Beraat edeceklerine inanıyorlar
"Peşinen suçlu ilan eden Alman yargıcın söyledikleri konusunda, gerekse sizin kişisel kanaatleriniz konusunda müvekkillerimiz, adil bir soruşturma-yargılama sonucu beraat edeceklerine kesin olarak inanmaktadırlar."
ABONE OLMilliyet yazarı Hasan Cemal, bugünkü köşesini Deniz Feneri e.V davasının avukatlarından Hakan Yıldız'ın açıklamasına ayırdı.
İşte Hasan Cemal'in bugünkü köşe yazısı:
Deniz Feneri davasında cevap hakkı!
Deniz Feneri davasıyla ilgili geçen cumartesi günkü yazıma Avukat Hakan Yıldız’dan bir açıklama geldi. Cevap hakkına saygının bir gereği olarak bugün köşemi bu açıklamaya bırakıyorum.
Sayın Hasan Cemal, 10 Eylül 2011 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki köşenizde, “Deniz Feneri’nde hukuk mu, siyaset mi?” başlığıyla çıkan yazınızla ilgili olarak bu açıklamayı gönderme lüzumu hissettim.
Yazınızda Almanya’daki Deniz Feneri e.v davasının Türkiye ayağındaki soruşturmayı yürüten savcıların görevden alınmasında hukukun değil, siyasetin ağır bastığını iddia ediyorsunuz.
“Deniz Feneri’ndeki üç yıllık sürece ve şimdi gelinen noktaya bakınca, acaba kim ikna olabilir ki, HSYK’nın yargıçları görevden alan kararında siyaset değil de hukuk ağır basmıştır diyeÖGeçelim.” ifadeleriyle bu işlemin hukuki değil, siyasi gerekçelerle yapıldığını iddia ediyorsunuz.
(Öncelikle yazınızda yer alan iki bilgi hatasını düzeltelim. 1-Görevden alma işlemini HSYK değil, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı yapmıştır. 2-Görevden alınan kişiler, Deniz Feneri e.v davasının yargıçları değil, savcılarıdır.
Sayın Cemal,
Hemen belirtmeliyim ki bu işlem,HSYK tarafından görevlendirilen başmüfettişlerin, görevden alınan savcıların hukuku ağır bir şekilde ihlal ettikleri tespitini yapmalarından sonra, tamamen hukuki gerekçelerle yapılmış bir işlemdir.
Konuya gelişi güzel kanaatlerle değil, sağlam ve tutarlı bir şekilde yaklaşmanıza katkıda bulunabilmek için size, hem bu konuyla ilgili süreci, hem de savcıların görevden alınmaları sonucunu doğuran olayı anlatmak isterim.
Olay şudur:
1 Haziran 2009 tarihinde soruşturmayı yürüten savcılar mahkemeye başvurarak, konuyla ilgili ismi geçen 19 kişinin bütün mal varlıklarına ve yine ortağı-sahibi oldukları şirketlerin malvarlıklarına tedbir konulmasını istemişlerdir.
Bu başvuruyu değerlendiren mahkeme, 01.06.2009 tarihli kararı ile 18 kişinin varlıklarına CMK m. 128 hükmü gereğince el konulmasına karar vermiştir. Ancak, bu kişilerin ortağı oldukları şirketlerin varlıklarına el konulması talebini reddetmiştir.
Mahkemenin tüzel kişilere, yani şirketlere ilişkin açık red kararına rağmen Savcılık Makamı; müvekkillerin ortak olduğu şirketlerin varlıkları açısından tedbir uygulanması için müzekkere yazmıştır. Şirketler yönünden tedbir talebi mahkemece açıkça reddedilmişken Savcılık Makamı’nın bu uygulaması açık bir kanunsuzluk hukuksuzluktur.
Savcılık Makamı’nın 04.09.2009 tarihli müzekkeresinde açıkça; ‘‘Belirtilen gerçek ya da tüzel kişiler hakkında Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 01.06.2009 gün ve 2008/563 el koyma kararı gereğince işlem ifası” istenmekte ve müzekkerede taşınmazlarına el konulması istenen 21 tane şirketin ismi açıkça tek tek sayılmaktadır.
Nitekim bir kısım müvekkillerin hissedar olduğu birçok şirketin sahibi olduğu taşınmazlara söz konusu müzekkere gereğince el koyma işlemi uygulanmıştır.
Bu usulsüz tedbir uygulamasından kararın alındığı Haziran / 2009’dan yaklaşık 10 ay sonra haberimiz olmuştur.
Bunun üzerine işlemin hukuka aykırı olduğu düşüncesiyle ilgili savcılara başvurduk.
Ancak, ilgili savcıların tarafımıza verdiği 22.03.2010 tarihli yazıda açıkça; ‘‘Ö şirketlerin sahip olduğu taşınmazlara tedbir konulmasında karara aykırı bir yön bulunmadığı’’ifadeleri kullanılmış, 05.10.2010 tarihli yazıda da; ‘‘Ö dilekçenizde belirtilen tüzel kişiliklere ait taşınmazlar üzerindeki tedbirin kaldırılması talebinin yerinde görülmediği’’ ifadeleri kullanılmıştır.
Her iki yazıda da görevden alınan üç savcının imzaları vardır.
Şikayetimiz üzerine HSYK, konunun ciddiyetini fark etmiş ve derhal iki başmüfettiş görevlendirmiştir. Başmüfettişler dosyayı inceledikten sonra savcıların gerçekten de mahkeme kararını tersten uygulatmak suretiyle (yani reddettiği kararı kabul etmiş gibi göstererek) ‘tahrifat’, ‘evrakta sahtecilik’ gibi ağır bir hukuki ihlalde bulundukları tespitini yapmışlardır.
Şimdi;
Bir an için bu kararın siyasi gerekçelerle verildiğini düşünecek olursak, o zaman şu sorular karşımıza çıkmayacak mıdır:
1-Savcılar, bu tür siyasallaşmış /güncel davalarda istedikleri hatayı yapma hakkına sahip midirler?
2-Başka zamanlarda, başka konularda hukuk devleti istenebilir ama konu Deniz Feneri olunca burada istenildiği zaman savcılar hukukun dışına çıkma özgürlüğüne sahiptir denilebilir mi?
3-Savcılar, mahkeme kararına aykırı işlem yapmak suretiyle hem hukuku ihlal edip, hem de soruşturmayla ilgisi olmayan insanları da mağdur etme hakkını nereden bulmaktadırlar?
4-Bu tür örneği olmayan ağır ihlaller, başka savcılara da ilham kaynağı olursa, ortaya çıkacak olan büyük haksızlıkları kim giderecektir?
Yazınızın önemli bir bölümünde de, daha önceki yazdıklarınızı hatırlatarak bazı müvekkillerimle ilgili ağır ithamlarda bulunmuşsunuz.
İşin bu kısmıyla ilgili olarak da bilmenizi istediğimiz şey şudur:
Gerek üç yıl önce hukukun bütün evrensel kriterlerini hiçe sayarak ifadesini dahi almadığı insanları peşinen suçlu ilan eden Alman yargıcın söyledikleri konusunda, gerekse sizin kişisel kanaatleriniz konusunda müvekkillerimiz, adil bir soruşturma-yargılama sonucu beraat edeceklerine kesin olarak inanmaktadırlar.
Avukat Hakan YILDIZ
Referans Hukuk
Hasan Cemal / Milliyet