Muhalefetten Kaşıkçı davasıyla ilgili çifte standart: Binlerce dansöz var!

Gezi olaylarından tutuklanan Kavala ve Kobani olaylarının faili Demirtaş için tahliye isteyen ABD ve AB'nin sözcülüğünü yapan muhalefet partileri, Kaşıkçı cinayeti davasıyla birlikte ikiyüzlü siyasetlerini ortaya koydu.

ABONE OL
GİRİŞ 09.04.2022 12:08 GÜNCELLEME 09.04.2022 13:20 SİYASET
Muhalefetten Kaşıkçı davasıyla ilgili çifte standart: Binlerce dansöz var!

Cemal Kaşıkçı davasını yürüten Türkiye'ye hiçbir devletten yardım gelmediği, cinayet sanıklarının teslim edilmediği bir ortamda söz konusu davada ilerleme kaydedilmedi. Dava konusunda bütün gereklilikleri yerine getirmesine rağmen hukuka göre gerekli delillerin ortaya konulmamasından dolayı dava tıkandı. Türkiye de davayı Suudi Arabistan'a devretti.

MUHALEFETİN İKİYÜZLÜ İTİBAR TAVRI

Türkiye'deki iç muhalefet ise bu durumu siyasi malzeme haline getirerek kendileriyle çelişen açıklamalarda bulundular. Osman Kavala ve Demirtaş konusunda ABD ve AB'nin istekleri doğrultusunda beyanlarda bulunan CHP ve İYİ Parti başta olmak üzere muhalefet partileri, Türkiye'deki hukuku yok sayarak Türkiye'yi itibarsizlaştıracak şekilde tavır takındı. Aynı muhalefet partileri Kaşıkçı cinayeti davasının Türkiye'de görüleceği zaman “Suud’la bile düşman olduk, bize ne Kaşıkçı’dan” naraları atarken, davanın Suud'lara devredilmesiyle birlikte 'Türkiye'nin itibarı bitti' şeklinde ifadelere başvurarak kendi içlerindeki ikiyüzlü tavırlarını da alenen ortaya koydular.

Konuyla ilgili olarak Yeniakit Yazarları Murat Alan ve Ali Karahasanoğlu, çok çarpıcı detaylarla birlikte muhalefet ve medyasının bu tavrını köşe yazılarında ortaya koydu.

Murat Alan'ın köşe yazısı:

BİNLERCE DANSÖZ VAR

2 Ekim 2018’de Suudi Arabistan Krallığına muhalif konumdaki Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı, krallığın İstanbul’daki başkonsolosluk binasında hunharca katledildi. 

Cinayetin işlendiği alana ilişkin uluslararası statüden kaynaklanan bazı zorunluluklar, soruşturma makamlarına ciddi anlamda vakit kaybettirdi.

Buna rağmen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı birçok kritik bilgiye ulaşıp, failleri tek tek belirledi. 

Kimse “katilleri mi savunuyorsun” demesin!..

Ama ben en başından beri bu korkunç cinayetle ilgili bazı soru işaretleri ve imkansızlıklar bulunduğunu savundum.

ABD vizesi bulunan, İngiltere’de serbest statüde yaşayan, temin etmek istediği evrakı Londra’daki konsoloslukta alabilecekken, İstanbul’a yönlendirilmesinin perde arkasında başka şeyler olduğuna vurgu yaptım.

Türkiye ile Suudi Arabistan yönetiminin karşı karşıya getirilmek istendiği en başından belliydi. ABD ve Batı bunu fırsat olarak kullandı. 

Tabii hiç kimse, “birileri bu fırsatı kullanabilir” diye Türkiye’den böyle vahşi bir cinayete göz yummasını bekleyemez..

Türk yargısı da gerekeni yaptı ve soruşturmayı davaya da dönüştürdü. 

O dönem katıldığım tv programlarında “bir şey çıkmaz” dedim!

Ama kayıtsız kalınamazdı.. 

İstihbarat birimlerimiz ve yargımız çözmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. 

Ancak azıcık hukukla ilgilenen herkes bilir..

Cinayetin işlendiği alet (silah) bulunmadan..

Cesede ya da ondan kalanlara ulaşılmadan..

Faillerin ifadeleri alınmadan karar çıkmaz..

Katillerin elini kolunu sallaya sallaya gezmesi ne kadar kabul edilemez ise, elde olmayan delillerle hüküm vermek de o kadar kabul edilemez. 

Cinayetin detaylarını biliyoruz ama ceset ortada yok..

Silah, bıçak, satır ya da her ne ise adli emanete alınamadı. 

Failler suçun işlendiği alanın özel statüsünden kaynaklı imkansızlıklar yüzünden firar etti. 

Davada ifadesi alınacak hiçbir sanık yok.

15 Temmuz darbesinin faili Fetullah Gülen’in durumu gibi..

Hukuki prosedür yerine getirilemediği için dosyası nasıl davalardan sürekli ayrılıyorsa, Kaşıkçı’nın katilleri için de benzeri bir durum söz konusu.

Neden?

Çünkü usul esastan mukaddemdir..

Yani usul esastan önce gelir!..

Kabul etmeyebiliriz, eleştirebiliriz ama CHP zihniyetinin Batı’dan ayıla bayıla ithal ettiği modern (!) hukuk böyle işliyor..

“Şükür kurtulduk o şeriat hukukundan” deyip dururlar..

O “kurtulduk”ları hukuk kurallarının tecavüzcülere, katillere, teröristlere ne ceza verdiğini gizlerler.. 

Suç ve ceza arasındaki ilişkinin, suç oranını nasıl etkilediğini görmezler.  

Neyse.. Meselenin özüne dönelim…

Davaya bakan mahkeme önceki gün tam da bizim belirttiğimiz teknik nedenleri gerekçe gösterip dosyayı Suudi Arabistan’a gönderme kararı aldı. 

Gönül ister ki katiller kıskıvrak yakalanıp Türk cezaevlerinde her günü cehennem gibi geçirsinler. Ama bunu yapmaya olanak yok.

Her şeyin ötesinde bu adımları teşvik edecek ne uluslararası bir toplum, ne de karşılaşacağınız sıkıntılarda destek olacak yerli ve milli bir muhalefetiniz var.

Gördük işte..

Gezi darbesinden tutuklanan Kavala ya da 53 kişinin öldüğü Kobani olaylarının faili Demirtaş için kendini paralayan ABD ve AB, Kaşıkçı cinayetinde Suudi yönetimi üzerinde göstermelik kınamalar dışında hiçbir baskı kurmamış..

Türkiye’yi yalnız bırakmış..

İçerideki Zillet korosu da ipi elinde tutan Batı’dan farklı bir tavır takınmamış..

Suudi yönetimi Türkiye’ye yönelik örtülü ekonomik-politik kıskaç uygularken, “ülkemizin arkasındayız” dememişler. 

Aksine; Karar, Sözcü, Cumhuriyet, “Suud yönetimi Türkiye’ye yönelik ambargo uyguluyor ne için buna karşılık verilmiyor” demiş..

CHP-İP yönetimi “Suud’la bile düşman olduk, bize ne Kaşıkçı’dan” demeçleri vermiş..

4 koca yıl böyle geçti..

Dava dosyası Suud’a gönderilince başladılar dansöz gibi kıvırtmaya..

Sözcü, “3-5 milyar dolara davayı Suudi Arabistan’a sattılar”; Karar, “Ve dosya kapandı”; Milli Gazete, “Kaşıkçı’yı verip kepçeyle alacağız” manşetini attı.

Yahu siz değil misiniz “Niye Suud’la kötü olduk” diyenler?!

Siz değil miydiniz “Suud ambargo uyguluyor bir de başımıza bu çıktı” diyenler?! 

Şimdi açın Serdar Ortaç’tan “Binlerce dansöz var” şarkısını, kurun 3-5 milyar doların hayalini..

Çünkü öyle bir para varsa ve gelirse, onu da biz değil siz yiyeceksiniz..

KAVALA'DA AB'I DİNLEYELİM TAHLİYE VERELİM, KAŞIKÇI'DA YARGILAYALIM

Ali Karahasanoğlu'nun köşe yazısı:

2 Ekim 2018’de, Suudi Arabistan İstanbul Konsolosluğu içinde bir cinayet işlenmiş.

Katiller, Suudi Arabistan vatandaşı.

Öldürülen, daha doğrusu cesedi yok edilen, Suudi Arabistan vatandaşı..

Cinayetin işlendiği alan, Suudi Konsolosluğu içi.

“Ha”, deyince hukuka uygun şekilde içeri giremeyeceğiniz bir alan..

Cinayetin başka yönleri de var.

Daha önce ABD’deki Suud Konsolosluğu içinde aynı cinayetin planlandığı. Olmadığı takdirde İngiltere’de düşünüldüğü.

Sonra birden İstanbul’un tercih edildiği iddia edildi.

İstanbul’un tercih edilmesinden sonra dahi, olayın dış bağlantıları konuşuldu..

Cemal Kaşıkçı’nın yenilemesi gereken pasaportunu almak üzere, İstanbul’a gitmesinin, ABD’deki konsolosluk aracılığı ile organize edildiği iddia edildi..

Tüm bu ayrıntılarına rağmen..

Suud Konsolosluğu içinde yaşanan bu cinayetin delillerine, Türk yetkililer olabildiğince el koyup, yargılamasını yaptılar.

İddianame hazırlandı, duruşmalar yapıldı.

Ama sanıklar, iddialara göre Fransa’ya gittikleri halde. Londra’ya gittikleri halde. ABD’ye uçtukları halde.. (Gizli uçuşlar veya sahte evraklı seyahatler).

Hiçbirisi Türkiye’ye giriş yapmadıkları için, ifadeleri alınmadı..

İfadeleri alınmayınca da, dosyada ilk aşamada elde edilen deliller dışında, bir arpa boyu yol alınamadı.

Bu arada, iç muhalefetimiz “Bize ne Kaşıkçı cinayetinden” mırıldanmaları ile..

“Suud da Türk mallarına ambargo koydu. Suud ile yaptığımız ticaret üçte birine indi” söylemleri ile..

Türkiye’nin Cemal Kaşıkcı cinayeti hakkında yargılama yapmasının, ukalalık olduğu iddia edildi.

Bu arada, cinayetin arkasında olduğu ileri sürülen üst yönetimdekiler, AB ülkeleri nezdinde, ABD nezdinde, el üstünde tutuldular..

Cinayetle ilgili hiçbir yaptırım, hiçbir etkisi sürdürülebilir mahiyette kınayıcı açıklama gelmedi..

Türkiye yine yalnızdı..

Tek başına katilleri köşeye sıkıştırmaya çalışan pozisyonundaydı..

4. senenin sonunda.

Sanıkların ifadeleri alınamadığı için.

Dünya genelinden de, hiçbir devletten Türkiye’ye bir yardım gelmediği için..

“Bakın şu sanığı yakaladık, siz de bunu yargılıyormuşsunuz. Alın size teslim ediyoruz” diyen olmadığı için..

Dosyanın bir örneği Türkiye’de kalacak şekilde.

Yargılama durduruldu ve Suudi Arabistan yargısına devredildi..

Şunu da hemen belirteyim.

Suud yargısı daha önce, aynı konuda birkaç kişiye idam cezası verip, ardından da 20 yıla indirdiği.. ve kararı kesinleştirdiği için.

Türkiye’den giden dosya sebebi ile, çok büyük bir karar değişikliği olmayacağı da, muhtemeldir.

Ama usul, böyle işliyor..

Tüm bu yaşanılanlardan sonra..

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu açıyor ağzını..

Daha o kapatmadan, İyi Partili bir başka yetkili konuşmaya başlıyor.

O susmadan, CHP’li milletvekili sürdürüyor saldırılarını.

Ve nihayetinde, Milli Gazete’ye manşet çıkıyor: “Kaşıkçı’yı verip. Kepçeyle alacağız”.

Sözcü biraz daha pervasız: “3-5 milyar dolara davayı Suudi Arabistan’a sattılar!”

Şimdi söyler misiniz..

Nedir bu?

Yapılan ne, saldırının şekli, içeriği ne?

Türkiye, yargılama için elinden geleni yapmış mı?

Yapmış.

Buna rağmen bir yere gelmiş tıkanmış mı?

Tıkanmış.

Dünya ülkelerinden Türkiye’ye bu tıkanmanın açılması için bir yardım yapılmış mı?

Yapılmamış..

Tam bu noktada, bir kör noktada kilitlenmiş davayı, avara kasnak usulü sürdürüp, “Sanıklar gelmediler. Müdahil vekili geldi. Açık duruşmaya devam edildi. Sanıkların ifadelerinin alınması için yazılan müzekkerenin beklenmesine, ...” şeklinde tekrar edilegelen duruşmaları sonsuza kadar sürdürmenin ne manası var?

Türkiye, doğru bir karar alarak..

Kilitlenmeyi açınca..

Temel Karamollaoğlu’nun dilinden, hemen “Devlet ciddiyeti ile bağdaşmıyor” suçlaması ile karşılaşıyor..

Yargılaması yaparsınız, olmaz. Osman Kavala’yı yargılarsınız, Selahattin Demirtaş’ı yargılarsınız.. 

AB’deki efendiler itiraz ederler, “Derhal tahliye edin”..

ABD itiraz eder, “Derhal duruşmaları sonlandırın.”

Onların sözcülüğünü de Temel Karamollaoğlu yapar. Meral Akşener yapar. Kemal Kılıçdaroğlu yapar..

Türkiye vatandaşına yönelik olmayan. Türkiye vatandaşının sanık olmadığı. Uluslararası statü gereği Türkiye topraklarında yaşanmamaşı topraklarda işlenilen suçun yargılamasını durdurursunuz..

Ona da itiraz ederler..

En ağırı da..

Türkiye’nin menfaatleri için alınan bir kararı, sanki AK Parti kendi menfaati için, Tayyip Erdoğan şahsi çıkarı için alınmış bir karar gibi lanse ediyorlar.

“Kaşık-kepçe” muhabbeti de nedir?

“3-5 milyar dolar” muhabbeti de nedir?

AK Parti kasasına kepçe ile bir şey mi girecek? Erdoğan’ın cebine 3-5 milyar dolar mı girecek ki, bu başlıklar atılıyor? Bu haksız saldırılar yapılıyor?

Eğer bir kazanım olacak ise..

Türkiye’nin kazanımı olacak. Eğer iddia ettikleri gibi 3-5 milyar dolarlık bir fayda temin edilecek ise, Türkiye’nin faydasına olacak..

Bu olayı bile çarpıtanlar..

AB’nin, ABD’nin sözcülüğüne soyunup, onlar ne emrederlerse, o yönde başlık atanlar..

Bu milletin isteklerine uygun hareket etmiyorlar..

CHP’li Veli Ağbaba konuşuyor:

“Dava Suudi Arabistan’a devredildi, niye devredildi? Çünkü dolarlar gelecek.”

İyi ya..

En başında dolarlar gelmeden yargılama hiç yapılmasaydı, ağzın kulaklarına mı varacaktı, Veli Ağbaba?

İyi Parti’nin eşcinsel destekçisi Bahadır Erdem de, CHP’lilerin izinde açıklama yapıyor:

AKP zihniyeti, para için Suudi Arabistan’a bu hakkı devrederek Türkiye’nin egemenliğinden vazgeçiyor. Yazıklar olsun sizlere!”

Biz de bu adamlara diyelim, “Size yazıklar olsun. AB emretti diye, Osman Kavala’yı bırakın diyenler siz değil misiniz. Selehattin Demirtaş’ı bırakın diyenler, siz değil misiniz? Daha bir ay önce 6 partinin mutabakatı ile, ‘AİHM kararları derhal uygulanacak’ maddesini imzalayanlar siz değil misiniz?”

Öyle ya.

AB’nin önünde eğilenler, “AİHM kararları, hiçbir sorgulama olmadan derhal ve otomatik uygulanır” diyenler, Türkiye’nin egemenliğinden, bir dava için bile değil (O davada da egemenliğin ihlal edildiği kanaatinde değilim ama) toptan vazgeçmiş olmuyorlar mı?