Yavuz Sultan Selim neden Memlüklülere savaş açtı?

Tarihçi yazar Mustafa Armağan, Zaman Pazar'daki köşesinde "Yavuz Sultan Selim neden Memlüklülere savaş açtı?" sorusuna cevap verdi.

ABONE OL
GİRİŞ 12.08.2012 11:52 GÜNCELLEME 12.08.2012 12:18 ORUÇ
Yavuz Sultan Selim neden Memlüklülere savaş açtı?

Yavuz Sultan Selim neden Sünni bir devlet olan Memlüklerin üzerine savaş açıp Müslüman kanı dökülmesine sebep oldu? Bu soru o kadar sık sorulur ki, cevabı sorunun şiddetinden gizlenmiş gibidir. Haklı mı haklı.

Ancak bu soru, gerçekte Osmanlı'nın boş yere Müslüman kanı döktüğünden bahisle ne kadar İslamî bir devlet olduğunu sorgulamaya yönelik bir tuzaktır. Dikkatli olunması gerekir.

İlk olarak 2005 Ocak'ında gündeme getirdiğim Portekiz tarihine ait bir bilginin bu soruya en kesin cevabı oluşturduğu kanaatindeyim. Bazı noktaları tekrarlamak pahasına ama yeni bilgileri de ekleyerek bu çarpıcı projeyi, içinde bulunduğumuz aziz mübarek günlerde yeniden hatırlamanın çok önemli olduğuna inanıyorum.

Gerçekten de Yavuz'un 1516'da Suriye-Mısır seferine çıkmasının arkasında ne yatıyordu?

Düz bakarsanız tarih size sırlarını açmakta cimri davranır. Onun mahremiyetine agâh olabilmek için mutlaka biraz girintili çıkıntılı bakışlara ihtiyacımız vardır. Bu yazıda bir yandan Memlüklere neden sefer açıldığını anlamaya çalışırken, öbür yandan geçmişteki olayların en az bugünküler kadar karmaşık olduğunu göstermeye çalışacağım.

Peki 1516 yılında "Ortadoğu"da neler olup bitiyordu?

Neler olmuyordu ki? Yeni bir aktör girmişti denkleme. Portekiz, Avrupa'nın yeni ileri karakolu olarak Hint Okyanusu'ndadır ve Kızıldeniz'e de usul usul sokulmaktadır.

Devrin kaynakları, 1507 yılının Arap tarihinin en karanlık yılı olduğunda birleşmektedirler. Portekiz gemileri, Kızıldeniz'e selamsız sabahsız girebilmekte, Basra Körfezi'nin ağzında bulunan Hürmüz Adası'nı işgal etmekte ve Yemen'i fethetmek için girişimlerde bulunmaktadır. Memlükler direnmektedir ama ne çare ki, deniz kuvvetleri yetersizdir. Sonunda Osmanlılardan yardım isterler. 1510'da II. Bayezid, 30 gemiye yetecek kadar kereste, demir, silah ve malzeme yollar Kahire'ye. Ancak bu malzemeler daha yoldayken Rodos Şövalyeleri'nin eline geçer. İslam dünyasının kalbine yönelmiş olan Portekiz mızrağını püskürtebilmek için bir yıl sonra daha büyük bir yardım paketinin üzerinde "Gönderen: Osmanlı" yazmaktadır.

Tehlike gerçekten de korkunçtur. Portekiz'in Hint Okyanusu'ndaki kuvvetlerinin başı Albuquerque'in gözü dönmüş, Goa, Malakka gibi kaleleri ele geçirdikten sonra Kızıldeniz'e çevirmiştir gemilerinin burnunu. Hedefi, "Rumî"lerin kökünü kazımaktır. Tabii ancak Rumî'nin Osmanlı levendi anlamına geldiğini biliyorsak bu komutanı neyin korkuttuğunu anlayabiliriz. Anadolu'dan, Kayseri'den, Karaman'dan vs. gönüllü olarak buralara gelen Osmanlı askerleri, Cidde ve Yemen'de Portekiz kuvvetlerine karşı direnişi örgütlüyor, yeni savaş teknik ve taktiklerini yöre halkına öğretiyor, Akdeniz'de kazandıkları tecrübeyi dindaşlarıyla paylaşıyordu. Demek ki, Portekizlilerin Rumilerimizden ödleri kopuyormuş.

Yukarıdaki düşüncelerini ifade ederken "Kızıldeniz'e gidip de bu halkı Rumî denilen yaratıkların var olmadığına inandırmadıkça" der ve devam eder: "Majestelerinin tebası için bu bölgelerde ne güven, ne de barış olabileceğini saygıyla bildiririm."

Albuquerque'in niyeti gerçekten de kötüydü. Müslümanları kutsal topraklardan atmak için sinsice bir plan hazırlamış ve 1 Nisan 1512'de krala yazdığı mektupta niyetini açıkça ilan etmişti. Kızıldeniz ve Basra Körfezi'nde giriş çıkışları kontrol altına almak, Yemen'de Aden'i ele geçirmek, Nil Nehri'nin yanında bir kanal açarak Mısır'ın kuraklıktan kırılmasını sağlamak ve ve en önemlisi de Mekke'yi düşürüp Kâbe'yi yerle bir etmek, dahası, Medine'deki "Hz. Muhammed'in mezarını Hıristiyan topraklarına kaçırmak."

Lakin korktuğu çok geçmeden başına gelecek, Albuquerque'in "yaratık" dediği Rumîler onun hevesini kursağında bırakacaklardır. 1513 yılında büyük ümitlerle ve korkunç planını uygulamak üzere çıktığı seferden eli boş dönecek, geri çekilecektir. Başarmış olsaydı, Allah korusun, Mekke ve Medine dahil İslam'ın kalbi Hıristiyan çizmelerine teslim olmuş olacaktı. Zaten savaş sırasında Cidde dahil harap olmamış liman kalmamış gibiydi Kızıldeniz'de.

Ancak öyle çabuk pes edecek adamlardan değildir komutanımız. 20 Ekim 1514 tarihinde Kral Don Manuel'e yazdığı başka bir mektupta Yemen'deki Aden'in işgalini, 4-5 bin askere ihtiyacı olduğunu söylemekte, bölge hakkında bilgi vermekte ve Cidde'ye yakın Fersah Adası gibi birkaç üsleri bulunduğundan bahisle zamanında hareket edilirse Cidde, Mekke ve Süveyş'in ele geçirilmesinin iyi olacağını savunmaktadır.

Portekizli komutan mektubunda şunları da söyleyecektir:

"400 Portekizli süvarinin Cidde yakınlarına inmek üzere birkaç tafari'ye (tekneye) binmeleri, Cidde'yi ele geçirmeleri, sonra Mekke'ye ilerleyip şehri ve Mukaddes Emanetleri soyup soğana çevirmeleri, nihayet Medine'de Peygamber Muhammed'in mezarının Avrupa'ya kaçırılması ve Kudüs'te Makam-ı Mukaddese'ye karşı rehin olarak Avrupa topraklarında tutulması kolay bir iştir."

Bu korkunç plan bir bakıma Ebrehe'nin Kâbe'yi yıkma projesini andırmaktadır. Ebrehe ticaretin Yemen'e akması için Kâbe'nin yıkılmasını öngörüyordu, Albuquerque ise Mekke'nin yerle bir edilmesinden sonra Efendimiz'in (sas) naaşına dikmiştir gözünü. Onu Müslümanlara karşı bir rehine gibi kullanacaktır.

Kararlıydı Albuquerque. Şah İsmail dahil bölgenin bey ve şahlarıyla bir ittifak kurmaya çalıştı. Memlüklerin elindeki kutsal toprakların ele geçirilmesi en büyük hedefiydi.

Ancak bu çağdaş Ebrehe'nin karşısına bu kez Yavuz çıkacak ve Memlüklerin bölgeyi koruyamayacakları açık hale gelince kuvvetlerini buraya yoğunlaştıracaktı. Albuquerque 16 Aralık 1515'te projesini gerçekleştiremeden öldü.

İşte Yavuz, Memlükler üzerine yapacağı sefere, Mekke-Medine yıkımlarının havalarda uçuştuğu bir ortamda karar verdi. İslam'ın kalbini korumak için sefere çıktı. Nitekim bu seferin niye açıldığını Hasan Can'ın gördüğü bir rüya açıklar bize.

Hangi rüya mı? Yavuz'un rüyasında Hasan Can'ın rüya gördüğünü gördüğü rüya! Ve günaydın!

Osmanlı tarihi bir dünya tarihidir ve sadece iç kaynaklarla açıklanamaz.

Osmanlı tarihi bir maneviyat tarihidir ve sadece maddi sebeplerle de açıklanamaz.

KAYNAK : Zaman