Kılıçdaroğlu neden yalan habere başvuruyor?
CHP ve uzantısı olan medya kuruluşlarının iddiaları, gerçeği yansıtmasa da bu haberler toplumda kısa süreli infiale yol açtı. Yalan haberler ve manipülasyonların arka planını, bu haberlerin toplumda yol açtığı olumsuz etkileri konuştuk.
ABONE OLHaber 7
CHP ve uzantısı olan yayın kuruluşlarının asılsız iddiaları, son dönemde oldukça arttı. Siyasi manipülasyona yol açan bu iddiaların gerçeği yansıtmadığı ortaya çıksa da bu haberler toplumda kısa süreli infiale yol açtı.
Ortaya atılan yalan haberler, hem CHP’nin yürüttüğü siyaset açısından hem de toplum hafızasında oluşturabileceği dezenformasyon açısından tehlikeli görülüyor.
Peki, CHP neden bu yola başvuruyor? Yalan haberler ve manipülasyonların kamuoyundaki etkileri neler?
‘CHP, HÜKÜMETİ KARALAMAK İÇİN HİÇBİR RİSKTEN KAÇINMIYOR’
Konuya ilişkin Haber 7’nin sorularını yanıtlayan GENAR Araştırma Şirketi Başkanı İhsan Aktaş, CHP’nin politika geliştiremediğine dikkat çekerek, hükümeti karalamak adına hiçbir riskten kaçınmadığına işaret etti:
“CHP siyasetin gerçek zemininde yol alamıyor. Bir muhalefet partisi aslında “iktidara alternatif parti”dir. O da şu şekilde olur: Bir muhalefet partisi ekonomi politikalar, sosyal politikalar, uluslararası ilişkilerde politikalar geliştirir. Geliştirdiği bu politikalarla beraber eleştiri yapar ve vatandaştan oy alır.
CHP bu alanların hiçbirisinde yol alamadığı için, politika geliştirme, vatandaşı ikna etme, oy kazanma gibi bir durumu başaramadığı; diğer taraftan yaklaşık 20 yıldır sosyolojik sıkışmışlığını aşamadığı için elinde bir tane şey kalıyor, o da radikal bir şekilde hükümeti karalamak.
Hükümeti karalamak için de hiçbir riskten kaçınmıyor. Yalan olabilir, asılsız haber olabilir, yaptıkları işler Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine zarar verebilir, bu anlamda hiçbir şeyden yüksünmeden hükümetin her yaptığını karalamaya çalışıyorlar.”
Aktaş, CHP’nin Azerbaycan Ermenistan Savaşı ve Katar ile ilgili iddialarına dikkat çekerek yapılan manipülasyona şu sözlerle dikkat çekti:
“İki örnek bence çok önemli. Azerbaycan-Ermenistan Savaşı’nda dış politikadan sorumlu danışmanları, “Türkiye’nin cihatçıları oraya taşıdığına” dair bir iddiada bulundu. İkincisi ise Katar’la ilgili mevzu. Oldukça pespaye, beşinci sınıf bir durum.
Siz bir ülkenin düşmanlarına hasımlık beslerseniz vatanperverlik yaparsınız. Dostlarıyla ülkenizin arasını açmaya çalışırsanız başkalarının hesabına çalışıyorsunuzdur ve kötü niyetlisinizdir. Başka bir açıklaması yok.
Bir cümleyle özetleyecek olursak CHP, siyasetin gerçek zemininde bocaladığı, yol almadığı, çuvalladığı için kendi iftiraları ve hezeyanlarıyla siyaseti manipüle etmeye çalışıyor.”
‘BU YAKLAŞIM, CHP’Yİ İKTİDARDAN UZAK TUTAR’
CHP’nin asılsız iddialarının toplumda oluşturduğu etkiye ilişkin İhsan Aktaş, muhalefet partisini iktidardan uzak tutan tutumun kamuoyu nezdindeki imajı olduğunu şöyle açıkladı:
“Bu asılsız iddiaların etkisine iki türlü bakmak lazım. Birincisi, kendi tabanları açısından bir motivasyon unsuru olabilir. Zaten CHP’nin rasyonel bir parti olarak kamuoyu nezdinde neşvünema bulmamasının sebebi budur. Vatandaşlar, bir parti olgunlaşmadan, rasyonel hale gelmeden onu iktidar yapmazlar.
Bu aslında görünürde CHP’ye fayda getiriyor gibi dursa da aslında bu yaklaşımları CHP’yi iktidardan uzak tutan şeydir. Bu kafayla bir parti iktidar olamaz.
Bir ülkenin vatandaşları gibi değil; bu ülkenin kötülüğünü isteyen insanlar gibi davranıyorlar ki bu, siyasetçi psikolojisi değildir; bu bir örgüt psikolojisidir.”
‘NORMAL SİYASET ÜRETEMEMELERİNDEN KAYNAKLANIYOR’
CHP’nin iddialarının son dönemde gösterdiği artışı İhsan Aktaş, şöyle yorumladı:
“Bunun iki sebebi var. İlk olarak normal siyaset üretemediklerinden dolayı. İkincisi ise AK Parti’nin bu konuyu fazla ciddiye aldığını görmeleri. Bir yalan söylüyorlar, yalanın yayılma katsayısını AK Partililer arttırıyorlar. AK Partililer ilgisiz kalsa yalanlarıyla baş başa kalacaklar.”
Bu asılsız iddiaların CHP’ye yönelik siyasi bakış açısını nasıl şekillendireceğine ilişkin Aktaş halkın bu gibi durumlara ilişkin tutumuna da değindi:
“Kendi trolleri, kendi radikal destekçileri açısından çok keyifli. Ama halk böyle şeylerden tedirgin olur.”
‘KARA PROPAGANDA MESELESİ YENİ DEĞİL’
İstanbul Medipol Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Yusuf Özkır, Haber 7’ye yaptığı açıklamada CHP’nin uzun süredir kara propaganda faaliyeti yürüttüğüne işaret etti:
“Kara propaganda meselesi yeni değil, uzun zamandır yapılıyor Erdoğan liderliğindeki AK Parti'ye karşı.
Fakat başta Twitter olmak üzere sosyal medya 7-8 yıldır daha egemen bir şekilde hayatımızda yer edindiği için bu türden propagandanın etkisi güçlü şekilde hissediliyor.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti grup toplantısında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun yalan siyasetini özetleyen bir video izletti.
‘CHP KENDİ SEÇMENİNİ RADİKALLEŞTİRİYOR’
Geçtiğimiz günlerde ortaya atılan “Katarlı gençlere Türkiye’de sınavsız tıp eğitimi hakkı verildi” iddiasının anında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından paylaşıldığına dikkat çeken Yusuf Özkır, CHP’nin kutuplaştırmayı arttırdığı ölçüde kendini başarılı gördüğünü şu sözlerle açıkladı:
“Gerçekle ilişkisi olmayan yalan içeriklerin dolaşıma sokulması ve aynı ideolojik çevrelerin farklı kurumlarınca çoğaltılmasının hem siyaseten hem de gazetecilik bağlamında bir karşılığı var. Örneğin T24 sitesinin masa başında ürettiği bir yalan olan “Katarlı öğrenciler” konusu, anında CHP Genel Başkanı tarafından alıntılanarak paylaşıldı. Haberin yalan olduğu çok açık ki gazete sonra özür diledi.
CHP tarihinde yalandan beslenmenin bir karşılığı var. Türkiye'nin bölgesinde ve küresel ölçekte tek başına aktörleşmesi ve inisiyatif almasından rahatsız CHP. Hep böyle oldu. Bu yüzden Türkiye'nin iyi ilişkiye sahip olduğu ülke veya aktörlerin şeytanlaştırılması için büyük bir çaba içinde.
Toplumsal kutuplaşmayı artırabildiği ölçüde kendini siyaseten başarılı imiş gibi görüyor. CHP Genel Başkanı’nın AK Partilileri kastederek “bunlara selam bile vermeyin” söylemi de aynı yaklaşımın uzantısıydı. İplerin gerilmesinden kazanarak çıkacağını öngörüyor olabilir. Fakat 15 Temmuz gösterdi ki toplum Türkiye'de o eşiği aşmış durumda. Yalanlara ve kutuplaştırmalara prim verilmiyor. Fakat maalesef o gerilimi de yaşıyoruz toplum olarak.
Öte taraftan bu negatif söylemin, içeriklerin, tehdit dilinin ve Kanal İstanbul konusunda olduğu gibi mafyatik açıklamaların seçmen nezdinde bir karşılığı yok. CHP'nin oyu ortada. Sadece kendi seçmenini radikalleştiriyor. Bu da ayrıca tehlikeli tabi. Bunun planlı yapıldığını düşünüyorum.“
‘YALAN HABERLERİN AÇTIĞI YARALARI DERT ETMİYORLAR’
CHP’ye yakın medya organlarında yer alan asılsız haberlerin son dönemde artmasına ilişkin Özkır, şunları söyledi:
“Gazeteciliğin "sorumluluk" yani toplumsal boyutu yok edilmiş durumda. Yanlış haber değil; yalan haber yapılıyor.
Planlı şekilde hazırlanan yalan haberlerin toplumsal alanda oluşturduğu büyük hayal kırıklıklarını ve açtığı yaraları dert etmiyorlar. İdeolojik angajmanları mesleki prensiplerin önüne geçmiş durumda.
Bu yaklaşımın gazeteciliğin evrensel ilkelerine aykırı olması da dikkate alınmıyor. Geriye dönük bu yalan haberlere bakıldığında tek hedefin hakikatin tümüyle yok edilmesi ve karşı tarafın kafasının karıştırılması olduğu görülüyor. Böyle olunca da gazetecilik temas ve mesafe mesleği olmaktan çıkıp hedefe ulaşmada kullanılan bir aparata dönüşüyor. T24, Oda TV, Cumhuriyet, Sözcü ve pıtrak gibi biten yeni internet gazeteleri bu anlamda bir uygulama içindeler.
Fakat bunun adı gazetecilik değil.”
‘İŞLENEN SUÇLAR ‘ALGI OPERASYONU’ DENİLEREK ÖRTÜLÜYOR
CHP’ye yakınlığı ile bilinen medya kuruluşlarının yayınladığı yalan haberler üzerine Yusuf Özkır, konunun “algı” adı altında belirli bir düzleme sıkıştırılmaya çalışıldığına da dikkat çekti:
“Bir başka noktayı ise algı ifadesi oluşturuyor. Algı kelimesi öyle bir boyuta geldi ki işlenen suçlar "algı operasyonu, algı yapılıyor" denilerek farkında olmadan örtülüyor nerdeyse.
Bu yüzden T24 tarafından Katarlı öğrenciler haberinde olduğu gibi kamuoyunun alenen aldatılması ve Oda TV'nin Kadem haberinde olduğu gibi insanların zan altında bırakılmasında olduğu gibi mutlaka caydırıcı hukuki karşılığı olmalı.
Aksi takdirde "algı" kelimesi üzerinden kurulan cümleler giderek işlenen medyatik cinayetleri örtmeye başlıyor. İlgili kurumların yalan habere karşı harekete geçmesi gazeteciliğin demokrasiye ve topluma olan sorumluluğunu hatırlatması bakımından bir görev. Hukuk da bunu gerçekten yapmalı. Yapıyormuş gibi davranmamalı. Yoksa yalanlara karşı kör dövüşü içinde debelenme devam eder gider.”
‘KISITLAMAYA KALKSANIZ ‘SANSÜR’ DERLER’
Gazeteci Avni Özgürel, “Katarlı gençlere Türkiye’de sınavsız tıp eğitimi hakkı verildi” iddiasının CHP tarafından hangi sebeple siyaset malzemesi yapılabildiğini anlayamadığını; bu asılsız iddiaların toplumda oluşturacağı etkiyi şöyle açıkladı:
“İletişim Başkanı Fahrettin Altun, gayet güzel açıkladı. Buna sadece CHP olarak değil; bunu haber haline getiren sol medya mecralarını da ele almamız gerekir. Kontrol etmeden sadece manipülatif bir şekilde her şeyi taşıyorlar internet sitesine.
Ne yazık ki bunu devlet adına kısıtlamaya kalksanız “sansür yapılıyor” derler. Biraz da medyanın kendisinin oto sansür uygulaması lazım. Doğruyu, yanlışı, ayırt edecek bir mekanizması yok. Her şeyi cezaya bağlamak doğru da değil.
Yalanı ben yazacağım “tutarsa tutar” demişseniz, buna da inanan siyaset sahnesinde bir aktör de bulabiliyorsanız veya seslendirecek insanlar bulabiliyorsanız, buna söylenecek herhangi bir şey yok.”
‘SOSYAL MEDYANIN ORTAMI BUNA MÜSAADE EDİYOR’
Sakarya Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Bostancı, asılsız iddiaların ve yalan haberlerin yayılması konusunda sosyal medyanın yapısının oldukça etkili olduğuna değindi:
"Sosyal medyanın bu konudaki en büyük dezavantajı, geleneksel medyadaki editoryal sürecin sosyal medyada olmaması.
Türkiye’nin gündemiyle ilgili herhangi bir konuda görüş beyan edebilmeniz, medyada yer alabilmeniz için popüler bir isim olmanız, alanınızda uzman ve bilinen bir isim, akademik ya da bilimsel olarak birçok çalışma yapmış olmanız gerekirdi ki fikriniz o konuda alınsın; gazetelerde, televizyonlarda görünebilin, fikriniz kitlelere ulaşabilsin. Günümüzde sosyal medya bunu ortadan kaldırdı. Artık herkes her konuda uzman olduğunu iddia ediyor, o konuda görüş paylaşıyor.
O yüzden sosyal medyada ortaya atılanlar, kimi zaman dezenformasyona, manipülasyona uğramış bir bilgi kimi zaman tamamen algı yönetmek amaçlı yayılması planlanan yalan yanlış bilgi, bütün bunların temel hedefleri var.
Bu bilginin alıcısı var. Sosyal medya kullanıcılarının hepsi medya okuryazarlığına sahip değil. Karşısına çıkan bilgiyi eleştirel olarak okumuyor, anında kabullenebiliyor ya da bunu teyit etme zahmetine girişmeyebiliyor. O yüzden ortaya atılan yalan ya da dezenformasyona uğramış bir bilgi, her ne kadar birkaç saat sonra doğrulansa da zaten gerekli amacına hizmet etmiş hale geliyor. Sosyal medyada dolaşıma devam ediyor, görsel olarak yer alıyor, Katar’la yapılan öğrenci anlaşması gibi…
Bu tarz durumlarda siz olayı tam tersi olarak teyit etseniz de haberin yanlış olduğunu birkaç saat sonra bütün medya organlarından duyursanız da artık o haber sosyal medyada haber metni olarak da değil; ekran görüntüsü alınarak ya da ona özel içerikler üretilerek yayılmaya devam ediyor. Çünkü bu tarz haberleri bekleyen ve algıda seçici olarak “bu da mı yapılmış” diyerek anında beğenen, RT eden ve dolaşımına ister istemez kimi zaman bilinçli örgütlü bir şekilde kimi zaman farkında olmadan katkı sağlayan kullanıcılar var. Sosyal medyanın ortamı buna müsaade ediyor maalesef.”
‘SİYASİ PARTİ BAŞKANININ SUNDUĞU BİLGİ DAHA ETKİLİ OLUYOR’
İnternette dolaşıma giren her bilginin doğru olmadığı, hızlı yayıldığı ve özellikle siyasi liderlerin bu konudaki manipülasyonlara farkında olmadan dahil olabildiklerine dikkat çeken Bostancı, siyasi figürlerin paylaşıma sunduğu bilgilerin daha etkili olabildiğine işaret etti:
“İnternet haber siteleri de maalesef geleneksel medya gibi ya da yıllarını medyaya vermiş birtakım kurumsallaşmış haber sitelerinden öte birkaç kişiyle kurulan haber siteleri var. Bir araya gelip belirli bir bütçeyle haber sitesi kurabilir, ajanslardan haber alabilir ya da bunun yanı sıra kendi haberleriyle o siteyi bir şekilde besleyebilir. Fakat bu haberlerin doğruluğunu teyit etmek, artık kullanıcılara kalıyor.
Geçmişte medya, teyit edip kullanıcıya sunuyordu, editoryal süzgeçten geçirip sunuyordu, çünkü geçmişte birkaç tane haber kaynağımız vardı. Oysa şimdi binlerce haber kaynağı var, teyit etme görevi artık kullanıcıya düşüyor.
Burada bizim sosyal medya kullanıcılarına ya da internet gazetelerinden haber okuyan takip eden kullanıcılara her internet haber sitesinde gördükleri içeriği doğrudan kabullenmemeleri, doğrulamaları gerektiği, güvenilir haber sitesine, künyesi olan, iletişim bilgileri olan haber sitelerini takip etmeleri gerekiyor. Aksi takdirde Kılıçdaroğlu’nun düştüğü durum gibi, bir haber sitesinde çıkan bir haber, haber sitesinin de haberin yanlış olduğunu kabul etmesine rağmen doğru gibi paylaşılabiliyor.
Genel Başkan’ın bu haberi dolaşıma sokmasının ardından artık her şey için çok geç. Yani haber sitesi ne yaparsa yapsın, siyasi parti başkanı tarafından dolaşıma giren bir bilgi, daha çok etkili oluyor. O yüzden özellikle siyasetle uğraşanların, siyasilerin, yöneticilerin, genel başkanların, teşkilat görevlilerinin herhangi bir şeyi paylaşmadan önce teyit etmeleri gerekiyor.”
‘PAYLAŞIMI YAPANLAR ARASINDA MUHARREM İNCE DE VARDI’
Benzer durumların yakın geçmişte de görüldüğüne işaret eden Mustafa Bostancı, bilinçli olarak manipüle edilen içeriklerin sosyal medyada paylaşıldığına, kimi zaman kamuoyunu etkilemek amacıyla gerçeğin ötesinde bir algı oluşturulduğuna “post-truth” kavramı ile dikkat çekti:
“Bunun geçmişte örnekleri de çok yaşandı. Geçmişte işgüzar bir sosyal medya kullanıcısı, şehit cenazeleri fotoğrafının üzerine TRT logosu yapıştırmıştı, TRT bandı çekmişti ve üzerine “Şehit cenazeleri yeni açılan kavşak ve duble yollar sayesinde artık daha kısa sürede memleketlerine ulaştırılıyor” şeklinde bir metin yazmıştı.
Bu tarz içerikler kullanıcılar tarafından dezenforme edilmiş, manipüle edilmiş içerikler sosyal medyada sıklıkla dolaşıyor. Ama toplumda hatırı sayılır kişiler, parti başkanları gibi ya da kamuoyunun saygı duyduğu isimler bu tarz içerikleri paylaştığında artık gerçekten öte bir durum oluşuyor ki biz buna artık post-truth diyoruz. Yani gerçek ötesi, gerçeğin ne olduğundan çok gerçeğin ötesindeki algının ön plana çıktığı, insanların buna rağbet ettiği, bunu beğendiği, buna göre eylem ve davranışa geçtiği bir durumdan bahsediyoruz.
Maalesef son zamanlarda Türkiye’de yaşadığımız durumlar da buna benziyor. Yani haber sonradan doğrulansa bile artık siz o haberi paylaştığınızda paylaştığınız haliyle algı yönetimine ve kamuoyunu yönlendirmeye devam ediyor.
Kitlelerin algısı buna açık. Sizin ne söylediğinizden çok nasıl söylediğiniz, gerçeğin ne olduğundan çok nasıl sunulduğu, burada hazır bir alıcı kitle var zaten bunu yayanlar da bu hazır alıcı kitleyi çok iyi tanıdıkları için ona göre plan yapıyorlar.”
‘GEZİ OLAYLARI’NDA BUNLAR ÇOK YAŞANDI’
Post-truth adı verilen gerçek ötesi dönemin, kısa süreli etkilerinin yanında uzun süreli sonuçlara neden olabileceğine ilişkin Bostancı şunları söyledi:
“Donald Trump’ın 2016 seçimlerinde gündeme gelen bir kavramdı. Big datayla yani verilerle yaşadığımız bir dünyadan bahsediyoruz. Bu verilere sahip olanlar ve yorumlayanlar da kitlelerin davranışlarını önceden bir şekilde planlayabiliyorlar, içerikleri ona göre sunabiliyorlar, planları buna göre yapabiliyorlar ve o yüzden de bu post-truth dediğimiz gerçeklik ötesi çağda hakikatin önüne geçen bir “öte” durumdan bahsediyoruz, bu da önemli tabi ki.
Kısa süreli yansımaları olduğu gibi bunun uzun süreli yansımaları da olacaktır. Bundan iki yıl sonra “Katarlıları sınavsız üniversiteye aldılar” diye birilerini ikna edebilirsiniz. İşin aslını araştırmayan, yeterince takip etmeyen birini birtakım görsellerle, birtakım haber fotoğraflarıyla ikna edebilirsiniz.
Gezi Olayları’nda bunlar çok yaşandı. Yaralı bir çocuk fotoğrafı “Polisin yaraladığı çocuk” diye paylaşıldı. Avrasya Maratonu fotoğrafı, “insanlar Taksim’e gidiyor, köprü insanlarla dolu, sen neden evde oturuyorsun” mesajı verdi kitlelere. Birileri buna inanıp tweet attı, o tweetleri paylaştı ya da kendini sokağa attı.
Dolayısıyla bu tür manipülatif paylaşımlar insanların tepkilerini tetikliyor. Bu tepki bazen sözlü ya da eylem olarak bazen de seçimlerde oy tercihi olarak insanları etkileyebiliyor.”
Dünyada özellikle de sosyal medya kullanımıyla her geçen gün popüler hale gelen bir kavram post-truth. Gerçeğin değersizleştirilmesi, sahte gerçeklik, hakikat aşınımı olarak tanımlanabilen post-truth, 2016 yılında ABD seçimleri ile gündeme gelmişti.
2016 ABD seçimleri Donald Trump’ın zaferiyle sonuçlandı. Trump’ın seçimde elde ettiği bu zafer bir dönüm noktası kabul edildi ve aynı yıl “post-truth” kavramı Oxford İngilizce Sözlüğü tarafından yılın kelimesi seçildi.
Sözcük, “kamuoyunu biçimlendirmede objektif gerçeklerin daha az etkili olduğu durumlar” olarak tanımlandı.
CHP’nin ve uzantısı olan yayın kuruluşlarının son dönemde ortaya attığı asılsız iddialar, iletişim bilimciler tarafından post-truth, yani kısa ömürlü, duygulara hitap eden ve anlık etki oluşturabilecek yalanlar olarak değerlendiriliyor.
İddia: “Katarlı gençlere Türkiye’de sınavsız tıp eğitimi hakkı verildi”
Gerçek: Sözcü gazetesi, milyonlarca gencin gireceği YKS sınavından 1 gün önce, Katarlı gençlerin Türkiye’de sınavsız tıp eğitimi hakkına sahip olacağına ilişkin bir haber yayınladı.
Bu iddiayı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’liler doğruymuş gibi paylaştılar. Gerçekte anlaşmanın askeri bir anlaşma olduğu, kısıtlı sayıda öğrencinin kabul edileceği belirtildi. Haberi yayınlayan medya kuruluşları, haberin doğrusunu yayınlayıp özür dilerken CHP’liler bu konudaki tutumlarını sürdürdüler.
Öyle ki dün CHP Sözcüsü Faik Öztrak, bu konuyu yeniden gündeme getirerek MYK sonrası gerçekleştirdiği açıklamada “Neden bu kadar zor sorular soruldu? Boş kalacak kontenjanlara Katarlı öğrencileri doldurmak için mi bunu yaptınız?” sözlerine yer verdi.
İddia: “Öğrenci yurdundan çıkan silahlar…”
Gerçek: CHP’nin uzantısı olan Oda TV, KADEM Vakfı’na ait bir öğrenci yurdu içinden taşındığı iddia edilen silahların fotoğraflarını paylaştı.
Askeri uzmanların gerçek silah dediği fotoğraftaki silahların, yurt yöneticilerinin gözetiminde başka bir yere taşındığı iddiasında bulundu. Silahların gerçek olmadığı, dizi seti için kullanılan çekim aksesuarları olduğu ortaya çıktı.
Gerçek: CHP heyetinin Haziran ayında vatandaş görüşleri rapor haline getirilmiş; bu raporda oğluna “Recep Tayyip” adını koyan bir vatandaşın “O zaman AK Partiliydim. Şimdi pişmanım. Oğlumun adını değiştirmek istiyorum ama memurlar, 'Biz bu ismi değiştirsek tayinimizi çıkarırlar, o nedenle değiştiremeyiz' diyorlar. Oğlumun adını bile bu dönemde değiştiremiyorum.” dediği iddia edilmişti.
Sözcü, Cumhuriyet gibi medya organlarında yayınlanan haberin ardından Çankırı Valiliği’nden gerçekleştirilen açıklamada söz konusu talebe ilişkin herhangi bir randevu ya da başvurunun bulunmadığı tespit edildi.
Söz konusu isim değişikliklerinin 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun geçici 11. maddesi uyarınca mahkeme kararıyla düzeltilebileceği açıklandı.
İddia: “Kardeşi, Millî Eğitim Bakanlığı'na 25 milyon TL satış yaptı”
Gerçek: Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un kardeşi Oktay Selçuk’un da hissesinin bulunduğu bir şirketin Milli Eğitim Bakanlığı’na 25 milyon TL tutarında satış gerçekleştirdiği iddia edildi. İlgili iddiaları kesin bir dille yalanlayan Ziya Selçuk, konuya ilişkin yaptığı açıklamanın ardından dava açtı.
İddia: “İçilebilir denen Salda Gölü'ne kanalizasyon karışıyor”
Gerçek: Sözcü, Birgün gibi yayın organlarında Salda Gölü’ne kanalizasyon aktığına dair iddialarda bulunuldu.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan incelemede bu iddiaların doğru olmadığı, Salda Gölü’nü besleyen Düden deresinin berrak ve doğal olarak yosunlaştığı, bölgenin doğal özelliklerini koruduğu belirtildi.
İddia: “Müdüre 11 maaş danışmanına 5 maaş”
Gerçek: Sözcü gazetesi, Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği Genel Müdür Fahrettin Poyraz'ın 11, yardımcısı Davut Arpa’nın ise 5 ayrı kuruluştan maaş aldığı iddiasını ortaya attı. Kurumun resmi sitesinden yapılan açıklamada, iddialar kesin bir dille yalanlandı. Poyraz'ın 7, Arpa'nın ise 3 farklı kurumda görev yaptığı ancak tek maaş aldığı belirtildi.