Sıvış yılı: Osmanlı’da 33 yılda bir yılın silinmesi
Covid-19'la tanıştığımız 2020, tüm insanlık için uzun süre unutulmayacak bir yıl oldu. Hatta kimi zaman sosyal medyada 'bu yılı silebilir miyiz' paylaşımları yapıldı. Peki bunun Osmanlı Devleti'nde mümkün olduğunu söylesek ne düşünürdünüz?
ABONE OLHaber7 - Seda Vurucu
Türkiye’de Covid-19’a ilişkin ilk vaka, 2020 yılının Mart ayında görüldü. Hemen ardından hem kişisel hem de toplumsal hayatımız açısından pek çok değişiklikle karşı karşıya kaldık. Bir yılı aşkın bir zamandır Covid-19 salgınına karşı verdiğimiz mücadelede, kimi zaman “bu yılı silebilir miyiz” şeklinde argümanlar da ortaya attık. Peki, böyle bir durumun Osmanlı’da mümkün olduğunu söylesek ne düşünürdünüz? Osmanlı Devleti’nde 33 yılda bir yıl siliniyor; buna da “sıvışan yıl” manasına gelen “sıvış yılı” deniyordu. Peki, bu uygulamanın gerekçesi neydi?
OSMANLI DEVLETİ’NDE KULLANILAN TAKVİMLER
Bir hicri ay, 29 ya da 30 gün sürer; hilalin görünmesi ayın başlangıcı sayılırdı. 12 aydan oluşan bir hicri yıl ise 354 ya da 355 günden müteşekkildi.
Tarihi olaylar hicri takvime göre belirlenir; Hristiyan krallarına yollanan mektuplarda ve Hristiyan devletlerle yapılan anlaşma ve ahitnamelerde miladi takvim kullanılırdı.
Miladi takvim, güneş sistemine dayanır ve Hz. İsa’nın doğumu, başlangıç kabul edilirdi.
MALİ İŞLER İÇİN GELİŞTİRİLEN YENİ DÜZEN
Osmanlı Devleti’nde 1500’lü yıllardan itibaren mali işlerde güneş takvimi kullanılmaya başlansa da 1677 yılında “Rumi takvim” adı ile yeni bir takvim sistemi geliştirildi ve bu yeni düzen “mali takvim” olarak da adlandırıldı.
Rumi takvimin miladi takvimden en temel farkı ise başlangıç tarihlerinin farklı olmasıydı. Osmanlı’da yılı hicri olan ancak güneş esasına dayanan bir sisteme ihtiyaç vardı. Rumi takvim bu ihtiyacı karşılama noktasında gerekli görülmüştü.
Dünya’nın Güneş etrafındaki dönüşünü temel alan Rumi takvime göre bir yıl, Nevruz’u başlangıç kabul ederek 365 gün olarak hesaplanıyor; böylece mevsimlerin hep aynı aylara gelmesi sağlanmış oluyordu. Bu sistem mali işlerin hesaplanmasında kolaylık sunuyordu.
HİCRİ VE RUMİ TAKVİM BİR ARADA KULLANILDI
Osmanlı maliyesinde uzun yıllar hem hicri hem de Rumi takvim bir arada kullanıldı. Rumi takvim, hazinenin gelirlerini toplamaya, hicri takvim ise harcamalara uygun görülüyordu.
Bu iki takvim arasında bir yıldaki zaman farkı ise 11 gündü. Gelir gider ortalaması açısından hazinede bazı farklılıklara sebep olan bu iki farklı takvim uygulaması, bazı olumsuz sonuçlara neden oluyordu.
Hazinenin günlük gelir-gider dengesi meçhul bir hal alıyor, gün farkından ileri gelen bir bütçe açığı büyük bir tehlikeye işaret ediyordu.
SORUNU ÇÖZEN OSMANLI DEFTERDARI
Osmanlı’nın güneş ve ay takvimi şeklinde iki ayrı sistem kullanması sonucu aradaki 11 günlük fark nedeniyle 33. yılda çift ödeme yapılmış oluyor ve bütçe açığı oluşuyordu.
300 yıl boyunca bu uygulama, fetihler ve ele geçirilen ganimetlerle karşılanmış; böylece yükseliş devrinde bu sebepten kaynaklı sorunların üstesinden gelinebilmişti.
Ancak sonraki dönemlerde bu sorun, hazine tarafından telafi edilemez duruma geldi. İki takvim arasındaki fark nedeniyle 32 vergi toplanıyor; fakat 33 maaş ödemesi gerçekleştiriliyordu.
Osmanlı döneminde günümüzdeki anlamıyla “maliye bakanı” olarak görev yapan Defterdar Atıf Mustafa Efendi, sorunun çözümüne “sıvış yılları telhisi” ile ışık tuttu.
SİLİNEN 33. YIL: SIVIŞ YILI
Ona göre takvimlerden kaynaklı farklar, tashihi gerektiren bir husustu. 33. yılda gerçekleştirilmesi gereken hicri takvim esasına göre harcamalar, Rumi takvim esasına göre gelirlerden önce yapılmak durumunda kalıyordu. Bunun sonucunda ise hazine açık veriyordu.
Defterdar Atıf Mustafa Efendi çözümü, Osmanlı maliyesinde hicri ve Rumi yıllar arasındaki eşitliği sağlayabilmek için 33 yılda bir hicri yılın silinmesinde buldu. “Sıvışan yıl” anlamındaki bu yıla da “sıvış yılı” denildi.
Atıf Mustafa Efendi, yeni bir ödeme usulü geliştirerek sorunları çözmeyi amaçlamış; mali ve siyasi problemleri ortadan kaldırmayı hedeflemişti.
UYGULAMA İLERLEYEN YILLARDA DA DEVAM ETTİ
Osmanlı maliyesini uzun süre uğraştıran bir meselenin çözümü olarak Atıf Mustafa Efendi’nin sıvış yılı telhisi, ilerleyen yıllarda da uygulanmaya devam etti.
Güneş takvimini esas alan Rumi takvimin kabulü ise Tanzimat döneminde resmileşti.
13 Mart 1840 miladi tarihi itibariyle 1 Mart 1256 günü, “Rumi takvimin yılbaşı” kabul edildi. Bu tarihin ardından Osmanlı’da çift takvim uygulanmaya başlandı.
YAŞANAN BUHRANLARIN SIVIŞ YILI İLE İLGİSİ VAR MI?
Sıvış yılı, kimi tarihçilere göre bazı olaylarda doğrudan etkili oldu. Osmanlı iktisat tarihi alanında çalışmalarıyla tanınan tarihçi Prof. Dr. Halil Sahillioğlu, “Sıvış Yılı Buhranları” adlı çalışmasında sıvış yılı ile ilişkilendirilebilecek birtakım olaylara değinir.
Sahillioğlu, sıvış yılı olan 33. yılın bazı buhranlara sebep olabileceği konusuna dikkat çeker.
Osmanlı tarihinde sıvış yılının birtakım buhranlara sebep olduğuna değinen Sahillioğlu, çalışmasında bu durumu nakdi ekonominin ağır bastığı tarih ile ilişkilendirmişti.
Ancak bu konuda ortaya çıkan sorunların, politik, ekonomik ve sosyal nedenler göz ardı edilerek sıvış yılı ile ilişkilendirilmesi doğru görülmemiştir. Bütçe hesaplamalarında hazine kaybı olan durumlar, sıvış yılı ile ilintili sayılmışsa da bu konuda genelleme yapmak mümkün değildir.