önemlisi bu hareketin dayandırıldığı siyasî ve kültürel gerekçelere aşina olmak isteyenlerin gözardı edemeyecekleri bir metin. Şerif Hüseyin’in İttihatçılarla ilişkisi ve İngiliz yetkilileriyle isyandan çok öncelere dayanan teması yakın tarihe ışık tutacak nitelikte.
İMAMET MÜCADELESİ VE HÂŞİMOĞULLARI
Elinizdeki çalışmanın asıl amacı, ikinci hicrî yüzyılda Hz. Peygamber'in geniş ailesi olan Hâşimoğulları içindeki imamet mücadelesi ortamında yaşanmış savaşları, isyanları klasik tarih perspektifiyle ele almak değildir. Araştırmamızın ana konusunu, “meşru” liderin (imamın) kimliği üzerinde karşılıklı yapılan argüman atışmaları ve spekülatif izah tarzları oluşturmaktadır. Âdeta savaş alanlarının dışında bambaşka bir savaş yaşanmıştır. Mektup satırlarında, minberlerde okunan hutbelerde veya sarayda yapılan münazaralarda karşılıklı öne sürülen hususlar, aynen bir silah gibi kullanılmıştır. Taraflarca müslüman kamuoyunu yönlendirmek için o sırada gündeme getirilen meselelerin birçoğu, daha sonraki dönemlerde mezhebî oluşumların inanç prensipleri haline gelebilmiştir.
İSLAM SANATINDA GEOMETRİK DESENLER
İslami desenlerin göz kamaştırıcı karmaşıklığı, İslam sanat ve mimarisinin en belirgin özellikleri arasındadır. Kendini tekrarlayan desenlerin taşa oyularak, tavanlara resmedilerek veya canlı renklerde çinilerin döşenmesiyle süslediği güzel ve tarihî anıtlar, Orta Asya’dan Kuzey Afrika’ya ve Güney İspanya’ya kadar uzanmakta olup incelikli ve anıtsal biçimler meydana getirirler. Yine de geleneksel zanaatkârların bu büyüleyici eserleri oluşturmak için kullandıkları geometrik teknikleri veya bu desenlerin nasıl bir araya getirilip bu muhteşem yapıları oluşturmak üzere ölçeklendirileceğini çok az kişi bilir.
Artık bu kitabın yardımı ile herkes bu eski sanatta ustalaşmayı, kendi karmaşık desenlerini tasarlamayı ve klasik örnekleri yeniden oluşturmayı öğrenebilir. Tek ihtiyacınız; bir kalem, bir cetvel, bir pergel ve titremeyen bir el. Kitap önce kare, altıgen veya beşgen gibi temel öğelerin nasıl çizileceğini teknik ipuçlarıyla gösteriyor. Sonra da dikkatle oluşturulmuş aşamalı talimatlarla, dünyanın en iyi geometrik tasarımlarından seçilmiş ve zorluk seviyelerine göre sıralanmış yirmi üç örnek geliyor. Bu örnekler İslam sanatı ve mimarisinin en güzel ve en ünlü geometrik desenlerini içeriyor:
• Kurtuba Ulucamii, İspanya
• Kayrevan Ulucamii, Tunus
• İbn Tolun Camii, Mısır
• Eşrefoğlu Camii, Türkiye
• Palatina Şapeli, Sicilya, İtalya
• Ak Medrese, Türkiye
• Abdüssamed Külliyesi, İran
• Şam Emeviyye Camii, Suriye
• Herat Ulucamii, Afganistan
• Şella Kabristanı, Fas
• Elhamra, Gırnata, İspanya
• Harakan Doğu Kümbedi, İran
• Şah Cihan Camii, Pakistan
• Fehîdî Hisarı, Birleşik Arap Emirlikleri
• Müstansıriyye Medresesi, Irak
• Bin Yusuf Medresesi, Fas
• İtimâdüddevle Türbesi, Hindistan
• Alkazar Sarayı, İspanya
• Memlük Mushafı, Suriye
• Bibi Cevindî Türbesi, Pakistan
• Karaviyyîn Camii, Fas
• Mulây İsmail Türbesi, Fas
• Derviş Paşa Camii, Suriye
Eric Broug, Londra'daki School of Oriental and African Studies’ten (SOAS) İslam Sanatı ve Mimarisi Tarihi alanında yüksek lisans derecesi aldı. Şu anda Yorkshire’da çağdaş İslam sanatları sahasında üretim yapan, Broug Ateliers for Islamic Architecture, Arts and Crafts’ı işletmektedir.
Felsefenin en eski ve temel sorularından biri olan “Çokluk içinde birliği ve birlik içinde çokluğu sağlayan şey nedir?” sorusu, İbn Sînâ tarafından surete müracaatla cevaplanır. Değişim boyunca özdeşlik ve birliğini koruyarak bir şeye değişmez niteliklerini kazandıran suret; bu vasfıyla, “Bir şeye özünü veren nedir?”, “Bilmek, neyi bilmektir?” ve “Bir şey iyiliğini ve güzelliğini neyle elde eder?” sorularına cevap teşkil eder. Esasen Eflatun’dan Aristoteles’e, Aristoteles’ten Fârâbî’ye kadar birçok filozof için suret, İbn Sînâ’nın ona atfettiğine yakın anlamlara sahipti. Bununla birlikte terimi açımlamak üzere farklı filozofların ona dâhil ettiği yeni kavramsal bileşenler, suretle ilgili anlam genişlemeleri ve daralmalarının yanı sıra işlev dönüşümleri de meydana getirdi. Onu terim olmanın gücüne kavuşturan Eflatun’dan günümüze gelinceye değin “bir şeyi tanınır ve bilinir kılan ilke” anlamını korumaya devam eden suretle ilgili asıl dönüşümler; terimin fizik, kozmoloji, epistemoloji ve etik gibi alanlarda ifa ettiği işlevlere temel teşkil edecek şekilde ontolojik seviyede kazandığı yeni anlamlarla ilişkilidir. Bu bakımdan denilebilir ki, suretin ontolojisinde meydana gelecek bir değişim daima diğer alanlardaki işlevlerini de dönüştürecek bir yöne sahip olmuştur.
Varlık tarzı ve yeri açısından bakıldığında Eflatun için gayri maddî, bizatihi kaim metafizik ilkelere tekabül eden suretin Aristoteles’te maddî, tikel cevherlerle kaim fizik ilkelere dönüşünce Eflatun’daki kullanımına nispetle eşadlı bir söyleyiş elde ederek yeni işlevler kazanmış olması bunu gösterir. Terimin bu yolla ilerleyen kavramsal dönüşümler tarihinde Eflatun’dan sonra, Aristoteles’in ve Yeni-Eflatuncuların müdahaleleri önemli dönemeçlere karşılık gelir. İbn Sînâ’nın kendine özgü teorik ayrımlar etrafında terimi yeniden ele alma teşebbüsleriyle ortaya çıkan özgün suret teorisi, bu dönüşümler tarihi açısından yeni bir kırılma noktasına işaret eder. Elinizdeki çalışma eş-Şeyhu’r-reîs’in suretin ontolojisi açısından makas değiştirici sonuçlar doğuran bu müdahalelerinin serimlenmesine hasredilmiştir.