Usta işi bir roman: Yüzünü Sıyır Karanlığından
Sevinç Çokum’un Yüzünü Sıyır Karanlığından adlı romanı ana tema olarak ülkedeki faili meçhullerin perde arkasını hikâye eder.
ABONE OLSevinç Çokum’un en önemli özelliklerinden biri edebiyatında sürekli değişim ve gelişim göstermesidir. Edebiyatını, düşüncesini sürekli geliştiriyor yeni dünyalara bakıyor, keşifler yapıyor. Hatta ona “değişimin” yazarı demek bile mümkün. Yazarlar genellikle ilk kitaplardan hatırlanır ama son kitaplarındaki değişim yeterince bilinmez. Sevinç Çokum da genellikle ilk kitaplarıyla biliniyor. Oysa son dönem romanlarında önemli bir değişim var ve daha ustalıklı, olgunluk işi metinler.
Faili meçhuller, baba-oğul çatışması, aşk, İstanbul, roman, tiyatro, kötülüğün örgütlenmesi, tutku, iki kadını birden seven erkeğin açmazları, rüyaların gerçekle bağlantıları, kadınların toplum içindeki yeri Sevinç Çokum’un son romanı Yüzünü Sıyır Karanlığından romanının anahtar kelimeleri ve temaları. Romanın anlatıcısı Yetkin’in yazmakta olduğu romanı izah ederken söyledikleri bir anlamda romanı da tanımlar: “Roman yazıyorum… Yaşantılar işte… Aşk var, aşklar, geleceğin karanlıkları, sosyal çalkantılar içinde yitirdiklerimiz, acılar karnavalı. Karnaval işte, üstünde tepindiğimiz acılar.”
Roman herkesin bir ideali için yaşadığı, tutuklandığı, ölümü pahasına roman yazdığı, gösterilere katıldığı ve bu idealin bedelini ödediği bir zaman dilimini anlatır. Ana tema olarak da ülkedeki faili meçhullerin perde arkasını hikâye eder. Emniyetin içindeki tetikçi çeteler, kendi kötü emellerine karşı gelen insanları yok etmektedir. Ne var ki roman böylesine siyasi bir konuyu ele almakla birlikte bir siyasi romandan çok insanı merkeze alan bir roman görünümündedir.
Roman istihbaratta çalışan ve hayatı komünist izi sürmekle geçen polis baba (Eşref Köklüce) ile kendini sosyalist olarak konumlandırmış romancı ve üniversite hocası oğul (Yetkin Köklüce) arasındaki çatışma zemini üzerine oturur. Baba, oğlunu kendi anlayışına göre biçimlendirmek ister, onun üzerinde baskı kurar, küçümser âdeta oğluyla savaşır. Oğul ise kendine bambaşka bir dünya kurmaktadır. Baba karanlık bir ülkenin sembol kişiliğini simgelerken, oğulun bilinçaltında ise sevecek, saygı duyacak bir baba arayışı vardır...
Ne var ki babasının şüpheli ölümüyle birlikte, babasının geçmişini aramaya koyulan Yetkin bambaşka bir baba ile karşılaşır. Bu arayışı sırasında Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu karanlık ilişkileri, sömürüyü, kaosu ve yönetim zafiyetini de keşfeder. Bu bir anlamda babasının geçmişi üzerinden derinlikli bir Türkiye okumasıdır. Babasının görev yaptığı sırada emniyette bazı aksaklıkları fark ettiğini, bazı yaraları kaşıdığını, karanlık cinayetlerin duyumlarını aldığını öğrenir. O aslında birilerini takip ederken, birileri de onu takip etmektedir. Babasının arkasından en yakın arkadaşı devrimci Atalay’da bir faili meçhule kurban gider.
Romanın kahramanı ve anlatıcısı romancı Yetkin bütün bu olayları yazdığı Yollar Islaktı romanında gündeme getirir. Tam da bu roman üzerinden Yetkin takibe uğrayıp rahatsız edilir. Çünkü büyük sermayelerin uzağında yalnız biridir ve zülfüyâre dokunan şeyler yazmıştır. Güç odaklarını rahatsız eden Yetkin için “Bir şekilde sileceğiz…” kararı verilmiştir. Psikopat ve rezil bir grup tetikçi seçilecek ve gereği yapılacaktır. Ancak anlatıcı Yetkin’in imzaladığı bir kitaba yazdığı sözler neredeyse bütün oyunu bozacaktır. Bu çetenin içindeki Numan fikir değiştirir ve infaz timine müdahale eder.
ROMANLAR ÜZERİNE BİR DOMAN
Romanın karakterleri: Yetkin’in sevgilisi Kumsal tiyatrocu ve ressam, babanın sevgilisi Fulya tiyatrocu, anlatıcının yakın arkadaşı Atalay Dizdaroğlu siyasi tarih çalışmaları yapan öğretim üyesi, tiyatro çevirileri yapan Rengin Teyze, sosyoloji profesörü Sadi Tükenmez, yayıncı Bedri Demirhan, üniversitede asistan Adnan, sahne yönetmeni Onur, müzisyen Şeyda olunca hâliyle roman da sanat, edebiyat merkezli bir anlatıya dönüşür. Tiyatro, romanın ana vurgularından biridir. Hem tiyatronun yapısı hem de toplumsal işlevi roman boyunca örneklenerek tartışılır.
Diğer yandan romanın kahramanının hem sosyolog hem de romancı olması roman kuramı üzerine bir tartışmaya zemin yaratır. Sayfalarca roman tartışması yapılır, romanının kuramları ve işlevi gündeme gelir: “Roman çok güçlü bir ifade aracıdır. Siyasetçilerin anlattığı hayal klişelerini dümdüz eder. Dünyanın ve hayatın, yöneticilerin söylemlerinden ve siyasetçilerin anlattığından başka bir şey olduğunu söyler roman. Roman yanlışı, bir yalanı görür ve gösterir. Bütün bir evreni hisseder, hissettirir.” Özellikle kurmaca-gerçeklik ilişkisi öne çıkarken, romanı tümüyle güncelle bire bir bağlantılı olduğunu düşünenler romancıyı infaza kadar giden bir eyleme girişirler.
İSTANBUL ÖNEMLİ BİR KARAKTER
Sevinç Çokum Kayıp İstanbul, İskele Gazinosu, Tek Kalan Fincan gibi kitaplarında bir şehrin nasıl algılanacağının örneklerini vermişti. Bu romanda da ana karakterlerinden biri İstanbul’dur. Roman, şehrin ruhuna inen, İstanbul’un kalbini ortaya koyan emsalsiz tasvirler, çağrışım ve göndermelerle doludur. Roman biraz da İstanbul’un kalbine bir yolculuktur. İstanbul’un eşsiz fonu zaman zaman öne çıkıp bir karakter seviyesine yükselir: “Bu şehre, bu Nuruosmaniye aydınlığına, Sultanahmet güvercinlerine ve gölgeliklerine yakıştırdık biz. Meydanların kendi halinde halkına, curcunalı satıcılarına, kara tavalarda balık kızartıp ekmek arası satan Karaköy balıkçılarına, Galata’nın loş, yıpranmış yapılarına, kahvelerine ve İstiklal Caddesi’nin, soğuğu insanı çarpan kaldırımlarından ılık sinemalarına. Sen Bizans’la da güzeldin İstanbul. Bunu Sultan Fatih de görmüş olmalıydı. Kuşkum yok hiç, güzelin güzel bakanlarca görülebildiği gibi.” Semtlere göre karakterler değişir: “Meserret’in yorgun Kocamustafapaşalı yüzü silindi ve onun yerini Küçüksuyu sahilindeki motelin renkli masaları mutlu, iştahlı yüzleri aldı.”
İstanbul’un yeni yüzünü, yeni göçleri, yeni semtleri ise şöyle tasvir eder: “Yeni semtler kuruluyordu; yeni göç dalgaları, ansızın yolunu şaşırmış rüzgârlarla sürüsünden ayrılmış, ana gövdeyi kaybedip dağılmış kuş kafileleri gibi şehir kenarlarına, şehir uzantılarına dökülüyor, saçılıyorlardı. Sanki bunları Anadolu’nun şurasından, burasından derleyip yalnızlıklardan, yoksullaşmalardan belki yaşam savaşlarının yenilgisinden sonra önlenemez bir güç, buralara itiyordu.” Şehrin değişen yüzü bir başka yerde şöyle gerekçelendirilir: “Mavimsi bir aydınlık ağ geriyor üstümüze. Oh karşı taraf, boş tepeler gülümsüyor. Ayazağa, zamanla dolar mı oralar, o güzel aydınlık yiter mi? Belki gökdelenler yapılır oralara da. Artık isterler bizim insanlarımız da New York’a benzesin İstanbul’umuz diye. Özenti mi diyelim, o da var bir de tabii yapılaşma kâr ve rant işlerini yaygınlaştırma...”
DİL VE ANLATIM
Romanın arka planında ülkede doların korkunç yükselişi, esnafın kepenk indirmesi, birçok firmanın iflas etmesi gibi ekonomik kriz, diğer yandan da 28 darbesi gibi hem siyasi hem de sosyal bir kaos yaşanmaktadır. Roman siyasi cinayetlerle ilerlerken okurda bir polisiye tadı da bırakır. Ülkedeki faili meçhullerin izini süren roman karanlık cinayetlerin perde arkasını irdelemeye çalışır. Tam da bu kaotik ortamda var olmaya çalışan insanlar, aşkla, ölümle, doğrulukla sınanırlar.
Olayların izini sürmede rüyanın devreye girmesi ise parlak bir buluştur ve insanları yönlendirir. Roman karakterlerinden Meseret rüyalarını anlatıp etrafını uyarır, bir anlamda felaket habercisi gibidir. Anlatıcı Yetkin de rüyalarıyla karanlıkları aydınlatmaya çalışır. Romandaki parçalı anlatım gizemi artırır. Roman kahramanları bir şekilde kendileriyle ilgili söz alır. Mektuplar, notlar ve konuşmalarda kendilerini anlatırlar. Roman bu anlamda sadece Yetkin’in bakış açısından birinci tekil şahıs anlatılmaz bazen üçüncü tekil şahıs bazen de roman kahramanları notlarla, mektuplarla söz alırlar.
Özellikle kar bir laitmotif olarak roman boyunca karşımıza çıkar, etrafımızda dolaşır, nazlı nazlı yağar: “Kar, Taksim’den beri yeniden yağıyor, yumuşak inişlerle yüzümüze konuyor küçük, hafif dokunuşlarla melek kanatları sanki kar taneleri…” Diğer yandan iyice oturmuş, olgunlaşmış bir hayat görüşü, bakış açısı roman boyunca anlatıma serpiştirilir: “Her şey yaşandıkça rengini koyultur açıltır; say ki eski fotoğraf makineleriyle çekilen filmlerin karanlık banyoda negatiften gerçek hale dönüşümü gibi. Karanlık oda sonrası şekillenmiş resimler anlatıyor sana biçimleri, siyahı beyazı…”
Romanda yaygın kullanılmayan kimi kelimeler dikkat çekicidir: “Denizin dinlenik mavisi.”; “Ben çocuğum olmamasına göyünürdüm.”; “Hücrelerime girmişti. Duraladık.”; “Her şey yaşandıkça rengini koyultur açıltır.”; “Çekinmeli sesi.”; “Deliler gibi sarılıştık.”; “Uğru gibi bakına ede.”; “Üzgünlüğümüzde yanımızda bulacağımız.”
EDEBİYAT VE SİYASET
Sanat eseri, ideolojiden kopuk değildir ancak ideolojik bir yapının nesnesi de değildir. Burada tartışılmayacak olan, kuşkusuz sanatın kendi kurallarına, gereklerine ve estetik oluşuna sadık kalması gerektiğidir: Aslolan eserin kendi iç tutarlılığıdır. Bu sözlerle, sanatın siyaset dışına itilmesini, hayattan, toplumsal sorunlardan çekilmesini önermiyor, tümüyle ideolojik kodlar üzerine oturmuş, retorik ve didaktik bir söyleme yaslı angaje/partizan “siyasi sanat”la, siyaseti de kapsayan özerk sanat arasına mesafe konulmasının önemini vurguluyoruz. Çünkü sorun, sanatın bu disiplinlerle ilişki içinde olmasında değil, kendi özerk yapısı dışında bir başka disiplinin emrine girmesinde; dahası onu temsil etmeye soyunmasındadır. Sanat “eğlendirmek/hoşça vakit geçirtmek” ve “eğitmek/öğretmek” amaçları arasına sıkıştırılmamalıdır.
Önemli olan, yaşamsal/siyasal deneyimi esere taşımak değil, onu, eserin gerekleri doğrultusunda gereği gibi biçimlendirebilmektir. Yaşanan dram ve trajedilerin edebiyat dilindeki karşılığını, imgeleri, biçimlerini bulmak gerekir. Sadece direniş coşkusuna yaslanan, duygusal/psikolojik yoğunluk ve derinlikten yoksun bir edebî metnin başarısından söz edilemez. Kaba, çiğ duygularla ve didaktik söylemle yazınsal zirve yakalanamaz. Dram, insanın erdem ve yücelikleriyle zaaflarının çatışmasından doğar. Eser ise bu drama uygun biçimsel yapının inşasından…
Pek çok yazar “siyaset”i edebiyatlarının merkezine koymalarına karşın, toplumsal konuları, bildik kolaycı yaklaşımlarla, popülist anlayışlarla değil, edebî türün gerektirdiği estetik yaklaşımlarla, inceliklerle işlemişlerdir. Eserlerde sosyal meselelerin insan üzerindeki etkileri yansıtılırken rahatsız edici mesaj zorlaması görülmez, olaylar slogandan ziyade küçük ayrıntılarla aktarılır. Bu yazarlar, politik iletinin nasıl nesnelleştirilerek anlatılabileceğinin iyi örneklerini verirken, gerçeği anlatmanın her zaman pek çok yönü olduğunu, çeşitli biçimler deneyerek nitelikli ürünlerle ortaya koymuşlardır.
Sevinç Çokum’un roman anlayışının merkezinde insan vardır. İnsanın özellikle psikolojik boyutlarını irdelemeye çalışır. Politik meseleler, ekonomik meseleler birey üzerinden, ondaki etkisi üzerinden aktarılır. Çokum son romanı Yüzünü Sıyır Karanlığından da roman-siyaset ilişkisinin nasıl olması gerektiğine ilişkin sorunun tutarlı bir örneğini ortaya koyar.