Vahdettin gerçekten casus muydu?

Vahdettin, Büyük Taarruz’u İngilizlere ispiyonladı mı? Haftalık dergisinde yayınlanan ve Emin Çölaşan'dan büyük rağbet gören belgeler ne kadar gerçeği yansıtıyor?

ABONE OL
GİRİŞ 26.08.2005 09:10 GÜNCELLEME 26.08.2005 09:10 TEKNOLOJİ
Vahdettin gerçekten casus muydu?

“Vahdettin Büyük Taarruz’u bile İngilizler’e bildirmiş! Belgeleri İngiltere Devlet Arşivleri’nin izniyle yayınlıyoruz.” “Haftalık” dergisinin son sayısının kapağından alındı bu spotlar. Röportajın aynı yayın grubunun gazetesi olan “Vatan”da haber yapılması da bu kampanyanın bir parçası olmalı. Aynı haberin 23 Ağustos günü Emin Çölaşan’ın sütunlarında guguklaması da… Zira Çölaşan’la yapılan ve sunturlu laflarına genişçe yer verilen bir röportaj da “tesadüfen” aynı derginin sayfalarında yerini almış durumda. Sanırım bu tesadüfler bir fikir vermiş olmalı haberin nominal değeri hakkında...

Büyük gazetecilik olayı: Vahdettin Büyük Taarruz’u bile İngilizler’e bildirmiş! Belgeleri İngiltere Devlet Arşivleri’nin izniyle yayınlıyoruz.” “Haftalık” dergisinin son sayısının kapağından alındı bu spotlar. Okuyunca görüyorsunuz ki, Maltepe Üniversitesi’nden bir Yardımcı Doçent’le (Orhan Çekiç) yapılan konuşmaya dayanıyor “büyük gazetecilik olayı”mız. İlginç bir rastlantı, derginin aynı sayısının arka kapağını çevirince, aynı akademisyenin yeni çıkan kitabının tam sayfa ilanıyla burun buruna geliyor ve bu haberin aslında bir kitap tanıtım kampanyasının parçası olduğunu fark ediyorsunuz. Zira nasıl oluyorsa oluyor ve röportajı yapan kişi ile “Haftalık” dergisinin kitap sayfasını hazırlayan kişi aynı çıkıyor! Röportajın aynı yayın grubunun gazetesi olan “Vatan”da 24 Ağustos tarihinde haber yapılması da bu kampanyanın bir parçası olmalı. Keza aynı haberin 23 Ağustos günü Emin Çölaşan’ın sütünlarında guguklaması da… Zira Çölaşan’la yapılan ve sunturlu laflarına genişçe yer verilen bir röportaj da “tesadüfen” aynı derginin sayfalarında yerini almış durumda. Sanırım bu tesadüfler bir fikir vermiş olmalı haberin nominal değeri hakkında.


Habere göre 16 Mart 1922 tarihinde TBMM Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey “Anadolu’da daha fazla kan dökülmeden barış yollarını aramak” üzere Londra’ya gitmiş ve İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’la görüşmüştür. Gün boyu devam eden görüşmelerden herhangi bir olumlu netice alınamamış ve heyet Ankara’ya gerisin geri dönmüştür. Haberimizdeki flaşın patladığı nokta ise şurada: Ankara heyeti Londra’ya gitmeden önce İstanbul’a uğramış ve Sadrazam Tevfik Paşa ve Vahdettin’le görüşerek Fransa ve İngiltere’ye karşı ağız birliği etmenin yolunu aramak için bir süre İstanbul’da kalmıştır. İşte tam bu sırada, Yusuf Kemal Bey’in valizindeki bazı belgeler, Vahdettin’in casusları tarafından çalınmış ve fotoğrafları alındıktan sonra yerine bırakılmıştır. Sonra bu fotoğraflar İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri’ne ulaştırılmış, o da tercüme ettirerek okuyup içeriklerini Dışişleri’ne bir raporla bildirmiştir. Dolayısıyla Ankara heyeti Curzon’la görüşmeye gittiğinde çantalarındaki “gizli” belgeler karşı tarafça önceden biliniyordu. Ankara hükümetinin kozları, Vahdettin eliyle İngilizlere teslim edilmişti, bir başka deyişle. İşte müthiş casusluk olayının özeti bu.


Çarpıtılan görüşme olayı


“Nutuk”ta Yusuf Kemal Bey’in Paris ve Londra’ya gitmeden önce İstanbul’a uğrayıp Vahdettin’le görüşmesi ve padişahın TBMM’yi tanımasının istendiği belirtiliyor. Mustafa Kemal Paşa’ya göre, İstanbul hükümetinin Başbakanı Tevfik Paşa ve Dışişleri Bakanı Ahmed İzzet Paşa, Yusuf Kemal Bey’i oyalayıp aldatmışlar, İzzet Paşa’yı, ondan önce gizlice Paris ve Londra’ya göndermişler ve onun çabaları sonucunda Ankara heyetinin Londra’da yaptığı görüşmeler başarısız kalmıştır.

Oysa daha soğukkanlı bir okuma yaparsak göreceğiz ki, olaylar başka türlü gelişmiştir. Sakarya zaferinden sonra Anadolu hareketinin gücünü ilk fark eden Batılı ülke Fransa olmuş ve 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması’nı imzalayarak İngiltere’yi yalnız bırakmıştı. Bunda, Osmanlı’yı parçalama planlarında İngilizlerin arslan payını kapmaları kadar, Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa’nın başının Almanya ile fena halde dertte olması ve İngiltere’nin harp sonunda Fransa’nın can düşmanı Almanya ile iyi ilişkiler geliştirme yönündeki “ikili” siyaseti de önemli bir rol oynamıştır.

Kurtuluş Savaşı sırasında Fransa’nın politikasında meydana gelen bu sert dönüş, İngiltere’yi Sevr Antlaşması’nı gözden geçirmeye zorlamış ve Anadolu’daki millî hareketle İstanbul hükümetinin işbirliğine gitmelerini arzulamıştır. Çünkü sonuçta Sovyetler Birliği ile giriştikleri nüfuz mücadelesinde Ankara’yı Ruslara kaptırmalarına ramak kalmıştır. Sovyetlerin mali ve teknik desteğini alan Ankara, İngiltere’yi Misak-ı Milli’yi kabule zorlamak ve Yunanistan’ın arkasından desteğini çekmesi için Sovyetler kozunu devreye sokmuş ve bu koz, açıkçası işe yaramıştı. Sakarya zaferinden sonra barış görüşmeleri teklifleri diplomatik çevrelerin salonlarında halelenirken, meşruiyet zeminini sağlamlaştırmak isteyen Ankara, yeni ve cesur bir hamle ile İstanbul’la işbirliği yapmak ve Halife-Padişahın, yani Vahdettin’in de desteğini arkasına almak ihtiyacını duymuştu. İşte Yusuf Kemal Bey’in İstanbul ziyareti bu bakımdan büyük önem arz ediyordu.

Burada bir parantez açarak şunu söylemem lazım ki, herkes Vahdettin’in bir İngiliz zırhlısına binerek kaçtığını söylerken, devrin şartlarını görmezden gelmektedir. O yıllarda abluka altında olan Osmanlı topraklarında veya denizlerinde seyahat etmek, ya Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gidişinde olduğu gibi, İngiliz kuvvetlerinden izin almak şartıyla mümkündü, ya da bizzat İngiliz tren ve gemilerine binmek suretiyle. Nitekim Yusuf Kemal Bey de 15 Şubat 1922’de İngilizlerin hazırladığı “özel bir trenle” İstanbul’a gidebilmişti!

Ertesi günü Tevfik Paşa ve Ahmed İzzet Paşa ile görüşen Ankara heyeti, İstanbul hükümetinden ne istediyse almış, Vahdettin’le de görüştükten sonra Paris ve Londra’nın yolunu tutmuştur. Burada açıklık getirilmesi gereken bir husus, İzzet Paşa’nın Paris ve Londra’ya gideceğinin bir devlet sırrı olmayıp aylar öncesinden resmen bilindiği, hatta Yusuf Kemal Bey’e Lord Curzon’la randevusunun bizzat İzzet Paşa tarafından alındığıdır. Nitekim dergide bahsedilen 16 Mart tarihli görüşmede yalnız Ankara hükümeti temsilcileri değil, İstanbul hükümeti temsilcileri de bulunmuş ve her iki Türk heyeti de bağımsızlık yönünde bastırmışsa da, Curzon’un önce mütareke diye tutturması üzerinde toplantı sonuçsuz kalmıştır.

Görüldüğü gibi, olaylar çok farklı şekilde gelişmiştir. Lord Curzon’la randevuyu ayarlayan ve hemen her noktada Ankara ile tam bir mutabakat halinde olan Vahdettin’in hangi akla hizmetle onun çantasındaki bilgileri karşı tarafa ulaştırmış olabileceği sorusu yeterince anlamlıdır. Nihayet belgelerin metinlerine bakıldığında bunların İngilizlerin ne işine yarayacağı şüphelidir. Zira İngiliz istihbaratı üzerinde yapılan araştırmalar, Ankara hakkında çok daha ileri noktadaki bilgilere sahip olduklarını göstermektedir.

Peki bu belgeler neden Public Record Office’de muhafaza edilmiştir?

İstihbaratçıların iyi bildiği bir şey varsa, o da gerçek belge ile sahtesini ayırt etmektir. İstihbarat servislerine yığınla belge akar ama oradakiler bunların hangisinin gerçek, hangisinin yanıltmaca amaçlı olduğunu iyi bilirler. Nitekim çalındığı söylenen belgeleri rapor eden Komiser, Londra’daki üstlerine bu belgelerin sağlıklı olduğuna dair bir garanti veremeyeceğini belirtmek ihtiyacını duymuş, sadece “imkânsız görünmüyor” gibisinden garip bir not düşmüştür. İngiliz Yüksek Komiseri’nin dahi sağlamlığına garanti veremeyeceğini belirttiği bu raporu Vahdettin’in casusluğunu ifşa eden büyük gazetecilik olayı şeklinde sunanlar, onlara bir İngiliz’den daha İngiliz olarak baktıklarını kanıtlamış olmuyorlar mı bir bakıma?


Mustafan Armağan / 26.08.2005 / Zaman