Osmanlı'da iftar yemekleri sahura kadar sürerdi
Prof.Dr.İskender Pala, payitahtta yapılan ramazan hazırlıklarını anlattı. O zamanki iftarlarla günümüz iftarlarını da kıyaslayan Pala'nın anlattıkları kayda değer cinsten...
ABONE OLŞimdiki iftar yemeklerini eleştiren Pala, İstanbul şehrinin iftardan sahura kadar dayanışma içerisinde ayakta olduğunu belirtti.
Osmanlı İmparatorluğu’nda ramazan ayı üzerine görüşlerini açıklayan Prof.Dr.İskender Pala, ramazanın Osmanlı İstanbul'una getirdiklerini anlattı. Ramazan ayına özel çalışma saatlerinden, gezme saatlerine kadar düzenlemelerin olduğunu belirten Pala, ramazan ayında Ayasofya’da 100 bin kişinin bir arada teravih namazı kıldığını ifade etti.
Ramazan gelmeden hazırlıkları başlardı
Ramazan sadece bir zaman dilimi olmaktan öte bir kavramdır.Yılın belirli günlerinde oruç tutmaktan çok daha öte anlamları vardır. Özellikle Türk coğrafyasında Osmanlılar döneminden itibaren zenginleştirilen pek çok yönden ayrıştırılan ve özelliği insanlara hissettirilen kavram olarak algılanmıştır.
Ramazan daha gelmeden önce toplumsal bir takım hazırlıklar başlar. Bu hazırlıkların en önemlilerin birisi ticari hayatı dengeleyecek olan narh cetvelleri hazırlanırdı.Hangi malın ne kadara satılacağını bildiren cetveller hazırlanırdı.
Normal zamanda mesai sabah ezanından sonra akşama kadar sürerken,ramazanda öğle ile ikindi arasına sıkıştırılırdı ve işler de aksamazdı. 11 ay boyunca işlerinizi düzenli bir şekilde yürütmüşseniz resmi dairelerinizde 12. ayda da günde iki üç saat dört saat çalışarak işlerinizi halledebilirdiniz.
Gece de öğüten bir şehir
Elektriğin olmadığı aydınlatmanın gaz lambası ya da kandillerle yapıldığı bir çağdan bahsediyoruz.Ramazan gecenin gündüz yapılması demektir. O dönemde ramazan geldiğinde mevsimine göre ramazan geceleri uyanık geçirilirdi. İstanbul sahurdan sonra uyunup öğlen namazına kadar horlayan bir şehir hüviyetine girerdi. Gece de yiyen tüketen öğüten bir şehir. Tabii sadece yemek anlamında değil.Sokaklara dökülen sokaklarda eğlenceler yapan, insanların teravih namazlarını tekbirlerle kıldığı teravih namazının ibadet olmaktan öte toplumsal anlam kazandığı bir dönemdir.Akşam namazından sonra büyük selatin camilerinde veya Ayasofya’da teravih kılınır.
Şimdiki ihtişam sadece iftar sofralarında
Ayasofya’daki teravih fevkalade ihtişamlı ve görkemli kılınırdı. İstanbul’un nüfusunun 800 bin 900 bin olduğu dönemlerden bahsediyoruz. Namaz kılması farz olan insanların hemen hemen beşte biri Ayasofya’da buluşması demektir. Sultanahmet meydanında satıcılar,sohbet erbapları,tekke ve tarikatlar herkesin kendine göre dini ibadetlerini yerine getirebileceği bir ortam. İstanbul’da ramazan şimdikinden daha ihtişamlı bir halde gelir ve giderdi. Şimdiki ihtişam sadece iftar sofralarına yansımıştır.İnsanların gönüllerine hitap edecek boyutta şehirde ramazan hissedilirken, şimdi hangi iftar sofrasında neler var ve hangi iftar sofrasında kaç semazen döndü onların ifadesiyle. Artık semazen dönüyor,semahın dini tarafından ziyade. Bu yüzden bugünün iftarları eleştirilmeyi hakeden iftarlardır.
Zengin kimse mahallesini doyururdu
Abdülaziz döneminde Dürrizade vardır. Dürrizade konağında iftarlar veren bir kişidir.Şeyhülislam Dürrizade’ye ‘saraya yakın bir yere taşınsanızda biz sizin mutfaktan daha fazla istifade etsek.’der Dürrizade’de cevap olarak ‘haşmet babım kusura bakmayın ben saraya taşınamam, şu anda benim bulunduğum muhitte o mahallede bulunan insanların tamamı bizim mutfaktan geçiniyor. ben orayı terk edir gelirsem onlar aç kalır.’ Bu çok anlamlı bir şeydir.
İftar yemekleri sahura kadar sürerdi
Ramazanın dördünden itibaren sarayda iftarlar başlardı. Öncedefterdarlar, şeyhülislamlar, sonra kazaskerler, sonra diğer görevliler derken saray iftarları başlardı. Bir hediyeleşme,yardımlaşma usulü olurdu.İftar sofralarında daima bir diş kirası bulunurdu.İftara gelen insanlara dişiniz çok yoruldu,şunu alında dişinize gelen zararı telafi etmiş olalım diye küçük altın kesecikleri herkesin ihtiyacına göre verilirdi. Eski iftarlar şimdiki gibi masa başında oturalım iki tasavvuf müziği çalınsın ezan okunur,arkasındanda çorbalar tatlılar gelsin dağılalım şeklinde olmazdı. Eski iftarlar ezan okunmadan önce insanların toplanmasıyla başlar,ezan okunduktan sonra önce küçük iftariyelik adını verdiğimiz tatlı yahut zeytin,kaymak,bal yenirdi. Sonra akşam namazı kılınır,namazdan sonra oturulur ve sahura kadar yenirdi. Akşam yemeği ve sahur yemeği hemen hemen aynı yemekti. Sadece bedenen oturulmazdı o sofralara zihin ve gönüllerde doyurulurdu. Sarayda bunun adı huzur dersleri diye geçerdi. Huzur dersleri padişah önünde alimlerin bir konu üzerinde tartışmaları şeklindeydi.