'Türkiye hazırlıklı olmalı! 'Kötü adam rolü' yine Erdoğan'a biçildi'
Haber7 yazarı Fatih Karakaya "Fransa insan hakları ihlali yapıyor" adlı köşe yazısında, Fransa'da artan ırkçı olayları ve Müslümanların hedef gösterilmesini değerlendirdi. "Kimse Fransa'nın bu kadar dar kafayla baskıları artıracağını beklemiyordu" diyen Karakaya, "Türkiye'nin hazırlıklı olmalı. Hal böyle olunca da yine haksızlığa ses çıkarmak Türkiye'ye düşüyor. Bir kez daha "kötü adam rolü" Erdoğan'a biçiliyor" dedi
ABONE OLİşte Fatih Karakaya'nın o yazısı;
2017 yılında Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi aday Emmanuel Macron diğer adaylara inat Müslümanların hedef gösterilmesine karşı çıkıyor ve “toplumsal barışı inşa” etmeyi vaat ediyordu.
Ancak tıpkı kendinden önceki Cumhurbaşkanları gibi seçilir seçilmez Müslümanları hedef almaya başladı. Açıklamaları ile Müslüman toplumunda tedirginliğe neden olmaya başladı.
Müslümanlara yapılan saldırıları görmezden geliyor, kendisi de “Müslüman avına katılıyordu”. 2015 yılında yaşanan Charlie Hebdo olayları sürekli Müslümanları toplu suçlu ilan etmek için kullanılıyor ve sanki tüm Müslümanlar olayı benimsemiş gibi yansıtılıyordu.
HER TERÖR OLAYINDA HEDEF GÖSTERME
Fransa’da her terör olayından sonra Müslümanlara “kalkın, özür dileyin, içinizdeki aşırıları temizleyin” gibi hiçbir mantığı olmayan telkinler yapılıyordu. Sanki cami girişlerinde “karakter ölçücü” aletler vardı.
Gerçi Fransa’da yaşanan terör olaylarında hiçbirinin camiye yakın olmadığını bilakis ekseriyetinin gece hayatı, kadın, alkol ve uyuşturucu müptelası olduğunu görüyoruz.
Buna rağmen toplu suçlamalar yapılıyor “uyumlu Müslümanlar” olayı engellemediği için onlar da aynı kefeye konuyordu.
Fransız Müslümanların her birinin istihbaratçı olmasını ve şiddete yönelebilecek olanları tahmin etmeleri isteniyordu.
MEDYADA KİN VE NEFRET PATLAMASI
Bunun sonucu olarak medyada yer alan konuşmacılar, uzmanlar, aydınlar istisnasız hepsi doğrudan Müslümanları hedef almaya başladı. Artık terörist- Müslüman ayrımı kaldırılmıştı, dindar-radikal içiçe geçmişti.
2016 yılında sadece ve sadece uzun etek giydiği için Müslüman bir kız okuldan atılmıştı. 2004 yılında okullarda dini sembol yasağı sadece Müslüman kızlara uygulanmış ve uzun etek bile dini sembol hale gelmişti.
Ayrımcılık ve dışlama tüm hızıyla devam ederken aynı zamanda Müslümanları temsil eden dernekler devletin isteğine göre şekil alıyordu. Bu bağlamda Sarkozy tarafından kurulan CFCM’nin başına sürekli devlet ile iyi geçinen kişiler gelirken, haksızlığa itiraz edenler radikal İslamcı diye etiketleniyordu.
25 Mart 2020 yılında Müslüman nüfusunun yoğun yaşadığı Mulhouse şehrinde Macron büyük değişimin sinyallerini verdi. Bir taraftan Müslümanları hedef alırken diğer taraftan Türkleri de unutmadı.
O günden sonra medyada reytinglerin de verdiği cesaret ile Müslümanlara hakaret edilen programların sayısında patlama yaşandı. Eric Zemmour, Zineb El Rhazaoui, Zohra Bitan gibi ünlü kişiler her gün medyada Müslümanlara kin kusmaya başladılar. Fransa mahkemesi 2 defa Eric Zemmour’a halkı kin ve nefrete teşvik ettiği gerekçesi ile ceza verdi. Buna rağmen bir gün sokakta Zemmour’a laf atıldı diye Emmanuel Macron, Zemmour’u arayarak tam 45 dakika destek görüşmesi yaptı.
AYRILIKÇILIĞA KARŞI YASA
Fransa 2022’de yeniden seçimlere gidecek. Uzun yıllardan beri ülke aşırı sağcı aday ile başka bir aday arasında gidip geliyor. Sözde aşırı sağa karşı olan adaylar, “aşırıcılığa” karşı ortak tavır almaya davet ediyor ve böyle kazanıyor. Ancak 2 Ekim’de Macron’un açıkladığı yasalar ve sonrası takip eden olaylar asla aşırı sağın bile yapabileceği siyaset değildi.
Macron 2022’de seçilmek için tüm insan haklarını bir kenara koymuş durumda. Yeniden seçilebilmek için aşırı sağın oylarına talip. Bu nedenle de hukuksuz işlere imza atıyor.
İçişleri Bakanı Darmanin yaptığı açıklamalar ile bu hukuksuzluğu açıkça ortaya koyuyor. Öncelikle spor salonlarında başkalarının önünde çıplak duş almayanları “Cumhuriyet düşmanı” ilan etti. Eşitlikten yana bakan Marlene Schiappa, Müslümanlara düşmanlığı artırmak için sanki tüm erkekler 4 evliymiş gibi abartılı durumlar yarattı.
Bu yasaya göre Müslümanlar artık kendi imamlarını seçemeyecek, devlet tarafından imamlara etiket yapıştırılarak “iyi imam – kötü imam” ayrımı yapılacak. Böylece dini ritüeller bile devlet tarafından kontrol altına alınacak.
Aslında dini yaşantısı olan her vatandaş Allah’ın üstünlüğünü her zaman kabul eder, ancak bu yasalara uymayacak anlamına gelmez. Buna rağmen Fransa medya aracılığıyla anketler yapıp “Müslümanlar Allah’ın yasalarını Cumhuriyet yasalarından üstün tutuyor” diye yaygara koparıyorlar.
Her yazılan yazı, her söylenen söz Müslümanlara karşı nefreti artırmaya, toplum nezdinde suçlu göstermeye yönelik atılıyor.
Örneğin; şimdi okullarda Müslümanları derinden üzen karikatürler dağıtılacak. Açıkça yangına körükle gidilirken burada Müslümanların en doğal hakkı olan itiraz etme, sevmeme hakkı elinden alınıyor. Bir düşünün ki 6 yaşında bir çocuğa inandığı Peygamber ile ilgili aşağılayıcı yayınlar gösterilecek. Hangi ifade özgürlüğü, hangi insan hakları bunu kabul edebilir?
DERNEK VE CAMİLERİN KAPATILMASI
Şu anda hiçbir şekilde şiddete karışmamış derneklere inanılmaz derecede baskılar ve baskınlar yapılıyor. Son 5 yılda Barakacity derneğine 4 sefer baskın yapılmış her seferinde suç bulunamamıştır. Buna rağmen hukuku ayaklar altına alan İçişleri Bakanı, derneği kapatmak için genelge yayınlamıştır. Genelgede dernek başkanının sosyal medyada birilerini taciz ettiği iddia edilmektedir ki bu yalan ancak doğru olsa bile dernek ile alakası nedir?
Daha vahimi yine dernek başkanının İsrail ve özellikle de Cemal Kaşıkçı cinayetinden sonra Arabistan karşıtı twitleri gerekçe gösterilmektedir. Bir düşünün ki Fransa yabancı bir devleti eleştiriyi dernek kapatma gerekçesi olarak kullanıyor. Hangi hukuk bunu kabul edebilir?
Son olarak kapatma gerekçesinde başkanın 2018 yılında Suriye’ye gittiği iddia edilmektedir. Ancak bunu ispatlayacak hiçbir belge olmadığı gibi insani yardım derneği başkanının Suriye’ye gitmesi ne gibi bir suç olabilir?
Öte yandan öğretmen cinayeti olduktan hemen sonra 50’ye yakın dernek, cami ve şahıslara baskın yapılmıştır. Bunların kimler olduğu hiçbir şekilde açıklanmamış ve gerekçe belirtilmemiştir. Ancak yine İçişleri Bakanı medyaya yaptığı açıklamada “bu operasyonların cinayet ile alakası olmasa da birilerine mesaj vermek için yaptık” demiştir. Fransa tarihinde hiç bu kadar hukuk ayaklar altına alınmamıştır.
Bu baskılardan nasibini alanlardan biri de UmmahCharity adlı insani yardım derneği başkanı Bilal Righi’dir. Bilal tam 15 saat gözaltında tutulup hiçbir suçlama yapılmadan ve sadece 5 dakika ifadesi alınarak serbest bırakılmıştır. Eğer bu Müslümanları kontrol altına alma hevesi değilse nedir?
Şimdi Darmanin ya bize uyacaksınız ya da zorla uyduracağız demekten çekinmemektir. Bizzat Macron kendisi savaşçı bir dil kullanarak “korku taraf değiştirmeli” demektedir. Yine hukuka aykırı bir şekilde dindar insanlar “Fiche S” ile fişlenip belki de hayatlarında hiç görmedikleri ülkelerine gönderilecekler. Macron yaptığı açıklamada o kişileri kabul etmeyen ülkelere önce baskı ve tehdit uygulayacaklarını yine kabul etmezlerse de “düşman ülke” ilan edeceklerini söyledi. Bir kez daha hukukun üstünlüğü değil popülist yaklaşım galip gelmiş oldu.
Aslında örnekleri çoğaltmak mümkün ama satırlar yetmiyor. Mesela, sırf bir tepki videosu paylaştığı için bir cami 6 ay kapatıldı. Cami nasıl suç işler ki? Suçun bireysel olması hukukun evrensel kurallarından biri değil midir? Ama hukuk falan kalmadı.
MÜSLÜMANLARIN SUSTURULMASI TEHLİKELİ
Yahudi asıllı yazar ve Paris’in bir banliyösünde öğretmen olan Cloe Karman, Le Monde gazetesinde yayınladığı bir görüş makalesinde “banliyö çocuklarının susturulması tehlikesine” dikkat çekiyor. Ona göre Fransa’da artık konuşma-tartışma ortamı bitti. Ya bendensin ya da terörist, radikalsin. Karikatürleri sevmeme hakkın yok, bakacaksın, seveceksin.
Bu yaklaşımın Müslümanları hedef tahtasına oturttuğunu ve gençler üzerinde tamir edilmeyecek tahribatlar bıraktığını anlatıyor. Kendisi Müslümanların bu kadar rencide edilmesinin ifade özgürlüğü ile alakası olmadığını anlatıyor.
Aslında tüm mesele de burada bitiyor. Tamam sen diyorsun ki ben özgürüm istediğimi derim. Bir kere bu konuda yalan söylüyorsun, istiklal marşı bir maçta ıslıklandı diye yasa çıkartıp okullarda okuttun. Demek ki her konuda sonsuz özgürlük istemiyorsun sadece Müslümanlara istiyorsun ama aynı özgürlük çerçevesinde Müslümanların itiraz etmesini kabul etmiyor ve suçluyorsun. Bu şekilde sağlıklı bir toplum asla oluşamaz.
TÜRKİYE HAZIRLIKLI OLMALI
Kimse Fransa’nın bu kadar dar kafayla baskıları artıracağını beklemiyordu. Aşırı sağa karşı blok olmaya çağıranlar aşırı sağı öyle bir solladı ki Le Pen’e malzeme kalmadığı için intihar edecek. Avrupa’nın başka ülkelerinde hiçbir şekilde bu kadar baskı yok. Fransa toplumsal huzuru kaybetmiş durumda. Solcu partiler topyekûn suçlandığı için sessizliğe bürünmüş durumda.
Hal böyle olunca da yine haksızlığa ses çıkarmak Türkiye’ye düşüyor. Bir kez daha “kötü adam rolü” Erdoğan’a biçiliyor.
Ama şu bir gerçek ki, binlerce Müslüman Türkiye’ye gelmenin yollarını arıyor. Onlar birer mülteci falan değil. Çoğunun işi, gücü, yüksek diploması var. Birçok kız öğrenci başörtülü okuyabilmek için Türkiye’yi seçiyor. Ünlü internet fenomenleri bile Türkiye’ye yerleşmiş durumda.
O halde Türkiye onlar için ne yapabilir, bu insanlara nasıl faydalı olabilir derken onların da Türkiye’ye ne katkısı olabilir düşünmesi lazım.
Tarihi günlerden geçerken bunları fırsata çevirmek Türkiye’nin elinde.