Menderes Türel'i yıkan adam konuştu
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimine kadar onun adını bilen sayısı çok fazla değildi. Hala geri planda. Ama o "Menderes Türel'i yıkan adam" olarak bilindi.
ABONE OLÜnal TANIK'ın röportajı
Antalya’da 29 Mart’ta alınan seçim sonucu, yalnız Antalya’da değil, Türkiye’nin her bölgesinde ve hemen her kesiminde şaşkınlık yarattı. Banko favori gösterilen AK Parti adayı Menderes Türel seçimi kaybetti, partisinin bile neredeyse bir aday göstermiş olmak için aday yaptığı isim olan Prof. Mustafa Akaydın seçildi. Bu büyük sürprizin ardında ise ön plana çıkmayı pek sevmeyen bir isim vardı. O geri plandaki isim, oyu yüzde 30’larda görünen Mustafa Akaydın’ın kolundan tutup zafere ulaştırdı.
İlyas Başsoy Fayda’nın başındaki isim. Başsoy, “Fayda Reklam Ajansı” denmesine pek sıcak bakmıyor. Yalnızca “Fayda” denmesinden yana. Antalya zaferinin ardındaki isim olan İlyas Başsoy ile yürütülen seçim kampanlasının temel esaslarını konuştuk.
- Antalya’da CHP’nin başarısının arkasındaki isim olarak biliniyorsunuz. Şunu
- Ben reklamcıyım. Reklamcılıkta bir kural var. Yaptığınız her iş reklam verenin vizyonu ile sınırlıdır. Bazen çok güzel fikirler bulursunuz. Ama bunlar reklamverenden geçmez. Reklamcı telif eser üretmez, onay sonrası devreye girecek olan materyal üretir.
Biz ajans olarak çok güzel bir çalışma yaptık. Bizim şansımız, Mustafa Akaydın’ın vermiş olduğu vizyon idi. Bu CHP’nin ötesinde bir şey idi. Kendisi bir alanda uzman idi. “İletişimin uzmanları da bu insanlar” dedi ve bize güvendi. Bizim önümüzü açtı. Bizi orada korudu.
- Sizi kime karşı korudu?
- Herşey dışardan göründüğü gibi değil. dışarıda ngöründüğünden farklı resimler oldu. Kimi zaman parti içindeki yaklaşımlara göğüs germek durumunda kaldık.
Ben Mustafa Akaydın’ı seçimden 3 ay önce tanıdım. O dönemde Menderes Türel’in oy oranı araştırmalarda yüzde 60’ın üzerinde görünüyordu. Kesinlikle kazanacak aday olarak görülüyordu. Hatta Kayseri ve Antalya AK Parti’nin medar-ı iftiharı olarak ilk açıklanan illerinden biri idi. En kesin yerlerden birisi olarak telaffuz ediliyordu. Böyle bir atmosferde ben Antalya’ya geldim.
Mustafa Bey ile ortak bir arkadaşımız vardı. Doç. Çetin Balaniye. Onun önermesiyle buluştuk.
Ben o görüşmeden sonra Antalya’nın sokaklarını dolaştım bir süre. Çünkü Antalya’yı hiç tanımıyordum. Konuştuğum hemen herkes, “Burada AK Parti kazanır, Menderes Türel kazanır” diyordu. Dolmuşçular, taksiciler, otobüsçüler işyeri sahipleri Hemen Herkes.
Genelde söylenen şu idi, “Beğenmeyebiliriz. Çok olumsuz şeyler de yaşadık. Özellikle metro inşaatında. Ama artık onlar bitti. Artık bundan sonra onun meyvelerini yeme dönemi” diye bir hava vardı.
Bazıları da şunu diyordu: “Ben CHP’liyim ama AK Parti adayına vereceğim. Çünkü Ankara Antalya’ya para pompalıyor. Baykal’a inat yatırımlara ağırlık veriyorlar. Biz sevsek de sevmesek de Menderes Türel’e oy vereceğiz.”
KAFALARDAKİ HOCA İMAJINDAN FARKLI İDİ
- İşte sizi korkutmadı mı derken ben de bunu soruyorum. Bu tablodan ürkmediniz mi? “Aman Allahım ben buna karşı ne yapabilirim” demediniz mi?
- Beni korkutmadı. Çünkü en fazla 3 ayımı kaybetmiş olurdum.
- Ama kaybettiğiniz yalnızca 3 ayınız olmazdı. Bir reklamcı için kampanya kabeytmiş biri olarak anılmak güzel bir şey olmas gerek.
- Evet, bizim işimiz teknik direktörlük gibidir. Kazanırsa oyuncular kazanır, kaybederse teknik direktör kaybeder. Korkuttu tabii. Ama o korku bizi engellemedi. Ben biraz da Hoca’yı
- Kafanızda nasıl bir Mustafa Akaydın imajı vardı? Tanıdıktan sonra bu nasıl bir şekle dönüştü?
- Ben daha sert, daha seküler birini bulacağımı düşünüyordum. Yıllardır iletişim yaptık biz. Derya gibi bir adam gördüm. Hiç dışardan göründüğü gibi, ya da resmedildiği gibi bir adam değil. Tam bu ülkenin insanı. Biz şöyle bir tanımlama yaptık. Bu Hoca’nın da çok hoşuna gitti.
Bülent Ecevit gibi dürüst,
Erdal İnönü gibi beyefendi,
Turgut Özal gibi vizyon sahibi,
Tayyip Erdoğan gibi delikanlı.
- Çok ilginç bir tanımlama.
- Garip bir şekilde böyle bir adam. Hem konusunda uzman bir doktor. Hem de iş yapmayı, proje üretmeyi bilen bir insan. CHP gibi partilerde bu vasıflarda böyle biri az görünen biridir. Vizyon sahipliği biraz daha sağ partilere özgü algılanır bilindiği gibi. Böyle bir illüzyon vardır. Hoca’da öyle bir şey yok. Sürekli projeler üreten birisi. Çok enerjik, çok halk adamı birisi.
Bak daha ilk tanıştığımız gündü. Dolaşırken bir kahvehaneye, manava falan girdi. Ama bunu bize bir poz için falan yapmadı. Gerçek anlamda onlardan biri gibi konuşuyordu. Hiç tepeden bakma, mesafe koyma falan yoktu. Bu sahte bir tevazu falan da değildi. Hoca’nın ilginç bir aurası var.
YALANDAN BELEDİYE BAŞKANI ADAYI OLMUŞTUM
- Bu ilk temas ve izlenimden sonra, “İşte bu kişi ile başarıya ulaşılabilir” dediniz mi?
-
Benim bundan önceki yerel seçimlerde bir deneyimim var. Ben Kağıthane Belediye Başkanı adayı olmuştum. Ama yalandan. Şirketteki arkadaşlarım öyle diyordu. Ben gelince herkes ayağa kalkıyor, alkışlıyor, “Sayın Başkanım” diye hitap ediyordu.
- Bir dakika. Sanal bir adaylık mıydı bu?
- Evet. Tamamiyle sanal bir adaylık. Ama ben orada çok büyük bir tecrübe edindim. Ben gittiğim yerde arkadaşlar ayağa kalkıyordu. Ben hemen sayıyordum. “Demokratik, dindar, muhafazakar” falan filan sıralayıp gidiyordum. “Herkese kağıt, herkese hane, işte Kağıthane” falan diyordum.
En sonunda şöyle bir şey olmaya başladı. Ben artık, sokakta yürürken bile çevremdekiler alkışlıyordu. Arkadaşlar, beni kalabalık yerlerde de olsa hemen alkışlıyorlardı. Bir bakıyordum çevredeki insanlar da alkışlamaya başlıyorlardı. Ben de herkesi selamlıyordum.
(karşılıklı gülüşmeler)
Yani siyaset öyle garip bir şey. Tamamen yalan olduğunu bilmeme rağmen ben bile inanmaya başlamıştım. Hoca’ya da bu deneyimimi anlattım. “Aman Hocam, üzerinize çok basınç olur, kazanamama ihtimalini hep bir kenarda tutun” dedim. “Yok İlsascığım sen merak etme” dedi. Beni rahatlattı.
İşe böyle bir noktada başladık. Menderes Türel çok açık ara önde idi.
MENDERES TÜREL KİBİRLİ TAVŞAN İDİ
- Siz stratejilerinizi neler üzerine kurdunuz?
- Kesin aldığımız kararlardan birisi şu idi: Biz takipçi olmayacağız dedik. Reaksiyon veren, cevap veren kişi olmayacağız dedik. Hoca’nın bazı özellikleri, Antalya’nın temel sorunlarına ilaç olacak özelliklerdi.
- Neydi bunlar?
- Bunları 3 grupta topladık. Onlar bazı projeler geliştirmişti, ama ben onlardan bazılarını öne çıkarttım. Antalya’nın şöyle bir sorunu var. İstanbul’dan sonra İzmir ve Ankada’dan bile zengin
Sezon bittiği zaman bu şehir ölüyor. Bir tatil kasabası gibi oluyor ama aslında bir şehir bu. Oysa kasaba değil, büyük bir şehir. İnsanlar işsiz. Çok parasızlık var, çok yoksulluk var.
“BAŞBAKAN” DEĞİL, HEP “BAŞBAKANIM” DEDİ
Biz şöyle bir şey düşündük biz. Sezon dışındaki 7 ayı 7 tencere diye nitelendirdik. Ortaya 7 tencere koyduk. Hoca insanlara, “Bu 7 tencereyi dolduracağız” dedi. “Bu da nasıl dolar?” dedi. “3 tane işle dolar” dedi.
“Birincisi, Ben Antalya’yı (Gerekirse Başbakan ile de konuşacağım, Cumhurbaşkanı ve Türkiye’nin ileri gelenleri ile de konuşağağım. Hiç siyaset falan yapmayacağım) dedi. Bu daha ilk baştaki konuşma idi.
Bu arada bir ayrıntı paylaşayım. Mustafa Akaydın hep yanlış okunan biri. Ben CHP içinde olup da Tayyip Erdoğan’a “Başbakanım” diyen başka insan görmedim. “Başbakan” diyorlar. Hoca, “Yüzde 47 ile gelmişse benim de Başbakanım” diyor. Hoca’nın ağzından, “Başbakan” kelimesinin çıktığını duymadım. Bizimle konuşurken bile “Başbakanım” diye konuştu hep.
İlgili herkesle konuşacağını ve burada uluslar arası sağlık merkezlerinin kurulması için
ANTALYA ÜNİVERSİTE KENTİ OLACAK
- Bu 7 tencereyi doldurma projelerinden idi değil mi?
- 7 tencereyi dolduracak 3 projeden biri bu idi. “Bunu ben yaparım, çünkü ben işletmeciliği bilen bir tıp profesörüyüm ben” dedi. “Benim işim bu” dedi. “İkincisi bu hastaneler nereden doktor bulacak, nereden hemşire bulacak, nereden muhasebeci bulacak?” dedi. Bunun çözümünü de “Ben Antalya’yı üniversite kenti haline getireceğim” dedi.
“Büyükşehir için buradaki üniversite öğrenci sayısı çok az. Bu sayıyı ikiye üçe katlayacağım. Yeni üniversiteler açacağım. Bunun için sermaye saheplerini buraya davet edeceğim. Üniversite şehri olunca da şehir yine kışın dolmuş olacak” dedi.
Burada Hoca’nın hastane konusunda altını çizidiği bir şey daha vardı. “Kışın ılık olması Antalya’nın en büyük sermayesi” dedi. Düşünün adam Norveç’te kalp ameliyatı oldu. Sigortası destekliyor. 3 ay boyunca onun yatması lazım. Bu 3 ay boyunca eksi 30 derecede yata
İnsanları buraya çekmeyi başardığımızda bu Antalya için olduğ kadar ülkemiz adına da büyük zenginlik olduğunu anlattı. Sadece gelip bir hafta geçiren turist değil, hastanelerimize para veren, doktoruna para veren, otel altyapısından istifade edip ona ödeme yapan bir yeni turizm şekli getireceğini söyledi. Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’da yaygın yapılıyor bu. Houstoun’da yapılıyor.
ÇALIŞMA ŞARTLARININ ZORLUĞU ÖLDÜRÜYOR
- Öteki tencereye konulacak proje ne?
- Öteki de şu. 65 yaş üzerindeki insanlar, dünyanın en zengin kesimini oluşturuyor. Hoca bu kitleyi Antalya’ya çekeceğini söyledi. Gerontoloji deniyor buna. Hoca bunun kürsüsünü kuran bilim adamı imiş. “Ben bu insanların gelmesi için bilinçli projeler geliştireceğim” dedi.
“Bunları yaptığımızda Antalya’nın kışları da dolmuş olacak” dedi. Antalya’nın zaten bir alt yapısı var. Yazın 5 ayda o muazzam turist ağırlığını kaldıracak bir altyapısı zaten var.
Bakın şehrin sokaklarında çok kötü bir şekilde Kürt-Türk çekişmesi var. Hoca bunun da temel kaynağını ve çözüm yolunu söyledi. Kürk çocukları yazın Doğu’dan otellerde çalışmak için geliyorlar. Çok düşük paralarla çalışıyorlar. Hatta çalışma şartlarının zorluğundan çocuklar ölüyorlarmış.
Buna karşılık da Antalya’nın yerlisi de “Kürtler geldi bizim işlerimizi elimizden aldı” diyorlarmış. Antalya’nın yerlisi, “Biz 500 liraya çalışacaktık, onlar 250-300 liraya çalışıyor” diyor. Halbu ki ikisi de yoksul insancıklar. İki grup da ekmek derdindeki insanlar.
Vahşi turizm sisteminin altında insanlar ezilirken birbirleri ile de düşman oluyorlar. Hoca, “Bunun da çözümü, kentin ve tesislerin 12 ay çalışmasında gizli. O Kürt çocuğu da
Böylece şehir de Kuzey Afrika’daki ucuz turizm kenti olmaktan çıkıp, Güney Avrupa’daki zengin varlıklı turizm kendine de faydası olan turizm şehrine döneceğini anlattı. “Bunlar bir anda yapılacak işler değil ama ben bunun için çalışacağım” dedi.
MENDERES TÜREL BİZE ÇOK YARDIMCI OLDU
- Bu anlattığınız 3 projeye baktığımızda, sıradan insana kolay anlatılabilecek projeler değil. Bunu nasıl başardınız?
- Bakın bu konuda Menderes Türel bize çok yardımcı oldu. Menderes Türel için ben Hoca’ya “Kibirli Tavşan” dedim. Bildiğiniz tavşan-kaplumbağa hikayesini. Tavşan kendine güvenir ve ağacın altında yatar, kaplumbağa ise hemen yola koyulur. Sonunda kaplumbağa tavşanı geçer hedefine ulaşır. Menderes Türel, sadece İstanbul ve Ankara’daki trürbünlere oynadı. Antalya’da kendini ifade edemeyen bir havası vardı. Şehrin içinde kendini çok ifade edemiyordu.
Antalya için AK Parti tarafından bakan bir arkadaşım şöyle bir şay söyledi. Ne Menderes Türel başarısız diyor, ne Hoca’ya başarılı diyor. Ben de kendine, “O başarısız değilse, bu başarılı değilse ne oldu?” dedim. Birinin artılarının ötekinin eksilerinin olması gerekiyor.
Elimize büyük kozlar verdi. Ellerinydeki reklam olanakları çok yüksekti. Golf sahaları yaptıracağını anlatan reklam panoları yaptırmışlar. Ama ben sokaklarda dolaşıyorum insanlar açlıktan kıvranıyor.
Ben de buna karşı koydum bir tane Trabzon ekmeği. “Dersiniz golf sahası mı yoksa bu mu?” diye sordum. Bir ilan hazırladım. “Golf meraklıları kime oy vereceklerini biliyorlar. Ekmek derdinde olanlar Hoca’ya kulak versin” diye. Bu ilanın panolarda görülmesiyle birlikte Antalya’da bir infal oluştu. Bu açık hava ilanı, Hoca’nın sözlerinin daha dikkatle dinlenmesini sağladı.
Bize Menderes Türel gibi Başbakanımız da çok yardımcı oldu. Gaziantep’te bir konuşma yaptı. Bizim sloganımız “Yaparsa Hoca yapar” idi. Erdoğan o zamana kadar belediye başkan adayları ile ilgili pek bir şey söylememiş idi. Bir iki kez Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili laflar etmişti. Onun dışındaki söz düellosu bütünüyle Erdoğan ile Baykal arasında geçiyor idi.
İkinci şehir Ankara, üçüncü şehir İzmir, dördüncü şehir Adana iken birden bire şöyle bir konuşma yaptı:
“Başbakanım kızma mutlu ol. Bu kadar fakirin karnı doyacak, bu kadar işsiz iş bulacak. Sen bu ülkenin Başbakanısız. Bu projelerden senin de mutlu olman gerekir.”
Bu ilan da öteki gibi şehri bir çalkaladı.
HOCA HEP GECEKONDULARDA ÇALIŞTI
Hoca çok çalıştı. Hiç boş durmadı. Hep gecekondularda iş yaptı. Zengin mahallelerine nerede ise hiç uğramadı bile. Hatta böyle yaptığı için ciddi eleştiriler aldı. “Yaparsa Hoca yapar” sloganı, kemikleşmiş CHP’liler tarafından büyük eleştiri aldı. “Hoca da ne demekmiş. Cami Hocası mı bu” diye. Hoca bunların hiçbirini dinlemedi.
Aslında bu kampanya biraz bildiğimiz anlamdaki CHP’ye ve CHP’lilere karşı da yapıldı.
- Anlaşılan biraz CHP’yi de karşınıza aldınız siz.
- Evet aynen öyle yürütüldü bu kampanya. Öyle idi ama bu konumlandırmayı CHP için büyük bir şans olarak gören az sayıda çok fedakar CHP’li gençler de vardı. Bunlar hem Hoca’yı hem beni içerden gelen eleştirilere karşı korudular. Hoca’ya karşı bu tür eleştiriler yapılıyordu. Bana karşı da “Bu adam İstanbul’dan geldi. Buranın durumunu ne bilir?” diye çok eleştiri yöneltiliyordu bana. Beni hem Hoca, hem bu arkadaşlar çok korudu.
İSTANBUL’DA DA AK PARTİLİ TEVFİK GÖKSU İÇİN ÇALIŞTIM
- Ben tekrar Menderes Türel’in size nasıl destek verdiği noktasına dönüp ayrıntı soracağım. Size kullanabileceğiniz ne tür malzemeler verdi?
- İstanbul’da AK Partililer Üsküdar’da şöyle bir ilan asmışlardı: Monşerlerin sonu geldi, ya da monşerler kazanamayacak gibi bir ilandı bu. Üskadar’daki bu tanımla, Antalya’daki durum tam tersi idi. Antalya’da halk adamı, yani Tayyip Bey gibi olan insan, sokakları kahveleri dolaşan insan Mustafa Akaydın idi, monşer ise Menderes Türel idi.
Menderes Bey halkın yoksul olduğunu pek anlamadı. Böyle bir yoksulluğun varlığını dahi kabul etmedi. Ya da kendini pek anlıyormuş gibi göstermedi hiçbir zaman. İşin garibi sadece
Bu zannedersem AK Parti içinde de eleştiriliyordu. Hani her partide delikanlı insanlar olur. Onlar partiden bir menfaat beklemeden ülke için çalıştığını düşünür. Menderes Bey’in o çocuklarla arası da yoktu. Gördüğüm kadarı ile o insanların da bazı şeyleri yapmak için elleri gitimiyordu.
Örneğin ben İstanbul’da Esenler’de de AK Parti adayı Tevfik Göksu’ya yardımcı oldum. Benim için parti ayırımı yok. Ben temel olarak bir iki kriterim var. Onun dışında iyi olduğunu düşündüğüm herkesle çalışırım. Sigara ve içki reklamı yapmam sadece.
- Anladığım kadarıyla sizin kampanyada kullandığınız malzemelerin üç temeli vardı. Başbakan Erdoğan’ın söyledikleri, Menderes Türel’in “kibirli tavşan” pozisyonu ve Mustafa Akaydın’ın kişiliğinin getirdiği avantajlar. Doğru mu?
- Tayyip Bey’inki çok etkili değildi. Son bir iki hafta kala oldu. O bir esas oluşturmadı, sadece bir renk kattı. Bir başka nokta da Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, o talihsiz açıklamayı Antalya’da yaptı. Bildiğiniz gibi Mehmet Ali Şahin, kabinedeki belediyecilik deneyimi olan az sayıdaki bakandan birisi idi. O da Antalya’da bir tuhaflık olduğunu anlamaya başlamıştı sanıyorum. Bence talihsiz sözleri adamcağızın ağzından bir şekilde çıkıverdi. Bu seçim kampanyası 10 yıl sonra hatırlandığında Adalet Bakanı Şahin’in “Bizden olmayana para yok” şeklinde algılanan sözleri akla gelecek.
Antalya’da yaşananları İstanbul’daki Ankara’daki gazeteciler ve siyasetçilerin anlaması çok kolay değil. Ben gitmemiş ve orada olmamış olsam ben de anlamamış olurdum.
YÜZDE 47 RAKAMIYLA GELEN İKİLEM
- Menderes Türel’in anketlerde görülen yüzde 50-60 oy oranlarının değişmekte olduğunu ne zaman fark ettiniz?
- Bir kez Mustafa Akaydın adının çıkması ile işin değişebileceği ortaya çıkmıştı. Mustafa Akaydın Antalya’da çok tanınan ve sevilen bir doktor idi. Doğrudan insan sağlığına katkıda bulunmak bildiğiniz gibi çok kutsal bir iş. Bu bütün dünyada da böyle. Üstelik bunlar karı-koca doktorlar.
M
Bunlardan dolayı, dışardan görünmeyen ama içerde etkili bir altyapı vardı. İstanbul ve Ankara’dan bambaşka resimler görünüyordu.
Yüzde 47 çok garip bir ikilem. AK Parti yüzde 47 oy aldı iktidar oldu, Akaydın yüzde 47 oy aldı ama rektörlüğe atanmadı. Seçilip atanmamasının da Antalya’da bir mağdur havası oluşmuştu.
Beni en çok heyecanlarıdan bunlar idi. Burada bir cevher olduğunu görüyordum. Ama beni başlarda endişelendiren bütün bunları iki ayda nasıl halka anlatabileceğim korkusu idi. Çünkü sokaktaki adamın bunlardan pek haberi yoktu.
Mustafa Akaydın adını biz yaydıkça, hizmetlerini ve projelerini anlattıkça iş değişmeye başladı. Son iki hafta kala ben başa baş bir noktaya geldiklerini fark ettim. O sırada yaptırılan araştırma sonuçları da Türel ve Akaydın’ın yaklaştıklarını gösteriyordu.
En son araştırma seçime 10 gün kala yapıldı. Daha sonra yapılmadı. Tablo şöyle idi, birisi hızla iniyordu, öteki hızla çıkıyordu. her şeyi net görmüyorsunuz tabii. İnsanlar son anda tercihlerini değiştirebiliyordu.
Bizim son haftadaki seçim kampanyamız çok etkili oldu benim gördüğüm.
OY VERMEYECEK OLANA DA TEŞEKKÜR ETTİ
- Bu son haftada neler yaptınız?
- Bildiğiniz gibi gerilim çok yüksekti. Bütün Türkiye’de gerilim çok tırmanmıştı. Bu gerilim içinde biz son hafta şöyle reklamlar çıktık. Biz pazartesi günü küçük bir oğlan çocuğu koyduk. Çocuk, “Teşekkür ederim anneciğim” diyordu. Küçük bir kız çocuğu koyduk, “Teşekkür ederim babacığım” diyordu. Bir başka çocuk, “Teşekkür ederim, ağabeyciğim, ablacığım” diyordu.
Ve altında şu ifade yazıyordu. “Bu Pazar oy kullanamayanlar için oy kullanacaksınız” Hiç seçim vaadi falan yoktu. Şehirdeki panolarda sadece bu resimler ve bu ifadeler vardı. Tabii bir de Mustafa Akaydın ve CHP’nin logosu vardı.
Bu insanları çok etkiledi. Son iki üç gün ise Hoca kendi adına bir ilan verdi. Orada CHP logosu da yoktu. O da çok iyi bir metindi. Akaydın o ilanda herkese teşekkür etti. “AK Parti’ye oy verecek kardeşlerim dahil herkese teşekkür ediyorum” dedi.
Seçim kampanyası boyunca alttan çok yıpratıcı sözler söylendi. İftiralar ortalık yerde dolaşıp duruyordu, Hoca, “Onları da affediyorum” dedi. "Allah’a çok şükür bu kadar iyi insanlarla bir aradayım” dedi. İçinden gelen duygularını paylaştığı bir ilan idi bu. Aşıkların döktürmesi gibi bir yazı idi. Çok zarif ifadeler vardı.
- Mustafa Bey bu yazıyı kendi mi kaleme aldı?
- Evet kendi yazdı. Biz sadece bazı ifadeleri nasıl vurgulu hale getirebiliriz konusunda yardımcı olduk. Bu teşekkür metni de çok etkili oldu. Hoca çok çalıştı. Hergün deliler gibi çalışıyordu. Yüzlerce kilometre yol yaptı. Bir tek bu ilanlarla değil tabii. En çok da birebir
Ben hep yaşadığım şu örneği veriyorum.
Seçimlerden sonra Antalya’nın yoksul mahallelerinden Kepez’de yaşlı bir adamla karşılaştık. Adamla konuştuk. Adam şunu anlattı:
“Biz babadan bu yana Demokrat Partiliyiz. Menderesçi olarak biline geldik. Benim ilk oy kullandığım kişi Adnan Menderes oldu. Sonrasında Demirel, Özal ve Tayyip Erdoğan’a oy verdim. Bugüne kadar oylarımız hep Erdoğan’a gitti. Yerelde de genelde de böyle oldu.
Ama bu kez bir başka şey oldu. Biz ailece bir karar almadık. Üstelik kendi aramızda da şuna verelim diye hiçbir şey konuşmadık. Üstelik AK Parti’nin bir çok hayrını da gördük. Fakat bu kez ne oldu bilmiyorum, hepimizin Hoca’ya verdiğini fark ettik. Neden oy verdiğimizi bilmiyorum ama böyle oldu. Fakat bana bir ay önce CHP’ye oy ver deselerdi ‘Haydi canım sen de’ derdim.
Bu örnekte olduğu gibi, şehir büyülendi adeta.
- Bir konuyu paylaşayım sizinle. AK Parti’nin Antalya’da kaybetmesi birileri için sürprizdi. Ama ben yılbaşı öncesinde Antalya’ya gitmiştim. Genel Sekreter Yardımcısı Deniz Köken, “Endişeliyim” demişti. Özellikle otobüslerde kullanılan Ankkart’ın ortaya çıkardığı rahatsızlıkları hatırlattı.
- Bu Antkart aslında iyi bir proje. Ama Menderes Türel bunu anlatamadı. 4 tam sayfa ilan verdi. Ben satır satır okudum. Ama anladığımı söylesem gerçeği gizlemiş olurum. Ben kitap okumayı seven biriyim, okumak işimin bir parçası olmasına rağmen bu ilanı bitiremedim. İnsanlara Antkart’ı anlatmak mümkündü. “Bugüne kadar çileleri çektik, bundan sonra meyvelerini yiyeceğiz” diyebilirdi.
Büyük bütçeler kullandı ama hedefe yönelik bir şey yapmadı. Bizim yaptığımız doğruların yanı sıra rakibimizde yapılan yanlışlıklar da işimizi kolaylaştırdı.
- Şimdi seçimler bitti. Antalya ve Başkan Mustafa Akaydın ile çalışmaya devam edecek misiniz?
- Mustafa Bey bizimle çalışmak istiyor. Beni reklamcılığın ötesinde yanında varlığını hissettiği bir danışman gibi görmek istiyor. Özellikle yukarıda bahsettiğim uluslar arası boyutu olan projelerin aşamalarında beraber olmak istiyor.
- İlyas Bey’in CV’sine baktığımızda neler var?
- Ben 20 yıldır reklamcılık yapıyorum. Gırgır, Fırt dergilerinde yazarlık yaptım. Reklamcılar beni daha 20 yaşında alıp aralarına kattılar.
- Yazar Jacques Seguela "Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin... O Beni Genelevde Piyanist Sanıyor!" dediği gibi sizi kötü yola düşürdüler anlaşılan.
- Aynen öyle oldu. Ben reklamcı olmak istemedim. Olmamak için çaba harcadım. Reklamcılığın insana verdiği şöyle bir güç var. Ben kitap da yazıyordum. Bildiğiniz gibi kitaplar kelimeleri yaymak üzere yazılır. Reklamcılık ise kelimeleri daraltmak üzeredir. Bana daha az şeyler söyleyerek daha öz şeyler ifade etmeyi öğretti.