İşte asıl hukuksuzluk da bu...

Deniz Feneri e.V soruşturması savcılarının mahkeme evrakından tahrifat yaptıkları için görevden alınması tartışmasını değerlendiren Gülay Göktürk, asıl hukuksuzluğa dikkat çekti..

ABONE OL
GİRİŞ 09.09.2011 11:48 GÜNCELLEME 09.09.2011 11:48 Deniz Feneri e.V Gerçekleri
İşte asıl hukuksuzluk da bu...

Gülay Göktürk'ün köşe yazısı

Yine Deniz Feneri ve evrakta tahrifat konusu

Deniz Feneri ile ilgili yazımda, savcıların görevden alınması için gerekçe gösterilen "evrakta tahrifat" konusunda Adalet Bakanı'nın açıklamasını tatmin edici bulmadığımı belirtmiş ve şöyle demiştim: "Görevden alınan savcılar evrakta tahrifat denilen şeyin gereksiz bilgilerin kapatılmasından ibaret olduğunu ve bunun Ergenekon ve Balyoz davaları da dahil olmak üzere birçok davada sık sık yapılan bir uygulama olduğunu söylediler. Nitekim İstanbul Başsavcı Vekili de bu görüşü doğruladı. 'Evet, biz de bu tür uygulamalar yapıyoruz' dedi."

Yazım üzerine sanık avukatlarından Av. Hakan Yıldız aradı ve "evrakta tahrifat" konusunda görevden alınan savcıların yaptıkları savunmanın gerçeğe aykırı olduğunu anlattı uzun uzun. Ayrıca, kendi söylediklerini doğrulayan belgeleri de gönderdi. Tabii bu durumda bana da, sanık tarafının görüşlerine aynı sütunda yer vermek düştü.

Tartışmayı biliyorsunuz; görevden alınan savcılar mahkemeye başvurarak hem dava sanığı olan 18 kişinin şahsi mallarına ve ortaklıkları bulunan şirketlerdeki ortaklık paylarına hem de söz konusu şirketlerin mallarına el konulmasını talep ediyorlar. Mahkeme, sanıkların şahsi malları ile ortaklık paylarına el konulmasını kabul ediyor ancak şirketlerin mal varlıklarına el konulması talebini reddediyor.

Ne var ki, mahkemenin bu açık ret kararına rağmen savcılık makamı sanıkların ortak olduğu şirketlerin varlıklarına da el konulması için müzekkere yazıyor. Savcılığın yazdığı 4 Nisan 2009 tarihli müzekkerede ''Belirtilen gerçek ya da tüzel kişiler hakkında Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 01.06.2009 gün ve 2008/563 el koyma kararı gereğince işlem ifası ile sonucunun gizlilik kaydıyla Cumhuriyet Savcısı Nadi Türkaslan adına ve kişiye özel olarak gönderilmesi'' isteniyor.

Yani, savcıların yaptıkları tek şey mahkeme kararının yollanan merci ile ilgili olmayan maddesini kapatıp geri kalanını yollamak değil; mahkemenin kararına aykırı bir biçimde, el koyma kararının şirketler açısından da uygulanması için usulsüz müzekkere yazmak... Bir başka deyişle, mahkemenin kararına aykırı bir biçimde "hüküm tesis etmek..."

İşte asıl hukuksuzluk da bu...

Nitekim savcılık tarafından yazılan bu müzekkere üzerine bazı sanıkların hissedar olduğu şirketlerin taşınmazları hakkında (mahkeme kararına aykırı bir biçimde) el koyma işlemi de gerçekleşiyor. Normal şartlarda tapu idarelerinin bu tip el koyma işlemlerini mahkeme kararı ile yapmaları gerekirken, bu olayda bir mahkeme kararı mevcut olmadığı için, ilgili tapu idaresi işlemi ''Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu'nun 04.09.2009 tarih 2008/2111 sayılı müzekkeresi... 02.06.2009 tarih 2008/2111 sayılı yazıları''na atfen yaptığını yazmak zorunda kalıyor.

Bu usulsüz el koyma işleminin ardından sanık avukatları savcılara başvurduğunda savcılık tarafından kendilerine gönderilen 22 Mart 2010 tarihli cevabi yazıda

''...şirketlerin sahip olduğu taşınmazlara tedbir konulmasında karara aykırı bir yön bulunmadığı'' ifadesi kullanılıyor. Aynı şekilde, sanık avukatlarının benzer bir talebine karşı, ilgili savcıların verdiği 5 Ekim 2010 tarihli yazıda da açıkça;

''...dilekçenizde belirtilen tüzel kişiliklere ait taşınmazlar üzerindeki tedbirin kaldırılması talebinin yerinde görülmediği'' ifade ediliyor.

Savcılığın sanık vekillerinin dilekçelerine verdiği bu cevaplarda da resmen kabul ettiği gibi, mesele sadece bir mahkeme kararının bazı maddelerinin üstünü kapatıp ilgili yerlere yollamak değil. Ortada mahkemenin reddettiği bir talebi savcılık müzekkeresi yoluyla uygulatmak gibi bir durum mevcut.

Dolayısıyla bu durumda, "görevden alınan savcıların yaptıkları şeyin genel bir uygulama olduğu, nitekim Balyoz ya da Ergenekon davalarında da aynı usulün uygulandığı" şeklindeki savununun bir geçerliliği yok. Karşı karşıya olduğumuz olayın "yargı kararının tahrif edilmesi" ya da "mahkeme kararına aykırı olarak yeni hüküm tesis edilmesi" olarak yorumlanması da son derece doğal.

Şimdi ben, sanık vekillerinin bu açıklamaları hakkında görevden alınan savcıların ne diyeceğini merak ediyorum. Eğer cevap verirlerse onların savunularını da yayınlayacağım.

BUGÜN