'Marks ile Nursi arasında fark yok'

Cemil Meriç, Başbakan Erdoğan'ın en çok istifade ettiği düşünürlerden biri. Cemil Meriç bir yönü sosyalist bir düşünürdü. Onun en çok istifade ettiği isim ise...

ABONE OL
GİRİŞ 23.06.2008 07:33 GÜNCELLEME 23.06.2008 07:33 KÜLTÜR
'Marks ile Nursi arasında fark yok'

Soner YALÇIN'ın yazısı

Milli Eğitim Bakanlığı, Cemil Meriç’in adını okullara veriyor. AKP belediyeleri adına kültür mer-kezleri açıyor. Tüm bu güzel icraatlar gerçekleştirilirken bir gerçek sanki unutturulmak isteniyor: Cemil Meriç sosyalistti! Düşüncesi solda, duyguları sağda olan bir düşün adamının sıradışı yaşamı.

YIL 1954.

Bir bahar akşamı.

Cemil Meriç, eşi Fevziye Hanım’la birlikte, akrabası Ahmet Çipe’nin konuğuydu. Sohbetler yapıldı, yemekler yendi, çaylar içildi. Gece yarısına doğru izin isteyip kalktı.

Cemil Meriç’in gözlerinin 12.5 miyopisi ve kuvvetli hipermetropisi vardı. Merdivenlerden inerken son eşiği göremeyen Cemil Meriç düştü. Bir şeyi yoktu. Ev sahibiyle vedalaşıp sokağa çıktılar.

Yolda yürürken Cemil Meriç, eşinin kulağına yaklaşıp şöyle söyledi: "Fevziye, elektrikler mi kesik, hiç bir şey göremiyorum."

Cemil Meriç 38 yaşındaydı ve gözleri artık hiç göremeyecekti.

"Görmek, yaşamaktır. Vuslattır görmek. Her bakış dış dünyaya atılan bir kementtir. Bir kucaklayıştır, bir busedir her bakış..."

Fransız mandası altında

Tarih 12 Aralık 1916.

Yer Reyhanlı-Hatay.

Mahkeme Reisi Mahmut Niyazi ile Zeynep Ziynet’in üçüncü bebekleri dünyaya geldi: Hüseyin Cemil.

Ailesi aslen Meriç Nehri’nin hemen öteki yakasındaki Dimetokalıydı. Balkan Savaşı’ndan sonra Hatay’a yerleşmişlerdi. Savaş, Reyhanlı’da da aileyi rahat bırakmadı. Fransız mandası altında bir yaşam sürdüler. Fransız kültürüne dayalı bir ilk-orta öğrenimi gördü.

Babasının her akşam çocuklarına kitap okuması yaşamının amacı oldu. Hep okudu. Lise yıllarında ilk makalesi, Yenigün Gazetesi’nde yayımlandı; yıl 1933’tü.

Hatay’ın anavatana katılması mücadelesinin verildiği dönemde hızlı bir Türkçü oldu. Milliyetçilik, bazı öğretmenleriyle arasını açtı.

1934’te soyadı kanunu çıkınca, ideolojik kimliğine uygun bir soyadı seçti: Cemil Şaman!

Öğretmenleriyle kavgası sonucu liseden mezun edilmeyeceğini anlayıp İstanbul’a gitti; Pertevniyal Lisesi’ne kayıt yaptırdı.

Aynı yıllar sosyalizme de merak saldı. Önce F. Engels’in "Anti-Duhring"ini okudu. Ardından K. Marx’ın "Kapital"inin ilk cildini bulup anlamaya çalıştı.

İstanbul’da sosyalist çevrelerle tanıştı. J. Stalin’in "Pratik ve Teorik" kitabını Fransızcadan çevirdi.

Tanıştığı Názım Hikmet’in kendisine, heyecanlarını bırakıp hayata iyi hazırlanmasını tavsiye etmesiyle hayal kırıklığına uğradı. Tekrar Hatay’a döndü. Köy öğretmenliği ve devlet memurluğu yaptı.

1939 yılında, Hatay’da sosyalist bir devlet kurma iddiasıyla tutuklandı.

İdamla yargılandı. Mahkemede Marksist olduğunu saklamaması herkesi hayretler içinde bıraktı. 3.5 aylık yargılama sonucunda beraat etti. Cezaevinden çıktığında bir gerçekle yüzleşti; tüm dostları selamı sabahı kesti.

Bu duruma çok içerledi; dostlarının inadına soyadını değiştirdi: Cemil Yılmaz!

Ve tekrar İstanbul’un yolunu tuttu.

Yabancı Diller Okulu’na bursla yazıldı. Okulda solcu arkadaşlarıyla birlikteydi hep. Elit, Nisvaz gibi dönemin sanatçılarının gittiği kahvelere devam etti. "İnsan" dergisine edebiyattaki ilk aşkı Balzac ile ilgili makale yazdı; kitaplarını tercüme etti.

İlk aşkı bir fahişeydi

İlk aşkı Lübnanlı bir fahişeydi; Linda.

İkinci büyük aşkını İstanbul’da buldu; sınıf arkadaşı Reyagan. Karşılık bulamadı. Arkadaşı Kerim Sadi’nin önerisiyle coğrafya öğretmeni Fevziye Menteşoğlu’yla tanıştı. "İçki içtim, fahişelerle düşüp kalktım, hapse girdim çıktım; bunları bilerek benimle evlenir misin?" 19 Mart 1942’de evlendiler.

Fevziye Hanım’ın hali vakti yerindeydi; pansiyoner olmaktan kurtuldu; yeni bir hayata başladı.

O artık Cemil Meriç’ti...

II. Dünya Savaşı yılları...

Cemil-Fevziye Meriç çifti Elazığ’a tayin oldu.

Gözlerindeki bozukluk nedeniyle askerlikten muaf tutuldu.

Yazmayı Elazığ’da da sürdürdü. "Yurt ve Dünya", "Yücel", "Amaç" gibi dergilere tercümeler, edebi değerlendirmeler yaptı.

İlk iki çocukları Elazığ’da dünyaya geldi, ancak yaşamadılar. Fevziye Hanım yine hamileydi; İstanbul’a tayin istedi. Gerçekleşmeyince istifa etti.

Aynı günlerde üç "doğum" meydana geldi: 1 Nisan 1945’te oğlu Mahmut Ali ve Balzac’tan iki çeviri kitap; "Otuzundaki Kadın" ve "Onüçlerin Romanı" doğdu.

Bir yıl sonra kızı Ümit dünyaya geldi. Aynı yıl Balzac’tan "Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti"nin tercümesini bitirdi. Sadece tercümeler yapmadı; "Yirminci Asır" dergisine makaleler yazdı. Gözlerindeki rahatsızlığa inat, ne bulursa okudu; okuma notlarından dosyama-fişleme yaptı.

Öğretmenliğe geri döndü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne Fransızca okutman ve Işık Lisesi’ne Fransızca öğretmen oldu. Çocukları da hemen yanıbaşındaki Şişli Terakki’de okuyordu. Mutluluğu uzun sürmedi.

1954 yılında gözlerini kaybetti. Aynı yıl yaz ayları boyunca Cerrahpaşa Hastanesi’nde yattı. Başarısız ameliyatlar geçirdi. Bir gözünde retina tabakası çatlamıştı. Diğerine ise katarakt inmişti. Paris’te Quinze-Vingts Hastanesi’nde de ameliyatlar oldu. Sonuç olumsuzdu.

7 Temmuz 1955’te Yeşilköy Havaalanı’na indiğinde biliyordu ki, kendini yeni bir hayat bekliyordu.

’Marx ile Said-i Nursi arasında fark yoktur’

CEMİL Meriç artık göremeyeceğini biliyordu. Bu karanlık hayatı sürdüreceğinden emin değildi. İntiharı düşündü.

Ve bir gün...

Eşi Fevziye, çocukları Mahmut Ali ve Ümit ile birlikte Üsküdar’a hava almaya çıktılar. Cemil Meriç eşine, Yeni Valide Camii’nin avlusuna girmek istediğini söyledi. Fevziye Hanım çocuklarına, "Siz oynayın biraz" dedi ve eşini caminin avlusuna götürdü. Avluda eşi kolunda aşağı yukarı gidip gelen Cemil Meriç hıçkırıklarını tutamadı ve sarsıla sarsıla ağladı.

Bu dramatik olaydan sonra Üsküdar’daki Fethi Paşa Korusu’ndaki evlerinde yeni hayat başladı. Fevziye Hanım okudu, Cemil Meriç çevirisini söyledi. İlk çevirdikleri Victor Hugo’nun "Hernani"si oldu.

Okuma görevini bazen öğrencileri, bazen çocukları yaptı. Öğrencileri arasında Server Tanilli ve Yaşar Nuri Öztürk gibi isimler vardı.

Solun sağa hediyesi

1960’lı yıllarda Cemil Meriç, Hind edebiyatına merak saldı; bu onun Doğu’yu keşfetmesini sağladı. Aynı yıllarda Antakya’da İngilizce öğretmenliği yapan Lamia Çataloğlu’yla aralarında mektupla başlayan platonik bir aşk doğdu.

Sadece mektup yazmadı kuşkusuz. "Dönem", "Çağrı", "Hisar" adlı dergilere de makaleler yazdı. 1967 yılında, "Saint-Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist" adlı kitabını çıkardı. Bunu, "Sosyalizm ve Sosyoloji Tarihinde Pierre Joseph Proudhon" adlı eseri takip etti.

Ne yazık ki bu kitapları Türkiye solu tartışmadı bile; yok saydı.

Görülmemek, fark edilmemek Cemil Meriç’i kırdı, öfkelendirdi. Sadece birkaç yakın dostu vardı solcu. Bunlardan biri de 1971’de Nurhak Dağları’ndan öldürülen Sinan Cemgil’in anne-babası; Nazife-Adnan Cemgil’di.

Adnan Cemgil, yeni kurulan Türkiye İşçi Partisi’ne katılmasını teklif etti.

"Girmem, çünkü benim yerim kütüphane. Ben ışık arayan, aydınlanmak, aydınlatmak isteyen bir insanım. Politikanın kurtarıcılığına inanmıyorum."

Yaşadığı toprakların kültürüne sahip çıkan, Batı’nın tabularını yıkmayı uğraş edinen Cemil Meriç’i solun efendileri kabul etmedi ve onu, "altın tepsi" içinde sağcılara sundular. Güya, "Pınar", "Köprü", "Gerçek" gibi sağcı dergilerde yazmasına muhaliftiler! Asıl kızdıkları, Türk aydınına yönelik halktan koptuğu tespitleriydi.

Sağa gitmeye mecbur edildi Cemil Meriç: "Sol diyalogdan kaçıyor, küskün: (Sağcı) Ötüken’ın bastığı kitap okunmazmış. Peki, siz basın. Cevap yok. Bu çemberi kırmak mümkün değil. Sol, sağın gösterdiği dostluğu göstermiyor. İhanet etmişiz, Neye ve kime?"

Sağ basın Cemil Meriç’e çok ilgi/hürmet gösterdi. Fakat gazetecilik refleksiyle Cemil Meriç’e sürekli sosyalizmden döndüğünü söyletmeye çalıştı. Hep direndi. "Sosyalizmi; içtimai haksızlıkların sona ermesi, liyakatin yerini bulması, acı çekenlerin gözyaşlarını dindirmek suretinde anlarsak sosyalistim."

1970’li yıllarda çıkardığı, "Bu Ülke", "Ümrandan Uygarlığa", "Mağaradakiler", "Bir Dünyanın Eşiğinde" adlı kitaplarını genellikle sağcı gençler okudu. Milli Kültür Vakfı’nın ödüllerini kazandı.

Hep sosyalist kaldı

Buna rağmen, "sosyalizm" kelimesinden korkanları yobaz olarak niteledi: "Yobazlık kelimelerden korkmaktır. Sosyalizm, insanın insanı istismar etmemesi, emeğin değerlendirilmesi, emeğin eserine göre mükáfatlandırılmasıdır. Elbette kendimize has sosyalizm olacak. Milli hasletlerimizle çelişmeyen bir düzen. En kötü şey riyakárlıktır. Sosyalizm ıstırabın çığlığıdır."

Cemil Meriç
sağa "kendi Marx"ını öğretmek istedi hep:

"Marx, vatan-millet realitesini inkár etmez; ’İşçi sınıfının vatanı yoktur’ der sadece. Nasıl sermaye milletlerarası ise emek de milletlerarasıdır der.

Marx, ’Din afyondur’ derken Katolik kilisesini kasteder. Hakikaten Katolik kilisesi tam bir afyondur.

Burjuvazi akılla kiliseyi devirdi. Fakat sonra karşısına işçi sınıfı çıkınca hemen müdafaaya geçip dine sarıldı ve orta çağ karanlığına döndü

Ve ister istemez milli komünizm doğacaktır."

Kitaplarını, makalelerini kim yayımlayacaksa, ayrım gözetmeksizin, sağ-sol demeden onlara verdi. Çünkü o kimseye göre yazmamıştı; bu nedenledir ki, Komünizmle Mücadele Derneği’nin dergisinde Názım Hikmet’e övgüler düzmekten geri durmadı. Yaşamı boyunca Kemal Tahir’le, Attila İlhan’la düşünce yoldaşlığı yaptı. Bülent Ecevit’e okuması için Marx’ın "Kapital"ini gönderdi.

İslam’da şeyh yoktur

Tarikatlar-cemaatler de Cemil Meriç’in ilgi alanıydı:

"Said-i Nursi’nin bir hutbesi var, çok enteresan: Yanlış anlaşılır diye korkuyorum. Adam sosyalizme açık. Nurcular ve sosyalistler birbirini tanımalıdırlar. Türkiye’nin kurtuluşu buna bağlı. Ben şimdi bunu yapmaya çalışıyorum. Fakat bu fert işi değil. Nurcular sosyalistleri, sosyalistler de Nurcuları okumuyor. Zaten sağ kendi dışında hiçbir şey okumuyor; çok garip bir hál bu."

(Ara not: Yeni Asyacı Mehmet Kutlular ile Aydınlıkçı Doğu Perinçek ittifak yapabilir mi? Gerçi sol liberallerle Fethullah Gülen cemaati birleşti bile!)

Cemil Meriç’e göre, insan olarak hataları olmakla birlikte, Marx ile Said-i Nursi arasında hiçbir fark yoktu.

"Nurculuk bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı imanın, Batı’ya karşı Doğu’nun isyanı. Her risale bir çığlık. Said-i Nursi bir kavga adamı."

Ancak diğer yandan, "Mutlak hakikati hiç kimse bütünüyle kucaklayamaz" diyen Cemil Meriç, "Said-i Nursi 1930’larda haklıydı ama artık günümüzde değil" diyecek kadar da gerçekçiydi. Said-i Nursi’ye "şeyh" diyenlere de kızgındı: "Hazreti Peygamber bu alim, bu arif diye ayrım yapmış mı? Şeyhlik var mı İslam’da?"

Nurettin Topçu ve Hareket Dergisi gibi onun da baş davası ahlaktı.

Psikolojisi çok bozuldu

Cemil Meriç 1980’li yıllarda da yazmaya devam etti: "Kırk Ambar", "Bir Facianın Hikáyesi", "Işık Doğudan Gelir" vs.

12 Eylül 1980 askeri darbesiyle fikri bunalım yaşayan milliyetçi-muhafazakár çevreler, Cemil Meriç’in yıldızını çok parlattı. Kitapları elden ele dolaştı.

Bu çevrelere göre, Batı kültüründen arınıp Müslüman-Türk özüne geri dönüş yapan kazanılmış bir aydındı o! Kimse sosyalist kimliği hatırlamak istemiyordu!

1983 yılında eşi Fevziye Hanım’ı kaybetti. Bir yıl sonra beyin kanaması geçirdi ve sol tarafına felç geldi. Bu zor günlerinde platonik aşkı Lamia Çataloğlu, haftada iki kez koltuğunun altındaki Cumhuriyet Gazetesi’yle gelip Cemil Meriç’e sevdiği bulgurlu yemekleri yaptı.

Ancak gün geçtikçe psikolojisi bozuldu; kimsenin anlayamadığı sözcükler söylüyordu. Bazen "Allah Allah Allah" ya da "Muhammed sevgilim" diye bağırdığı oluyordu. Ruh sağlığı bozulmuştu. Nörolojik bir tedavi uygulamasına geçildi. Çare olmadı. 13 Haziran 1987 günü gece yarısı vefat etti. Karacaahmet’te eşi Fevziye Hanım’ın yanına defnedildi.

Cemil Meriç hakkında çok çeşitli ve birbiriyle zıt tanımlamalar yapılsa da, her çevrenin üzerinde hemfikir olacağı bir gerçek vardı:

O, bu ülkenin vicdanıydı...

Ve sanıyorum Türk solunun Cemil Meriç’e bir özür borcu vardır.

Hürriyet