Çarpıtmanın bile bir asaleti vardı!

Deniz Feneri e.V soruşturmasına ilişkin iki haberi maddi hatalarla manşetten veren Taraf, bu zokayı nasıl yutuyor. Akif Beki dezenformasyon bu kadar ucuzlamasını sorguladı

ABONE OL
GİRİŞ 08.09.2011 11:10 GÜNCELLEME 08.09.2011 11:10 Deniz Feneri e.V Gerçekleri
Çarpıtmanın bile bir asaleti vardı!

Çarpıtmanın bile bir asaleti, haysiyeti vardı eskiden. Adliye muhabirleri, ellerine belgesi tutuşturulmadan, her duyduklarını bir koşu gazeteye basmazlardı.

Eskiden de olurdu bu işler, yeni çıkmadı. Fakat kül yutturmak zordu acar muhabir kısmına. Onlar yutsa, yazıişleri masasının cingözleri yutmazdı. Yeni bir âdet peydah oldu. Eline ifade tutanağı, mahkeme kararı gibi belgeler tutuşturulmuyor artık adliye muhabirlerinin. Merkezdekiler de zokayı yiyip mahrecini sormuyorlar. Kulağa lalettayin üflenen birkaç fısıltı, arkası sorgulanmaksızın manşete çekiliyor. Manipülasyon, dezenformasyon bu kadar ucuzladı.

Delil peşinde koşturup suçun sübutuna mahkemeyi ikna etmektense göz boyayarak kamuoyunu yanıltmak savcıların da kolayına geliyor. Gazetecilerin sırtından bilgi kirliliği yaratmakta ustalaştılar, spin doktorluğunda derece alacak kadar beceri kazandılar halkla ilişkiler sahasında. Teşne gazetecileri görünce, dosyanın hakkını vermeyi bir kenara bırakıp satışa odaklanıyorlar.

Kaynağı belirsiz haberlerle medya üzerinden görülen davalar arasında Deniz Feneri dosyası ilk sıralara doğru yükselişte. Hacmi, hem hukuk hem de gazetecilik derslerinde okutulacak kabarıklığa ulaştı şimdiden.

Tahayyül edin ki, külyutmaz geçinen gazetelerden birini bile bu konuda iki kere üst üste işlettiler. Deniz Feneri davası haberlerinde arka arkaya çuvalladı Taraf. İstanbul Başsavcıvekili Fikret Seçen için ‘Deniz Feneri’ne Başsavcı isyanı’ diye manşet attılar, Fikret Seçen’den derhal yalanlama geldi. Meğer davadan alınan savcıların evrakta tahrifat şeklindeki tasarruflarını savunmamış, meğer üzerine atılan beyanlar ondan sadır olmamış aslında. Ankara Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmadaki usuli işlemlerin doğru veya yanlış olduğuna dair açıklama yapması zaten söz konusu olmazmış. “Kısacası, ben Deniz Feneri soruşturmasına değil gazetenizde yer alan manşete isyan etmekteyim” diyor Fikret Seçen. Taraf’ın birinci fiyaskosuydu bu.

Birkaç gün sonra, ‘Deniz Feneri’nde itirafçının itirafları’ haberini manşete çektiler, sonuç daha beter oldu. İtirafçı, Kanal 7’nin Bilgi İşlem Müdürü Cüneyt Kavasoğlu’ydu sözde. Kavasoğlu, yazılı bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Ama ne açıklama! Adı dahil, yalan yanlış yazılan her şeyi a’dan z’ye düzeltti. Şu kadarcığını aktarıyorum, gerisini hayalinizde canlandırın siz: “Gazetenin birinci sayfasında Kanal 7’nin Bilgi İşlem Müdürü olarak davanın eski savcılarından Abdülvahap Yaren’in adının kullanılması, haberin ne kadar özensiz hazırlandığının bir göstergesidir. Bir gazetenin namusu olan manşette yapılan bu ciddi hata, haberin devamındaki tamamı yalan olan iddiaların ne kadar ciddiye alınması gerektiğini göstermektedir. Haberdeki tek doğru nokta, savcılığa ifade verdiğim ve Kanal 7’de Bilgi İşlem Müdürü olarak görev yapmamdır. Haberde geçen (çifte muhasebe kaydını itiraf etmek, yöneticileri suçlamak gibi) iddialar ile benim verdiğim ifadeler arasında kesinlikle bir benzerlik bulunmamaktadır...”

Haberin gerçekle, savcılık ifadesinin suç itirafıyla uzaktan yakından alakası yokmuş vesselam. Tamamı uydurma, tamamı asparagas. Tek doğru bilgi, olayın Deniz Feneri davasında geçtiği.

Çarpıtmanın bile bir asaleti, haysiyeti vardı eskiden. Adliye muhabirleri, ellerine belgesi tutuşturulmadan, her duyduklarını bir koşu gazeteye basmazlardı. Gazete, oynayacaksa da gerçek bir belgenin üzerinde oynama yapardı. Haberin kaynağından ifade tutanağını istemek, tahrif edilen evrakı görmeye çalışmak gelmiyor artık akıllarına. ‘Nerede bunun aslı, hani belgesi’ diye de sormuyor kimse muhabire.

Maksat gerçeklerin peşinden gitmek değil de kendi kendini rahatlatmak olunca, işletilmek mukadder olmaz mı?

Radikal