Murat Bardakçı Büyükelçi krizindeki ihaneti yazdı: İflâh olmaz bir genetik illet!
HaberTürk yazarı tarihçi Murat Bardakçı Kavala çağrısıyla iktidara ayar vermeye kalkan, muhalefetin de desteklediği hadsiz Batılı büyükelçilerin yeni olmadığını tarihten çarpıcı örneklerle anlattı.
ABONE OLMurat Bardakçı ABD, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda’nın Ankara büyükelçilerinin Türkiye'ye hadsiz "Kavala'yı derhal serbest bırakın" çağrısı sonrası Türkiye'deki muhalif kesimin ihanet tutumunu tarihsel bir perspektifle köşesine taşıdı.
"AVRUPALI BÜYÜKELÇİLER “ASAMAZSINIZ!” DİYE BASTIRDI, TERÖRİST SERBEST BIRAKILDI"
Bardakçı köşesinde, Sultan Abdülhamid Han'ın bombalı suikastle canına kast eden teröristin yargılandığı davada Avrupalı büyükelçilerin “Asamazsınız!” diye bastırıp serbest bırakılmasını şöyle aktardı;
İstanbul’da 1905’in 21 Temmuz’unda Sultan Abdülhamid cuma selâmlığı için Yıldız Camii’ne gittiği sırada camiin önünde bir bomba patlamış, hükümdar zarar görmemiş ama 26 kişi hayatından olmuş, terörün arkasında Ermeni komitacıların bulunduğu ve taşeronluğu da Charles-Edouard Joris adında bir Belçikalı’nın yaptığı ortaya çıkmıştı. Joris yakalandı, sivil bir mahkemede idama mahkum edildi fakat Avrupalı büyükelçiler “Asamazsınız!” diye bastırdılar ve terorist serbest bırakılıp Avrupa’ya gönderildi!
MUHALEFETİN İHANET GENİ!
Milli menfaatler bile söz konusu olsa ihanet geninin tarihte hep olduğunu ifade eden Bardakçı "Malûm gen, hükmünü yeni yaşadığımız büyükelçiler krizinde de sürdürdü..."dedi.
İşte Bardakçı'nın Sultan Abdülhamid, Kurtuluş Savaşı ve 1974’deki Kıbrıs harekâtı döneminde siyasetten medyaya örneklerle anlattığı "İflâh olmaz bir genetik illet!" başlıklı yazısı;
Milletlerin bazı ırsî, yani genetik davranışları vardır; devirler ve asırlar da geçse aynı kalırlar... Çağın değişmesi, âdetlerin, anlayışların ve sosyal hayatın yepyeni bir şekle bürünmesi genetik davranışları hiçbir şekilde etkilemez.
Bu gen, bizde sık sık ebedî ve ezelî muhalefet şeklinde ortaya çıkar. Memleketin başına birşeyler gelecek olsa, başımıza belâlar yağsa, hattâ nihayetinde kan ve ölüm olan bir derde bile uğrasak gen hemen kımıldanır, harekete geçer ve devâsı, çaresi olmayan ebedî ve ezelî muhalefeti nüksettirir. Üstüne üstlük işin içine ifrat-tefrit âdetimiz de girince olup bitenlerin memleket için hayır değil şer olduğu düşünülmez bile...
Böyle genetik tepkilerin örnekleri tarihimizde hayli fazladır. Sultan Abdülâziz döneminden itibaren memleket dışında yaşayan Türk muhaliflerin yazdıklarına bakarsanız, ne zaman bir derde uğramış olsak sevinç çığlıkları attıklarını görürsünüz. Jöntürkler’in Paris’te ve Londra’da çıkarttıkları dergiler ile risaleler böyle yazılarla doludur. Devir geçse de malûm gen hükmünü sürdürmüş, Millî Mücadele senelerinde bazı İstanbul gazeteleri Anadolu’da kazanılan zaferleri bile “Kemâlî isyan” gibi göstermişlerdir. Said Molla’nın yayınladığı “İstanbul” isimli gazeteyi gözden geçirdiğiniz takdirde, nefrete varan siyasî karşıtlığın çok daha ağır misallerini görürsünüz.
Bu onulmaz muhalefetin en bilindik örneği, Sultan Abdülhamid’e karşı 1905’te girişilen bombalı suikast teşebbüsünün ardından Fikret’in hayıflanıp suikaste kalkışan teröristlere hitaben “Yazık ki öldüremediniz” diye seslenmesidir.
Kısaca hatırlatayım: İstanbul’da 1905’in 21 Temmuz’unda Sultan Abdülhamid cuma selâmlığı için Yıldız Camii’ne gittiği sırada camiin önünde bir bomba patlamış, hükümdar zarar görmemiş ama 26 kişi hayatından olmuş, terörün arkasında Ermeni komitacıların bulunduğu ve taşeronluğu da Charles-Edouard Joris adında bir Belçikalı’nın yaptığı ortaya çıkmıştı. Joris yakalandı, sivil bir mahkemede idama mahkum edildi fakat Avrupalı büyükelçiler “Asamazsınız!” diye bastırdılar ve terorist serbest bırakılıp Avrupa’ya gönderildi!
O günlerde her bakımdan zayıf ve güçsüz olan devlet, büyükelçilerin baskısına karşı koyacak gücü bulamamış ve istediklerini yapmak zorunda kalmıştı.
Tarihimizde gözü kara muhalefetin en meşhur örneği işte bu hâdiseden sonra ortaya çıktı, Tevfik Fikret “Bir lâhza-i teehhür” yani “Bir gecikme ânı” başlıklı şiirinde bombayı koyanlara “Ey şanlı avcı dâmını bihude (tuzağını boş yere) kurmadın / Attın fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın! / ...Kanlarla bir cinayete pek benzeyen bu iş / Bir hayr olurdu misli asırlarca geçmemiş” diye seslendi, yani vatandaşı olduğu memleketin hükümdarının canını almaya çalışanlara “şanlı avcı” diye hitap etti!
Fikret, suikast teşebbüsünü alkışlamada tek başına kalmayacak, tarihçi Ahmed Refik de daha sonra aynı teröristler hakkında “Osmanlı milletini Abdülhamid zulmünden kurtarmak için bu hareket-i kahramânenin (kahraman hareketin) Ermeni vatandaşlarımız tarafından icra olunduğu anlaşıldı” diye yazacaktı...
DEĞİŞEN BİRŞEY YOK!
Aslında o kadar uzağa gitmeye de pek gerek yok... 1974’deki Kıbrıs harekâtı sırasında Başbakan olan Bülent Ecevit’in o zamanki müzmin muhaliflerinin “Bu işin neticesinde adam kahraman olacak... Pek söyleyemiyorum ama içimden keşke başaramasa diye geçiyor...” dediklerini bizzat işitmiştim!
Malûm gen, hükmünü yeni yaşadığımız büyükelçiler krizinde de sürdürdü...
İfrat-tefrit âdetimizin neticesinde bir kesim “dize getirdik”, “perişan ettik”, “tükürdüklerini işte böyle yalattık” gibisinden gereksiz ve aşırı sevinç krizlerine kapılıyor. Ama karşı tarafın davranışı vahim: Olan Türkiye’ye oluyormuş, ne gam; büyükelçilerin hadsiz çıkışını iktidardan kurtuluş vesilesi görüyor, hattâ az bile buluyor ve krizi sona erdiren diplomatik çözüm hakkında atılan “Geri adım atmadılar, iktidar herşeyi yedi, yuttu, sineye çekti” çığlıkları günler sonra bile hâlâ devam ediyor...
Bu genetik illetin devâsının bulunması ve muhalif olunan iktidarın zayıflaması, zarar görmesi ve devrilmesi için yabancılardan şuursuzca medet ummanın bir zillet olduğunun anlatılıp öğretilebilmesi mümkün değildir!