Yürü, yol senindir Ertuğrul Beyim!

Tarihçi yazar Yavuz Bahadıroğlu Derin Tarih'in bu ayki sayısında Diriliş Ertuğrul'da neler olacağını kaleme aldı.

ABONE OL
GİRİŞ 07.04.2016 00:28 GÜNCELLEME 07.04.2016 06:38 Yerli Dizi
Yürü, yol senindir Ertuğrul Beyim!

Osmanlı İmparatorluğunun kurulu­şu, beşer tarihinin en hayrete değer ve en büyük vâkıalarından biridir.

-Fransız tarihçi Fernand Grenard

Atlı dolu dizgin Kayı aşiretinin içine daldı. Ardında yumak yu­mak toz bulutları bırakarak doğru Ertuğrul Bey’in önüne gitti. Gırt­lağına sığmayan yorgun soluğunu tek bir cümleye sığdırdı:

“Tepenin ardındaki yazuda (düzlük) cenk var, Beyim!”

Ertuğrul Gazi’nin bir tarafında Yahşi Hoca, öbür tarafında kardeşi Dündar Bey vardı. Sohbet ede ede yürüyor, sanki uzun süren göçün tadını çıkarıyorlardı.

Karşısında duran Gazi Abdur­rahman’a dik dik baktı. Abdur­rahman’ın kavruk yüzü tozdan büsbütün kararmış, gözlerindeki zekânın şavkı büsbütün belirgin­leşmişti:

“Kimler olduğu belli mi, Gazi Abdurrahman?”

“Belli, Ertuğrul Beyim.”

Atından aşağı inip dizini yere vururken göğsünü de yumruklayarak aşiret beyini selâmladı: "Bir taraf 'Lu, lu, lu' şeklinde cenk nârâsı atarken, diğer taraf 'Allah, Allah' zikriyle cenk eder. Belli ki bir yanda Selçukîler, öbür yanda Mongollar var. Bunun tedbiri ol?'

Ertuğrul sağ elini havaya kaldırdı:"Göç dursun! Çadırlar kurulsun!" Çadırı kurulur kurulmaz aşiretin ileri gelenlerini topladı. Gazi Abdurrahman, Samsa Çavuş, Turgut Alp, Saltuk Alp, Akça Koca, Konur Alp, Yahşi Hoca diz dize bağdaş kurup oturdular. İlk söz Yahşi Hocaya verildiğinde, ak bulaşık sakalını çekiştire çekiştire söze başladı: "Bu cenk işidir, Ertuğrul Beyim, cenk işi cenk adamlarıyla konuşulur. İş ehline sorulmalı buyrulmuştur.

Biz bu mevzuda ehil sayılmayız." Yahşi Hocanın mütalâasını böylece alan Ertuğrul Gazi, Akça Koca'ya döndü. "Koca yiğit, sen ne dersin?" "Beyim, evvelâ malûmatı bir tamam almalı değil miyiz? Gazi Rahman kardaşım cengi ne cihette görmüştür? Galip ile mağlûp belli midir?" Gazi Abdurrahman "Bellidir," diye cevap verdi. "Mongol kötü yüklenir. Çingiz takımı Selçuklunun soluğunu kesmiş görülür. Zafer Mongol hesabına yakın görülür." "Bu hesapça," diyerek tekrar söz aldı Akça Koca, "bizim dört yüz kılıç:an ibaret olduğumuzu da düşünürsek, mağlûp tarafa, yani Selçukluya kuvvet verirsek onlarla Mongol bizi dahi silip süpüreceğinden, ben, cengi görmemiş gibi yapıp yola devam edelim derim.

" "Ya senin reyin ne cihette, Saltuk Alp?"Saltuk Alp rahatsızlıkla kımıldadı. Omuzları sualin ağırlığı altında ezilmiş gibi çökmüştü. "Göçüp gidersek, Mongol bir gün bunu anlayıp, "Vay ki siz müşkül vaktimizde ırak duranlardansınız' demesiyle bizi de kılıca lokma etmesi bir olmaz mı? Celâlüddin Har-zem Şahına yardım ederken zaten Mongolu fena kızdırmışız. Celâlüddin'in ölümüyle buralara gelip İklim-i Rum'da [Anadolu] yurt tutmaya niyetlenmişiz. Görünen o ki, Mongol, Harzemi silip süpürdüğü cihetle Selçukluyu da silip süpürmekte. Bu kargaşa bizi de yutmadan Mon- goiun gözüne girmenin çaresini bulmalıyız."

"Yani?" diye sordu Ertuğrul Gazi. "Yani, Beyim, cenkte Mongol tarafını tutmalıyız." Ertuğrul Gazi, sabırsızlıkla elini dizinde şaplattı: "Bre siz ne dersiz? Biz Müslüman oğlu Müslümanız. Hem de Oğuzun Günhan kolundan olmağılen Selçuklu kadar Türkmeniz. Dinimizden ve d'ahi soyumuzdan biri Mongol putperestinin kılıcına lokma olurken bize ne çekip gitmek yaraşır, ne de Müslüman dururken Mongola yardım etmek. Yerimiz Selçuklunun yanıdır. Kader bu yolda yok olmak yazmışsa alnımıza, şerefle, izzetle yok oluruz.

Bizi vatanımızdan sürüp çıkaran, yeryüzünde Müslüman, hele hele Türkmen bırakmamaya andı olan Çingiz askerine yardımda dinin gayreti yoktur. Din gayreti Müslümanın Müslümana yardımında vardır. Cenk davulu vurulsun. Kadınlar, çocuklar ve kocalar burada kalsın. Allah nasip ederse döner alır, göçümüze devam ederiz."

Karar böylece çıktı ve çıkan karara herkes uydu. Dört yüz kişi tek bir kılıç gibi birleşip tepeyi aştı. Savaşın kanlı bir biçimde devam ettiği ovaya uçtu. Selçuklular, arkadan taze Moğol kuvvetleri geldiğini zannedip ümitlerini büs bütün kaybederken, Kayılar yalın kılıç Moğol saflarına hücum ettiler.

Selçuk Sultanı 1. Alâüddin Keyku-bâd (1220-1237), cıva gibi akıcı, ateş gibi yakıcı Kayı cengâverlerinin maharetle kılıç salladıklarını görünce etrafındakilere sordu: "Kim bunlar?" "Bilmeziz," dediler. "Fakat bize dost oldukları yardımlarından bellidir." "Belli olan bir şey daha var. Cenk ediş biçimlerine bakarsanız görürsünüz. Bunlar bizim din ve soy kardaşları-mızdır. Allah'ın izni ve bunların yardımları sayesinde cenk zaferle neticelendiğinde, beylerini huzurumuzda isteriz. Aklınızda bulunsun." Ve cenk Selçukluların zaferiyle bitti (1231). İki tarafın da çok yorgun ve bitkin olduğu bir zamanda harp meydanına dalan dört yüz Kayı Hanlı (bir rivayete göre de tam 444) savaşın gidişin A değiştirdi.

Keykûbad çok memnundu. Teşekkür için otağına çağırdığı Kayı Beyi Ertuğrul Gaziye samimiyetle soruyordu: "Bir dileğin, bir arzun var mı?" "Sultanım, önce sağlığınızı dilerim, lâkin göç vurgunuyuz. Pederimiz Gündüz Alp'i yol aldı. Beşelerimiz [büyük kardeşler] Sungur Tekinle Gündoğdu, Caber'den geriye döndü. Aramıza katılmış bazı boylar, pederimizin vefatı üstüne dağılıp herbiri bir başka tarafa gitti. Biz dört yüz çadır kaldık. Hamiyetinize sığınmak için topraklarınıza girdik. Yazın kalabilecek bir yaylağa ve kışın hayvanlarımızı otlatabilecek kışlağa muhtacız.

Konduğumuz yeri imâr eder, gâvur ve putperest şerrinden hudutlarınızı koruruz." "Nereden gelirsiniz?" "Teey Horasan civarında Merv denir, Mahan denir yerlerden, Sultanım. Bir zaman Celâlüddin Harzem Şahla bile olup Mongola set tuttuk. Celâlüddin babasına çekmedi. Onun gibi Mongol şerrinden korkup kaçmadı. Bir çok zafer de kazandı. Lâkin, kader, birgün sizinle karşılaşıp yenildikten sonra dağlarda sırtından hançerlenip şehit edildi." "Böyle bitmesini istemezdik. Hakikaten Celâlüddin Mengübirti, İslâmın kahraman bir evlâdıydı. Askerî bir 10 dehâ olduğunda şüphem yok; lâkin siyasî hatâları bu neticeyi doğurdu. Ve böylece Harzem seti yıkıldığından, Mongol, topraklarımıza girdi. Tarih belki de Celâlüddin'İe cenk edişimizi iki tarafın büyük bir hatâsı olarak kaydedecek."

Buruk bir iç çekişten sonra devam etti: "Sana ve aşiretine Söğüt kışlasıyla Domaniç yaylağını dirlik verdik. Bizans hududunda ucbeyimizsin. Göreyim topraklarımızı Bizans sergerdesinden, Mongol çudarından ve Katalan eşkiyasından koru. Hacetin oldukta da bize müracaatta gecikme. Ordumuzla Karaca-Hisar Tekfurunun [bey, kale muhafızı] isyanını kırmak üzere Karaca-Hisar'a giderdik.

Mongol yolumuzu kesti, bizi ziyadesiyle yordu. Fethi sana ısmarladık Yanına bir miktar da asker vereceğiz. Allah muinin olsun." 1 Ertuğrul Gazi, Karaca-Hisar'in nerede olduğunu dahi sormadan huzurdan çıktı. Kendi emrine verilmiş Selçuklu askerini alıp yola düştü. Zaten muhasara altında bulunan Karaca-hisar'ı vurdu, aldı. Fakat konmadı. Selçuklulara terk edip yeni yurdunun yolunu tuttu. Göç artık bir meçhule gidiş değildi. Hedef belliydi. Aşiret Söğüt'e gidiyordu

 Arapların "Saf saf," Acemlerin "Bîd," Bizanslıların "Tebazyon" ve Selçukluların "Söğüt" dediği beldeye. Belki kendisi dahi farkında olmadan, Kayı Aşireti, bir "devlet-i ebed müddet"in çekirdeğini atmaya gidiyotdu. Yok, Ertuğrul farkındaydı. Devlet olacağını rüyasında görmüştü. Belki bu yüzden pervasız, belki bu yüzden o kadar emindi. O gece gökyüzü küme küme yıldızdı. Dolunay altın bir tepsi gibi gökkubbenin ortasına çakılmıştı. Ertuğrul Gazi çadırında uyuyordu. Rüyasında, bir kazanla su kaynatmaktaydı. Sular önce fokurdamaya, ardından taşmaya durdu.

Taştı taştı, derya 11 oldu. Dağlan aştı, ovaları sardı, dünyaya yayıldı. Bütün dünya Ertuğrul'un kazanından taşan deryanın altında kaldı. Sabah uyanır uyanmaz, isabetli rüya tabiriyle meşhur birine rüyasını tabir ettirdi. "Devlet görünür, Ertuğrul Beyim. Kuracağın devlet Allah'ın izniyle dünyanın yarısına hâkim olup, uzun yıllar şan ü şerefle yaşayacak. Torunların devletin hudutlarını genişletecekler, büyük cenkler yapıp muazzam zaferler kazanaraktan yürüyecekler ve bir gün Bizans'ın hudutlarını söküp atmak suretiyle 'Onu fethedecek kumandan ne güzel kumandan, onu fethedecek asker ne güzel askerdir' hadis-i şerifinin müjdesine mazhar olacaklar.

Yürü, yol senindir, Ertuğrul Beyim." Bir zaman sonra Ahi erenlerinden birine misafir gitmişti. Tatlı sohbetin sonunda buzlu şıralar içip serinlediler. Nihayet yatmaya çekildiler. Dergâhın hizmetlisi dervişlerden biri Ertuğrul Gaziye odasını gösterdi. "Allah rahatlık versin" deyip çekildikte, Ertuğrul Gazi bakındı. Yatağın başının ucundaki rafta bir Kur'ân-ı Kerim gördü. Dayanamayıp aldı. Niyeti birkaç sayfa okumaktı. Ama satırlar gözlerini miknatıs gibi çekiyor, okudukça okumaktan kendini bir türlü alamıyordu. Sabah ezanı verilip dergahın hizmetlisi derviş, Ertuğrul Gaziyi namaza kaldırmaya geldikte, onu, diz çökmüş Kur'ân-ı Kerim okur, yatağını ise bozulmamış görünce hayretini yenemeyerek sordu: "Hiç uyumadınız mı?" Ertuğrul Gazi, ezanı dahi duyamayacak kadar dalmıştı. Şaşkın şaşkın bakındı. Sabahın alacalı şafağını pencerede görünce, sabahı ettiğini anlayabildi. Kalktı. Kur'ân-ı Kerimi üç defa öpüp başına koyduktan sonra: 12 Ertuğrul Gazi mescidi. "Allah kelâmı karşısında uzanıp yatmaya gönlüm elvermedi, biraz olsun okumak üzere çöktüm ya, vakit çabuk geçti" dedi. 13 Derviş görüp şaştığı hâdiseyi şeyhine anlatmak için acele savuşur savuşmaz, odayı zangır zangır sarsan ve Ertug-rul Gazinin tüylerini diken diken eden bir ses duyuldu: ; 'Mademki Benim Kelâm-ı Kadîmimi o kadar hürmetle okudun; çocuğun, çocuğunun çocuğu nesilden nesile şân ve şerefli olacaklardır." (Hammer, c.l, s. 61. Âli ve Neşrî aynı rüyayı Osman Beye hamlederler.) Avusturyalı bir diplomat ve oryantalist olan Hammer' -in alaycı bir üslûpla naklettiği bu rüya aynen tahakkuk edecek ve Söğüt'te atılan inanç çekirdeği kısa denebilecek bir müddet zarfında neşv ü nema bulup, Ertuğrul Gazinin torunları hakikaten tarihe şan ve şeref kazandıracaklardır. Ama bir Garplıdan Şark tefekkürünü idrâk etmesini, hele hele Kur'ân-ı Kerimin mucizelerini kavramasını beklemek elbette mümkün değildir.

Kaynak:Haber7/ Yavuz Bahadıroğlu/Derin Tarih