Ortaçağ Türk devletlerinde suç ve ceza
Türklerin Ortaçağ'da dedikodu yapan kadınlara işkence ve toplu tecavüz cezası verildiğini, onur kırıcı ceza alanların eşeğe çıplak bindirillerek dolaştırıldığını ya da kuyruğuna bağlandığını biliyor muydunuz?
ABONE OLTarih boyunca Türk devletlerindeki adalet sistemi içerisinde önemli bir yeri olduğu bilinen suç ve ceza kavramları ile ilgili olan Ortaçağ Türk Devletlerinde suç ve ceza, ihmal edilen ve ayrıntılı şekilde incelenmesi gerekli bir alana dikkat çekiyor ve giriş yapıyor.
"Suç ve ceza insanlık tarihinin kendisi kadar eskidir. Adem ve Havva yasak meyveyi yiyerek ilk suçu işlemişler ve bu suçları nedeniyle de cezalandırılmışlardır. Suç ve ceza olgusu, zaman içerisinde insanlık tarihindeki yerini almış; bazı dönemlerde cezalandırma yöntemleri işkence ve azap çektirme adı altında bir meslek, hatta sayısı hiç de az olmayan bazı sadist yöneticilerin de desteği ile sanat olarak algılanabilmiştir" diyor Akademisyan Yazar Cüneyt Kanat, Ortaçağ Türk Devletlerinde Suç ve Ceza isimli eserinin önsözünde.
HANGİ TÜRK DEVLETLERİNİN CEZALARI İNCELENDİ?
Eser, Ortaçağ ve Ortadoğu ile sınırlandırılmış. Ortaçağ boyunca kurulmuş bütün Türk devletlerini ele alarak böyle bir çalışmaya girmenin zor olduğuu belirten yazar, bu sebeple, Selçuklular ile başlayarak, Eyyûbîler, Memlûkler, Anadolu Beylikleri ve Timurlular devletlerini kitabımızın içeriğine dâhil ettiğini açıklıyor.
Cüneyt Kanat, kitapla ilgili açıklamalarını şöyle sürdürüyor: " Çalıştığımız dönemle ilgili olarak Anadolu Beyliklerine ait kaynaklar diğerlerine göre çok daha az ve yetersizdir. Bu nedenle biz mevcut olan yayınları mümkün olduğunca görmeye çalıştık ve bu eserlerde rastladığımız malzemeyi kullandık. Ancak, gördüğümüz eserlerde herhangi bir beyliğe ait konumuz kapsamına girecek ilgili malzeme yok ise o beylik doğal olarak kitabın kapsamı dışında kaldı.
Devrin kaynaklarında kendisine yer bulmuş olayların içerisinde aktarılan suçlar ve bu suçlara verilen cezalar kitabımızın konusunu oluşturmuştur. Ancak şer’î cezalandırmaları tamamıyla kapsam dışında tuttuk. Çünkü bunun apayrı bir çalışma alanı olduğunu düşünüyoruz. Bizim ele aldığımız uygulamalar ise sadece örfî hukuk dikkate alınarak yapılmış olan cezalandırmalardır"
ESER HUKUK KİTABI DEĞİL
"Eser bir hukuk kitabı değildir" diyor Cüneyt Kanat ve açıklıyor "Bu nedenle eserimizi yazarken yargılama sürecini dikkate almadık. Bunun iki sebebi vardı. Birincisi, eserin kapsamını çok genişleterek bir dağınıklık durumu ortaya çıkaracak olması. Diğeri ve daha önemli olanı ise, yargılama sürecinin daha çok hukuk bilgisine sahip ve özellikle ceza hukukunda uzman olan bilim adamlarının değerlendirme yapabileceği bir alan olduğunu düşünmemizdir. Bundan dolayı, sadece yargılama sonucunda ya da yargılanmaksızın suç kabul edilen fiiller ve bu fiillere verilen cezalandırmaları ele aldık. Bunu yaparken de kaynaklara yansımış olan örnek olayları dikkate alarak suç ve cezalandırma örneklerini ortaya koymaya çalıştık"
DEDİKODUCU KADILANLARA TOPLU TECAVÜZ CEZASI!
Küre Yayınları: 0212 520 66 41 www.kureyayinlari.com |
Okuyucunun kitapta ele alınan bazı suçların zamanımızdaki modern hukuk anlayışı içersinde suç olarak değerlendirilmediğini de göreceğine dikkat çekiyor yazar ve diyor ki "Mesela, dedikodu gibi günümüz ceza hukukunda yer almayan bazı suçlar o dönemde cezalandırılıyordu. Yeri geldiğinde anlatılacağı gibi, bir hükümdar bazen dedikodu yaptı diye bir kadına işkence cezası verebiliyor, bir diğeri ise dedikodu yapan pek çok kadına ceza olarak toplu tecavüzü reva görebiliyordu. Yine özellikle toplu katliamlardaki gerekçeler kabul edilebilecek türden değildir. Kısacası elimizdeki örnekler her zaman hukuka dair uygulamaları değil, bazen de hukuksuzluğu ortaya koyabilecektir. Bu nedenle eser okunurken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, olayların Ortaçağda geçtiği ve bunun asla göz ardı edilmemesi gerçeğidir"
ORİJİNAL BİR KONU
İbn-i Fadlan seyahanetmesini okuyanlar, orada şahit oldukları cezaların da kitapta yer aldığını görebiliyor. Ancak cezeların hepsinin toplu halde bir adara bilimsel inceleme olarak yer alması açısından kitap bir ilk.
"Konunun, özellikle çalıştığımız dönem bakımından çok orijinal olduğunu söylemeliyiz" diyen yazar Cüneyt Kanat, "Çünkü Ortaçağ Türk devletleri ile ilgili suç ve ceza konusunda Türkçe yazılmış birkaç makale dışında herhangi bir yayına rastlamadık. Ancak Ortaçağ sonrası dönemde ve özellikle Osmanlı Devleti ile ilgili yapılmış çalışmalar vardır. Bunlardan birisi, Osmanlı Hukukunda Suçlar ve Cezalar başlığını taşımaktadır. Bu eser, Osmanlı dönemiyle ilgili olup daha çok hukuk bilimiyle uğraşanların anlayabileceği bir dille yazılmıştır. Diğeri ise, Osmanlı’da Asayiş, Suç ve Ceza adı altında ve XVIII-XX. yüzyıllar arasındaki asayiş konusu ile ilgili yazılmış bazı makalelere yer veren bir derleme çalışmasıdır. Mısır’da, Memlûk Devleti ile ilgili olarak yapılmış ve bizim de büyük oranda kullandığımız bir diğer çalışma ise; es-Sucûn ve’l-Ukûbât fî Mısr Asr Salâtîn el-Memâlîk, (Memlûkler Zamanında Hapishaneler ve Cezalar) ismini taşımaktadır. Bu eserde sadece Memlûk Devleti’ndeki cezalandırma örneklerine yer verilmiştir. Bu konuda Avrupa’da yazılmış olan en önemli eser ise, İşkencenin Tarihi isimli çalışmadır. Daha çok Avrupa’yı ele alan, fakat dünya tarihinden de çeşitli örneklere yer veren bu eser, işkence ve cezalandırma konusunda yapılmış olan en kapsamlı çalışmadır. Ancak eserde pek çok uygarlığa ve millete ait örneklere yer verilmesine rağmen, Türk tarihinin hiçbir kesitine ait herhangi bir bilgiye rastlamak mümkün değildir. Bizi bu konuda çalışmaya sevkeden bu sonucun sebebi ise, büyük olasılıkla çalıştığımız dönemle ilgili yapılmış bir araştırma eserinin olmamasıdır" diyor.
Haber 7 kitap dünyası ekibinin kitaptan göz kirası olarak sizlere seçtiği bölümü ilginç bulacağınıza inanıyoruz...
Kitaptan...
Yağmalatma
Bu tip cezalara çoğunlukla savaş sonrasında ya da beklenmeyen bir anda halkın ayaklanması veya hükümdarına toplu halde başkaldırması gibi durumlarda rastlıyoruz. Devletlerin birbirleriyle yaptıkları savaşlardan sonra, taraflardan birisi savaşı kaybettiğinde, ya savaş tazminatı vermeyi kendiliğinden kabul eder ve bu tazminatı öder ya da savaşı kazanan hükümdarın emriyle kaybedenlerin sahip olduğu topraklar büyük şehirler başta olmak üzere yağmalanırdı.
Bazen de bir hükümdar -çok ender olmakla birlikte- bir kızgınlık sebebiyle kendi halkını işledikleri bir suçtan dolayı askerlerine ceza olarak yağmalatabilmekteydi. Tabiî ki bu durum çok üzücü sonuçlara sebebiyet vermekte ve halkın kendi hükümdarına olan güvenini azaltarak nefretini artırmaktaydı.
Müsadere
Müsadere, Ortaçağ Türk devletlerinde çeşitli sebep ve şekillerde, daha çok devlet personelinin yasal olmayan yollarla sahip olduğu düşünülen malını ele geçirmek için kullanılan bir ceza ve sıkıştırma yöntemidir. Bu usûl, özellikle hükümdarların, zenginişmiş ve dolayısıyla fazlaca güçlenmiş olan vezir ve diğer görevlilere tatbik ederek kendileri ve devlet hazinesi için para temin edip gelir kaydettikleri bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Hatta hu uygulama için Selçuklu Devleti başta olmak üzere, diğer bazı Türk devletlerinde Dîvân-ı Müsadere adı altında bir Divan bile vardı. Müsadere'nin uygulanması esnasında görevlilere işkence yapıldığına da sıkça rastlanırdı.
Hükümdarlar devlet görevlilerini ya da Emirlerini çeşitli sebeplerle tutuklatıp öldürttüklerinde de onların mallarına el koyarlardı. Müsadere edilen bu mal ise çoğunlukla hazineye alınırdı. Devlet görevlilerinin zaman zaman birbirleri aleyhinde çıkar çatışması sebebiyle yaptıkları ihbarlar hükümdarın müsadere yapabilmesi için bir gerekçe olurdu. Bu ihbarlar çoğunlukla bir görevlinin ya da bir Emirin büyük bir servete sahip olduğu söylenerek yapılırdı. Bu durumda hükümdar biraz da ihbar edilen görevlinin kendisinin karşısında fazlaca güçlenmesinden çekindiği için, servetinin miktarını ve yerini öğrenmek için onu tutuklatır ve çok ağır işkencelere tâbi tutardı. Daha sonra ise servetin yeri öğrenildiğinde çoğunlukla buna el konur ve ardından serveti elinden alınan görevli ya öldürülür ya da sürgüne gönderilirdi. Bu sebeple müsadere sosyo-ekonomik yönü olan bir cezalandırmadır.
Onur Kırıcı Cezalar
Suçluyu aşağılamak ve onu utandırmak suretiyle cezalandırma yöntemi Ortaçağda yaygındı. Bu tip cezalar eğer tek başına ve sadece onur kırıcı olması için veriliyorsa çoğunlukla hafif suç¬lara uygulanmaktaydı. Ancak bazen çok ağır suçlardan dolayı ölüm cezasına çarptırılmış suçlulara da idamın infazından önce onur kırıcı cezalar tatbik edilebiliyordu.
O dönemde insanların onurunu kırmak ve onları aşağılamak için farklı cezaların verildiği olurdu. Bunlardan en yaygın olanı, suçlunun eşeğin üzerine bindirilerek yanında zil de çalmak sureliyle şehir sokaklarında gün boyu gezdirilip, tellâl vasıtasıyla suçunun herkese ilan edilmesi idi. Bunun bir kademe üstü ise suçlunun çıplak olduğu halde bir eşek üzerinde sokak sokak dolaştırılmasıydı. Aynı şekilde bir eşeğin kuyruğuna bağlanarak dolaştırılmak da bu tip cezalardan kabul ediliyordu.
Bir diğer onur kırıcı ceza ise suçlunun burnunun delinerek buradan bir ip geçirildikten sonra yine sokak sokak gezdirilmesidir. Bu ceza suçlunun yerlerde sürüklenmesi şeklinde uygulandığında ise onur kırıcı olmaktan öteye geçerek suçlunun aşırı derecede canını yakan bir ceza şekline dönüşmektedir.
Emirler ve bilim adamları hafif denilebilecek suçlar işlediklerinde ise onlara verilen en yaygın ceza saç ve sakallarının kesilmesiydi. Ortaçağ Türk devletlerinde saç ve sakalların kesilmesi suçluların aşağılanmasında kullanılan bir yöntem idi. Saç ve sakalları kesilen suçluların bu şekilde atlara ya da eşeklere bindirilerek gezdirilmesi ve önlerinde ilerleyen bir tellâlın onların suçlarını bağırarak çevreye ilan etmesi âdettendi.
Yine bir diğer ilginç sayılabilecek onur kırıcı ceza ise, özellikle havanın soğuk olduğu dönemlerde suçluların elbiseleri ile suya atılmalarıdır. Bazen de bu şekilde yani elbiseleri üzerlerinde oldukları halde defalarca suya sokulup çıkarılırlardı.
Çok sık rastlanmamakla birlikte alışılmamış türden onur kırıcı ve aşağılayıcı cezalardan biri ise, suçlunun sakal ve bıyıklarının tıraş edilip yüzüne de allık sürüldükten sonra kadın gibi giydirilip süslenerek utanç verici bir durumda bir öküz üzerine bindirilerek dolaştırılıp bu şekilde teşhir edilmesiydi. Bu ceza o dönemde suçlulara verilen gerçek anlamda bir aşağılama cezasıdır. Bir erkeğin, saç ve sakalının kesilmesinin bile ağır bir hakaret kabul edildiği Ortaçağda, kadına benzetilip süslenmesi ve ardından bu haldeyken insanların önünde dolaştırılması sıradışı sayılabilecek türden bir cezalandırma yöntemi olarak değerlendirilmelidir. Çünkü bu vaziyete sokulmuş bir erkeğin ve çoğunlukla da bir askerin ya da komutanın dolaştırılırken onu gören insanlar tarafından alaya alınması ve kendisine gülünmesi beklenen bir sonuçtur. Bunun da ağır bir hakaret ve aşağılama olduğu çok açıktır.
Bunların dışında son olarak, bildiğimiz dayak cezası fiziksel bir ceza olmakla birlikte zaman zaman toplum önünde suçluları aşağılamak üzere uygulanan onur kırıcı cezalar arasında sayılabilir.
(Haber 7)