İşte Batı'nın kirli şiddet sicili
Atilla’nın sürdüğü barbar kavimlerin oluşturduğu bir coğrafyadan ne kadar 'insanlığa' dair geniş düşünceler bekleyebiliriz?
ABONE OLHaber7.com yazarı Serkan Üstüner'in Zaman gazetesinde yayınlanan makalesinde Batı'nın iki yüzlü tavrını ve tarihsel süreçte şiddet sarmalını kaleme aldı.
Batı dediğimizde yakın dönemde tüm dünyaya dayatılan birçok yalanlar silsilesinin bir manzumesi olduğunu görüyoruz.
Batı’nın hümanizm ambalajıyla paketlenerek servis edilen bir medeniyet olduğu algısı son yüzyılda öyle ya da böyle başarılı olmuştur.
ŞİDDET ÜZERİNE KURULU BİR İDEOLOJİ
Batı’nın tüm ideolojisi Haçlı seferlerinden bu yana şiddet üzerine kuruludur. Batı dairesi içine alacağımız Amerika da aynı vahşi düşüncenin ürünü olarak tarih sahnesine çıkmış ve şimdiye kadar çizgisinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
Küçük bir örnek verecek olursa Kristof Kolomb, Amerika yerlileri ile ilk karşılaştığında günlüğüne bakınız neler yazmış
“… Yerliler, son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip oldukları herhangi bir şey istendiğinde hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insan yoktur. Her zaman gülüyorlar. Elli adamla bu halkın hepsi boyunduruk altına alınabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabiliriz.”
AMERİKA'NIN YAPTIĞI SOYKIRIM
Bir fikrin tezahürünü ortaya koyması açısından ibretlik bir kanıt değil mi? Evet Amerika’da sonrasında 1500’lerde Napituca katliamı ile başlayan vahşet 1930’lara kadar sistematik olarak devam etti ve neticesinde o toprakların asli çocukları soykırıma tabi tutularak yok edildi.
Batı aynı zamanda bencildir ve asla asla “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” anlayışını hiçbir zaman kavrayamayacaktır.
Bencil bir ruhta şekillenen ilk belirgin özellikte açgözlülüktür. Sürekli doymama hissi Batı’nın tüm damarlarında gezdiğinden sürekli kendilerine sömürülecek toprak bakmışlardır.
Osmanlı Devleti’nin dünya tarih sahnesinde zayıflayıp ardından çekilmesinden sonra kendi aralarında pay ettikleri coğrafyalara kan, gözyaşı ve bereketsizlik getirmişlerdir.
"HAÇLI SEFERLERİ DİNİ DEĞİLDİR"
Haçlı seferlerinin ortaya çıkmasının nedeni de asla ve asla dini nitelikte değildir. Aç kalan Avrupalı’nın Doğu’nun (Müslümanların) tüm topraklarını işgal etmek ve zenginleşmek olduğu bilinen bir gerçektir.
Avrupalı’nın nasıl bir durumda olduğuna bir örnekte İngiltere’den verelim: İngiliz seyyah Aleksander Burns, 1832 yılında Buhara seyahatinden döndükten sonra şöyle yazmış:
“ Asya halkına has tabii bir cömertliğe, münevver Avrupa’da rastlanamaz. En üst tabakasından itibaren en alt tabakalara kadar her şey, bir dilim ekmeğe varıncaya kadar bölüşülür. Müslümanlarda itibarlı kişilerle fakir kişiler arasında fark mevcut değildir, bilhassa devletle olan ilişkilerde Han bir köylü kadar sadedir.”
TEK ÇÖZÜM SAVAŞ MANTIĞI
Sadece Almanya’nın değil tüm Avrupa’nın fikri temellerinin tohumunu atan Hegel’e göre devletlerin uyuşmazlıkları savaşla çözülebilir; bir devlet diğer bir devletle “doğa”ya baktığımız gibi bakmak mecrubiyetindedir. Yani kurdun kuzuya baktığı gibi. Bu yüzden de devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde hukuki ve ahlaki kavramlar geçerliliğini yitirir.
Yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! Ben barış değil, kılıç getirmeye geldim. Çünkü ben oğulla babasının, kızla annesinin, gelinle kaynanasının arasına ayrılık sokmaya geldim. İnsanın düşmanları kendi ev halkı olacaktır.
Matta İncili’nden 731
Evet yukarıda tanımladığımız tüm örnekler Batı’nın gerçek yüzünü ortaya koymak içindi. Bugün Fransa’da yaşanan şiddet sarmalında kendi halkına eziyet eden Fransa hükümeti Türkiye’de yaşanan terör olaylarına ise başka bir gözle bakıyordu.
Gezi'de 3 yıl önce yaşanan küresel bazlı terör oyununda özellikle Almanya, ABD ve Fransa’nın nasıl ikircikli bir tutum sergilediğini hep beraber gördük.
Misal kendi içinde yaşanan olaylara dini bir kılıf bulmazken benzer bir şey Müslüman kimlikli birisi tarafından yapıldığında derhal bu tür olaylar İslam dini başlığı altında dünyaya servis ediliyor. Bu anlamda açık bir çifte standardın olduğunu ifade etmek lazım.
İşte ortaya koymaya çalıştığımız da tam da bu tür bir gerçekliktir. Gerek ABD gerekse Batı yaptıkları katliamlara ve uyguladıkları şiddete devamlı bir kılıf bulmayı başarmışlardır.
300 YIL SONRA ATILAN EN ÖNEMLİ ADIM
Doğu’nun bağımlı ya da yardıma muhtaç ülkelerinden de hiçbir ses çıkmamıştır. Türkiye’nin Erdoğan’lı yıllarıyla beraber bu durum değişmiş artık başka bir şekil almıştır. Erdoğan’ın Batı’nın iki yüzlü tavrına karşı hiçbir ön koşul olmadan ayar vermesi 300 yıl sonra atılan önemli adımlardır. Bunlar devlet refleksine yeniden kavuşmuş olmanın önemli göstergeleridir.
Evet Batı’nın gözünden insanın hiçbir değeri yoktur ve insan sadece kullanılmak için vardır. Bizde insanı yaşat ki, devlet yaşasın felsefesine karşı onlarda ise Napolyon’un söylediği şu sözler geçerlidir.
“Askerler ölmek için vardır; … bir milyon adamın hayatına zerre kadar değer vermem.