Varlık ve Hiçlik güç bela Türkçeleştirildi
Felsefe tutkunları ve Sartre hayranlarına müjde. Jean-Paul Sartre'nin yüzyılın eseri olarak da tanımlanan başyapıtı "Varlık ve Hiçlik" nihayet Türkçe'ye çevrilebildi...
ABONE OLVaroluşçuluk felsefesinin babası olarak gösterilen Jean-Paul Sartre'nin sadece bir kaç ay içinde kaleme aldığı ancak pek çok felsefeci tarafından yüzyılın eseri olarak nitelenen ama bir türlü dilimize çevrilmesi başarılamayan "Varlık ve Hiçlik" adlı eseri ilk kez Türkçe'ye kazandırıldı.
Eserin bugüne dek neden Türkçe'ye kazandırılmadığı felsefeciler arasındaki en popüler tartışmalar arasındaydı. Bu yüzden yayıncı isimlerden Ahmet Öz, profesyonel felsefecilere şunları söyleme ihtiyacı hissediyor. "Felsefenin “profesyonellerine” seslenmek istiyorum: Elinizdeki kitap, dilimizde, Türkçede varolmayan bir şeyi varlığa getirerek, “var”ederek kendini eleştirel okumaya sunmaktadır. Ama unutulmaması gereken bir şey var, bu çeviri dolayısıyla, bugüne değin hep yapılageldiği gibi artık kimsenin Varlık ve Hiçlik’in Türkçeye çevrilmemiş olmasından şikayet edip durmasına, atalet ve tembellik içinde oturmasına da imkân kalmadı. Hic Rhodus, hic salta!"
Eserin bu kadar geç Türkçe'ye kazandırılmasındaki en büyük etken hiç şüphesiz ki çoğu Satre'nin kendi icadı olan kavramların Türkçeleştirilmesinde yaşanan zorluktu. Daha önce bir kaç yayınevinin çeviri için girişim başlattığı ancak yayınlayamadığı eser, Turhan Ilgaz ve Gaye Çankaya Esen tarafından yıllar süren yorucu bir çalışma sonucu Fenomenolojik Ontoloji Denemesi alt başlığı ile Varlık ve Hiçlik adıyla Türkçe'ye kazandırıldı.
Kitabın metni, elden geldiğince orijinaline sadık kalınarak düzenlenmiş. Gerekli görülen yerlerde kimi açıklayıcı ve hatırlatıcı notlar yer alıyor. Çevirmenlerin gerekli gördüğü notlar, metin içinde yıldız işaretli dipnotlar ve köşeli parantezle verilen ekler olarak sunulmuş. Kullanılan kavramların Fransızca orijinalleri de, yine gerekli görülen yerlerde, köşeli parantezle gösterilmiş.
Bütün bu hassasiyete rağmen Satre'nin kendi keşfi olan orijinal kavramların da daha net ifade edilemesi için okuru kavramların kullanımları konusunda bilgilendirebilmek amacıyla kitabın sonuna bir de sözlük eklenmiş.
MEHMET FUAT: ADINI NASIL TÜRKÇELEŞTİRECEKSİNİZ?
" 'Varlık' ve 'Etre' [=“olmak”] kavramlarını örtüştürmek, her şeye rağmen bir miktar zorlama içeriyor. Biz, Türkçemizde, “olmak” fiilini, “dır”, “dir” vb. ekler biçiminde kullanıyoruz. Bu bize konuşmada ve yazınsal anlatıda olağanüstü kolaylıklar ve olanaklar sağlıyor; ama felsefece düşünmede de olağanüstü zorluklar çıkarıyor. Özellikle de ontolojinin alanında" diyen Ilgaz konuyla ilgili görüşlerini şöyle dile getiriyor:
" 'Olmak', 'var olmak”a (ya da “varlık”la) aynı şey değildir; bunu iyi anlamak gerekiyor. “Olmak”, birtakım ihtimaller barındıran bir “olmakta-olmak” halidir; “olmak”a, “varlık” (ya da “var olmak”) gibi yaklaşmak, onu şu ya da bu varoluş anında dondurmak olur. “Olmak”, “varolan” bir şeyin süreç halindeki uğraklarından herhangi biri gibi kavranamaz; bu uğrakların bütünüdür. Ve bu bütünü de akışı içinde, uğraklardan herhangi birinde durmaksızın, takılıp kalmaksızın anlamamız gerekir. “Olmak”, yaşamak denen fenomenin olumsal kendiliğindenliği değil, kendisidir. Devinim halindeki durağanlığı içinde, mümkünleriyle, muhtemellikleriyle ve bunları biçimlendiren tasarı ve yansıma/yansıtmalarıyla kavranmak zorundadır. “Olmak” vardır, çünkü “yokluk” yoktur; ama “var olmak”, bir olmak kipliğidir.
Felsefe tarihinde bunu ilk sezen ve ilk açımlayan Parmenides oldu (“Doğa gizlenmeyi sever” diyen Herakleitos’u da unutmamak gerek). Ve Heidegger’e gelene kadar da benim bilebildiğim kadarıyla hiçbir filozof, varlık problemini bu ontolojik eksen çevresinde düşün(e)medi. Leibniz’in, “Neden hiçbir şey yerine bir şey var?” sorusundan kalkan Heidegger, Sein und Zeit’ta (Varlık ve Zaman) şunları yazar: “Olmak, bir olan gibi düşünülemez [...] ‘olmak’ın belirlenmesi, bir olanın ona bir yüklem olarak verilmesiyle elde edilemez. Olmak, tanımlanması söz konusu olduğunda, daha üstün kavramlardan türetilemeyeceği gibi, daha aşağı kavramlardan yola çıkarak da gösterilemez. Ama bunun sonucu olarak ‘olmak’ın hiçbir sorun yaratmadığını mı söyleyeceğiz? Hiç de değil; yalnızca şunu çıkarsayabiliriz: ‘olmak’, herhangi bir olan gibisinden bir şey değildir. Bu nedenle, bazı sınırlar içinde geçerli olmakla birlikte, olanı belirlemenin genel tarzı geleneksel mantığın, antikçağ ontolojisinde temellerini bulan ‘tanımı’ olmak’a uygulanabilir değildir. Olmak’ı tanımlamanın imkânsızlığı [Heidegger’in antik ontolojiden kaynaklanan bir “önyargı” olarak nitelediği imkânsızlık, T.I.] bizi onun anlamını sorgulamaktan bağışık kılmaz, tersine, buyurgan bir biçimde bu sorgulamaya götürür.”
İNSANI ÖZGÜRLÜĞE MAHKUM EDEN YAPIT
Kitabın Türkçe yayıncılarından Anmet Öz, "Varlık ve Hiçlik, hiç şüphesiz Jean-Paul Sartre’ın “başyapıtı”dır. Sadece Fransız felsefesi açısından değil genel olarak felsefe tarihi açısından da son büyük ontoloji denemesini temsil eder. Dolayısıyla önemini ve güncelliğini hâlâ korumaktadır ve hiç şüphesiz daha uzun yıllar korumaya devam edecektir. Çünkü, insan, ilk defa bu yapıtta, özgür olmaya “mahkum” edilmiştir" diyor bu eser için.
Kitabın çevirmenlerinden Turhan Ilgaz da kitap konusunda şu kısa tanımlamayı kullanıyor. "Varlık ve Hiçlik, altbaşlığının söylediği gibi, bir “ontoloji denemesi”dir. Ve “olmak”ı “fenomenolojik” açıdan açıklayan bir denemedir. Daha en baştan, “fenomen” sözcüğünü “görüngü” olarak çevirmeyi kendime yasakladım. Bunun nedeni, öncelikle ilkeseldir: Özgün akıl yürütmeler içinde başvurmak, kullanmak, eğip bükmek ihtiyacını duymadığımız, düşünme kipliklerimizde içselleştirmediğimiz birtakım bilimsel/felsefi kavramları taşıyan sözcükleri, dili arındırmak adına ve salt etimolojiden kalkarak Türkçeleştirmeye hakkımız olmadığını düşünüyorum. Ama asıl nedenim şu: “phainomena”nın yalnızca duyu organları aracılığıyla bilince yansıyan bir “görüntü” olmaması bir yana; Heidegger’in (ve dolayısıyla da Sartre’ın) “fenomenoloji”ye verdiği anlam içinde, “fenomen”, kendini göstermeyen, geride duran, “olan”ın onun aracılığıyla kendini gösterdiği şeydir. “
Felsefe tutkunları ve Satre hayranlarınca özlemle beklendiği eser İthaki yayınlarından çıktı 783 sayfadan oluşuyor.
(Haber 7)