'Karanlık çökerken neredeydiniz?'

Mario Levi, Türk Edebiyatı'nın önemli taşlarından biri. Haldun Taner Öykü ve Yunus Nadi Roman ödüllerinin de sahibi olan yazar aynı zamanda İstanbul aşığı. Levi 'Karanlılar Çökerken Neredeydiniz'i anlattı.

ABONE OL
GİRİŞ 13.01.2010 12:55 GÜNCELLEME 13.01.2010 12:55 KÜLTÜR
'Karanlık çökerken neredeydiniz?'

Röportaj: Pınar Yıldız

Bu hafta on5yirmi5’in konuğu Mario Levi. Onunla konuşmak akan bir ırmağın sesini dinlemek gibi. Hem huzur veriyor hem de yeni şeyler duymanın heyecanını barındırıyor. Bu yüzden ders verdiği üniversitede öğrenciler Mario Levi’den ders almak için birbirleriyle yarışırlar.

Çünkü hayata ve yazamaya dair öğrenilecek herşey onun sesiyle birleştiğinde eşsiz bir enstrümandan çıkar gibi yayılır sınıfa. Üstelik sadece edebiyat bölümünden değildir öğrencileri. Hukuk, işletme, tıp hatta mühendislik öğrencileri de onu dinleyenler arasındadır.
Ders anlatırken öğretmenler masasını kullanmaz mesela. Her zaman ayaktadır. Sıralar arasında gezinir. Gözler ve kulaklar heyecanını yitirmeden onu takip eder.

Üniversite yıllarımda onu dinleyenler arasında ben de bulunmuştum ve ona dair içimden geçirdiğim şey hep şöyle olurdu:  "Evet Mario Levi anlatmak için yaratılmış, yazarak ya da konuşarak farketmez, o hep ‘anlat’malı”.

İstanbul’u anlatmalı mesela. Hatta en çok İstanbul’u anlatmalı.

Sonra Necmi, Şebnem, Niso, Yorgo ve Şeli’yi anlatmalı. Dostluğu, dost olmayı ve tabi ki AŞK'ı anlatmalı…

Mario Levi’
yle son romanı "Karanlılar Çökerken Neredeydiniz"den dostluğa, romancılıktan gençliğin teknoloji tutkusuna kadar pek çok şeyi konuştuk. Lafı fazla uzatmadan sizi Mario Levi’nin sorularımıza verdiği samimi cevaplarla başbaşa bırakıyoruz. 


 

Mario Levi son kitabı “Karanlık Çökerken Neredeydiniz “de altı dostun hikâyesini anlatıyor. Mario Levi bu kahramanları nasıl yarattı? Kendinden bir şeyler kattı mı? Bunlardan biri ya da altısında da Mario Levi’den bir iz var, diyebilir miyiz?

Hiçbir hikâye ya da kahraman yoktan yaratılmaz, gün ışığına çıkmaz. Altı dostun sadece ikisinin gerçek hayatımda karşılıkları var. Biri bu kahramanlardan birinin izni ve yardımıyla yazıldı üstelik.

Ancak hayalimde kurgulanmış gibi görünen öteki kahramanların da şurdan burdan tanıdıklarımdan devşirilmiş özellikleri olduğunu söyleyebilirim. Kimilerinin farkındaydım, nerelerden bana geçtiğini biliyordum yazarken, kimilerinin de çok büyük bir olasılıkla farkında olmadım.

Söylediklerim yazma sürecinin önemli bir yüzünü de ortaya koyuyor. Bir hikâyenin yazılması yıllarınızı alabilir. Daha da doğrusu bir hikâye kendisini yavaş yavaş izinizde bir yolculuk yaparak kendisini size yazdırtır.

İzak’ta benden izler vardır. İsterseniz şöyle diyelim. Bana bir zamanlar önerilen ve dayatılan hayatı seçseydim, kendi küçük devrimlerimi yapmayı göze almasaydım İzak gibi olacaktım.

Ona bu nedenle şefkatle yaklaştım. Onun için gizliden gizliye üzülerek, acı çekerek... Kader onun yazarı olmamı gerektiriyordu... Yine de yaşadıklarıyla yaşadıklarım arasında çok büyük farklılıklar olduğunu söylemem gerekiyor. Aksi halde bir roman kahramanı olamazdı...

“Karanlık Çökerken Neredeydiniz” Soru cümlesiyle oluşturulmuş bir kitap başlığı. Bu soru kime yöneltiliyor? Karanlık neyi temsil ediyor?

Dikkatinizi çekerim, bu bir soru cümlesi değil!.. Kitabın başlığında soru işareti yok!.. Bu bir tercihti. Üstelik sadece grafik bir tercih de değil!..

(Editör bir kitap başlığında soru işaretinin bulunmamasının daha doğru olduğunu söylemişti) Bu daha çok bir sitem ifadesi...

 Karanlık ilk elde 12 Eylül askeri darbesinin ardından gelen korkunç karanlık. Bu karanlıkta daha iyi bir ülke özlemi adına canını bile ortaya koymaktan çekinmemiş bir kuşak mahvedildi.

Bugün yaşları elliyi aşmış bu gençlerin çok büyük bir kısmı hayata yeterince tutunamamanın acısını çekiyor. Dahası yaşanmış birçok acı hâlâ anlatılmayı bekliyor.

Yara o kadar derin ki ve onca yıla rağmen bir türlü kabuk bağlayamıyor ki... Bu karanlık dönemle ilgili suskunlukları duyurmak istedim. Ancak bu kadarıyla kalmıyor.

Bir dönemin siyasi yüzü değildi sadece anlatmak istediğim, görebildiğim tüm yüzleriydi. Değerlerin, mekânların, bazı umutların nasıl yitirildiğini anlatmak o kadar da kolay değil.

 Sitem herkese. Bildiğim, göremediğim herkese... Dahası kendime de... Karanlık çökerken ne yapıyorduk? Bu soru beni şimdi başka hikâyelere de çağırıyor...

Diğer romanlarında aşk öğesi daha öndeydi. “Lunapark Kapandı”ya bir aşk romanı diyebiliriz. Bu ise bir dostluk romanı. Aşkın bu kadar gündemde olduğu birbiri ardına tasavvufla yoğrulmuş aşk temalı kitaplar çıkarken siz neden dostluk üzerinde durdunuz?

Akıntıya kürek çekmek istediğim için...

Peki Mario Levi nasıl bir dosttur?

Bilmiyorum... Sorunun yanıtını benimle bir arkadaşlık ilişkisine girenlerin vermesi daha iyi olur.

Bugüne dek birçok insanın acısını elimden geldiğince paylaşmaya çalıştım.

Gücümün ve yeteneklerimin elverdiği ölçüde... Birçok insanı kırmamaya özen gösterdim.

Hiç kimseye fiziksel bir şiddet uygulamadım. Buna karşın bencil bir insan olduğumu söyleyen de çok olmuştur.

Belki de öyledir gerçekten. Öyleyse de farkında olmadan kendimi savunmak için böyle bir tercihi yapmışımdır kuşkusuz. Dostluğu bu nedenle bile yazmak istemiş olabilirim.

Yayımlanma tarihleri açısından, kitaplarınız arasında epeyce zaman var, neden bu kadar ara veriyorsunuz yazmaya? Günümüzde neredeyse her yıl bir roman çıkaran yazarlar varken… Çok kitap yazmış olmak sizin için önemli midir?

Sadece yazı yazan bir insan değilim. Hayatım süresince yazmanın dışında işler yaptım. Kendimi bir yazar olarak özgürleştirebilmek için... İstediklerimi yazabilmek için...

Üniversitede hocalık yapıyorum, yazı atölyelerim var, radyo programları hazırlıyorum, dergilere yazılar yazıyorum... Yaptıklarım da beni, bir kitabı kaleme alırken, ne yazsam da satsa, kaygısından kurtarıyor.

Özgürleşmekten kastım bu. Böyle olunca da yazdıklarınızda daha seçici olabiliyorsunuz. Çok roman, kitap yazmak gibi bir kaygım yok. Her yazdığıma inanmaya devam edeyim, yeter...

İstanbul’un sizin hayatınızda ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu okurlarınız bilir! Hemen her kitabınızda İstanbul’dan bir parça vardır. Çoğunda asıl mekândır. Peki Mario Levi’nin İstanbul’u nedir, nasıldır?

Sorunun asıl yanıtları kitaplarımda gizlidir, hikâyelerimde ve bu hikâyelerin kahramanlarında hayat bulur... Ancak mutlaka bir yanıt istiyorsanız şunu söyleyebilirim:

İstanbul bitmeyecek hikâyeleri barındıran, kendinde gizleyen, çok dilli, her anlamda çok dilli ve hüzünlü bir şehirdir.

Hüznüyle yaşamayı seven, hayata bağlanmayı bilen, biraz yorgun, buna karşın hiç beklemediğiniz bir anda, beklemediğiniz bir köşesinde size yeni keşif imkânları sağlayan bir şehir...

Mario Levi kendi çağımız romancılığını nasıl tanımlıyor?

Eğer gerçek edebiyattan söz ediyorsak, romanı da, tüm öteki yazı türlerini de, çağımızın bayağılaşmasına ve sıradanlaşmasına karşı duran, direnen kaleler olarak görüyorum.

Yazmaya bu kadar ilgi duyulması, hâlâ ilgi duyulmasıysa umudumu hepten yitirmeme engel oluyor. Belki de toplu bir intihara adım adım yaklaşırken, giderayak iyi bir şeyler yaptığımıza inanmak istiyoruzdur, kum bilir...

Rakiplerimiz çok... Sinema, televizyon, internet... Öteki hikâye anlatıcıları, hayal tacirleri... Balzac ve Dostoyevski kadar talihli değiliz... Ancak yine de duyguların derinliğini anlatmada hâlâ en büyük derinliklere sahibiz.

Mario Levi
Mario Levi, 1957 yılında dünyaya geldi. 1975’te Saint Michel Lisesi’nden, 1980 yılında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. İlk yazıları “Şalom” gazetesinde yayımlandı. Bu yazılarını daha sonra “Cumhuriyet”, “Stüdyo İmge”, “Milliyet Sanat”, “Gösteri”, “Argos”, “Gergedan”, “Varlık” gibi yayın organlarındaki yazıları izledi.Yayımlanan ilk kitabı “Jacques Brel: Bir Yalnız Adam” (1986) adını taşır. Bu kitap üniversiteyi bitirme tezinin romanlaştırılmış şeklidir. İlk hikâye kitabı “Bir Şehre Gidememek” ise 1990 yılında yayımlanır. Otobiyografik özellikler taşıyan bu kitap, yazarın hem aşkları, hem de çocukluk ve ilk gençlik yıllarıyla hesaplaşması gibidir. Kitap o yılın Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazanır. 1991 yılında yayımlanan ikinci hikâye kitabı “Madam Floridis Dönmeyebilir”de İstanbul’un azınlık çevrelerine ve topluma uyum sağlamakta zorlanan insanlarına yer verir. 1992 yılında “En Güzel Aşk Hikâyemiz” adını taşıyan ilk romanı yayımlanır. Sonra araya uzun bir sessizlik girer. “İstanbul Bir Masaldı” adındaki hacimli romanı 1999 yılında yayımlanır. Bu kitap da yirmili yıllar ile seksenli yıllar arasında İstanbul’da yaşamış bir Yahudi ailesinin hikâyesidir. Şehrin öteki azınlıklarından kahramanlar bu hikâyede de görünür. Mario Levi, yazarlığın yanı sıra, Fransızca öğretmenliği, ithalatçılık, gazetecilik, radyo programcılığı, reklam yazarlığı gibi işler de yapmıştır. Halen Yeditepe Üniversitesi’nde ders vermeye devam etmektedir. Ayrıca yazı atölyelerinde, bu yola gönül vermiş insanlara Yazı Yaratımı dersleri de vermektedir.
2000 Yunus Nadi Roman Ödülü (İstanbul Bir Masaldı)
1990 Haldun Taner Öykü Ödülü (Bir Şehre Gidememek)

Bugüne kadar yazdığınız eserler arasında bir sıralama yapsanız ilk üç sırayı hangi kitaplarınız alırdı?

İstanbul Bir Masaldı, Karanlık Çökerken Neredeydiniz, Bir Şehre Gidememek

Ödül almak bir yazar için neyi ifade eder? Siz de ödüllü bir yazarsınız… Ah şu ödülü de alsaydım dediğiniz oldu mu hiç?

Ödül almak beni heyecanlandırır. Burada en çok önemsediğim ödülü veren seçici kurulun niteliğidir. Haldun Taner Öykü Ödülü çok büyük bir önem taşır benim için bu nedenle.

Layık görülmek istediğim başka ödüller de var elbet. Ne var ki bunları söylemeyi doğru bulmuyorum. Ancak en büyük ödül ne biliyor musunuz?

Hiç tanımadığınız bir insanın günün birinde size bir kitabınızı yıllar boyunca nasıl bir başucu kitabı olarak gördüğünü söylemesi...

Bu duygunun bir eşi yok... İşte o zaman bir insanda nasıl yaşadığınızı ve hiç ölmeyeceğinizi görüyorsunuz. Sadece bu duyguyu yaşamak için bile yazmaya değer. Sadece bu duyguyu hep yaşayabileceğiniz hayali bile size yeni hikâyeler buldurur...

Siz aynı zamanda bir reklamcısınız. Edebiyatta reklama nasıl bakıyorsunuz? Yani tabiri caizse, günümüzde reklamı sağlam yapılan yazarlar ve kitaplar var, buna bakışınız nasıl, onaylıyor musunuz?

Bu konuda söylediklerim birçok kez yanlış anlaşıldı. Savunduğum şu: sonuçta kitap da tüm ürünler gibi bir üründür. Dolayısıyla da reklamı yapılabiliyor olmalıdır. Yeter ki bu reklam doğru bir reklam olsun, ürüne yakışır bir reklam olsun. İyi reklamı kötü reklamdan ayıran da budur.

Reklamın iyisi de vardır çünkü, kötüsü de... İşte tam da bu nedenle günümüzde yapılan bazı kitap reklamlarıyla çeşitli pazarlama numaraları kelimenin tam anlamıyla midemi bulandırıyor.

 Ünlü olabilirsiniz, herkes sizden söz edebilir... Ancak kendinizi bu ışıltının tutsağı ederseniz yazının ruhundan uzaklaşırsınız... Reklamın yazara kurabileceği bu akıl çelici, cezbedici tuzağı görmezlikten gelmemek gerekiyor.

Artık pek çok genç zamanının çoğunu teknolojinin var ettiği sanal dünyalarda geçiriyor. Siz de bu durumu tehlikeli görenlerden misiniz? Gençlik için endişeleriniz var mı?

Bu durumu tehlikeli görenlerdenim elbet. Çünkü teknolojinin, mesafeleri kısaltır, hatta nerdeyse yok ederken, insanları eskisinden de çok yalnızlaştırdığına inanıyorum.

Peki, Mario Levi’nin teknolojiyle arası nasıldır? İnterneti ne sıklıkla kullanır mesela? Sosyal ağlarda zaman geçirir mi?

Yazarın teknojiyle arası asgari düzeydedir efendim!.. Hatta kendisi teknolojiden pek anlamadığını söylemekten gurur bile duymaktadır için için... Yine de interneti hem yazışmaları, hem de arada sırada bilgi edinmek için kullanmaktadır. İnternette büyük bir bilgi kirliliği olduğunu bildiği, dahası internetin aslında bir bilgi çöplüğü olduğunu iddia ettiği halde...

Edebiyata gönül vermiş gençler sizden gelecek tavsiyeleri sabırsızlıkla bekliyor. Buradan onlara neler söylemek istersiniz?

Eğer edebiyat adına bir yola çıkmışsanız, yazdıklarınızın günü geldiğinde birilerine ulaşabileceğinin hayalini kuruyorsanız mutlaka sabırlı olmanız gerekiyor. Yazıyı keşfederken, kendinizi de keşfedeceksiniz. Bu süreç, çok sancılı ve mücadele isteyen bir süreç. Ancak gerçek ödüller de ancak gerçek bedellerden geçiyor...

Mario Levi’ye teşekkürler…

 

KAYNAK : on5yirmi5.com