Üç Maymun'da okunan ezanın sırrı...

Cannes'de adlığı ödülle göğsümüzü kabartan Üç Maymun filminde, çocuk, fuhuş yapan annesine tokat atarken arka fonda ezan okunuyor...

ABONE OL
GİRİŞ 06.03.2009 11:35 GÜNCELLEME 06.03.2009 11:35 KÜLTÜR
Üç Maymun'da okunan ezanın sırrı...

Yunus Emre Tozal'ın yazısı

Cannes Film Festivali’nden ödülle dönen Üç Maymun filminin yönetmeni Nuri Bilge Ceylan toplantıda filmle ilgili olarak yöneltilen, “Anneye atılan tokat sırasında arka fonda neden ezan sesi vardı” şeklindeki bir soruya “Çünkü ezan sesi bende suçluluk ve günah duygusunu artırıyor. İnanıyorum ki birçok insanda da aynı duyguyu oluşturuyor. Anneye atılan tokadın ne ölçüde büyük bir günah olduğunun altını çizmek için ezan sesi kullandım” diye cevaplamıştı.

Küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin gerçeği örtbas ederek her şeye rağmen bir arada kalma çabasıyla bir anlamda ”3 Maymun”u oynamasının öyküsünün anlatıldığı filmin yönetmeni Nuri Bilge Ceylan, kendisi için film çevirmenin en analitik tarafının kurgu olduğunu da sözlerine eklemişti. Filmin kurgusunun 2,5 ay, senaryosunun 3,5 ay, çekimlerinin ise 2,5 ay sürdüğünü anlatan Ceylan, filmi seyrederken ”dışarıdan birinin gözüyle objektif olmak için dua ettiğini ancak bunu başaramadığını” kaydetmişti. Evet, tarafsız kalamayan bir Nuri Bilge Ceylan filmi 3 Maymun. Tarafsız kalamadığı için de değerleri değer olarak görmeyen, değerlere teslim olan; topu taca atan bir film 3 Maymun.

Üç Maymun, bir ailenin parçalanmamak için bilinen gerçekleri gizlemesi üzerine kurulu. Altından kalkamayacağı acılara ya da sorumluluklara maruz kalmamak adına gerçeği bilmek istememek, onu görmemek, duymamak, hakkında konuşmamak ya da günümüz tabiriyle “Üç Maymun”u oynamak, onun var olduğu gerçeğini ortadan kaldırır mı? Zengin bir milletvekili adayının şoförünün, o kişinin arabayla yaptığı kazayı üstlenmesi ve hapiste yatarken karısı ile patronu arasındaki ilişki etrafında gelişen bir hikâye bu. Görsel atmosferin, ses tasarımının izleyiciyi etkisi altına aldığı bir film. Karakterlerin ruh hallerine denk düşen seslerin tasarlanışı bakımından, insanların ruh halini sinema diliyle verebilmekle ustalığını konuşturuyor Ceylan. Mekân kullanımı, mekân ile oyuncuların kostümünün uyuşması, havanın rengi, tren istasyonu… Aile fertlerinin hem geçmişten kalan, hem de bugünlerinde olan suçluluk ve pişmanlık duygusunu, çıkışsızlıklarını, korkunun, nefretin, merhametin ve sevginin karmakarışık halde olduğu o ruh halini çok gerçekçi bir şekilde yansıtmış beyaz perdeye Ceylan.

Sabahattin Ali’nin deyimiyle, insanın içindeki şeytanla, nefsiyle baş başa bırakılması açısından farklı bir tarzı var 3 Maymun’un. İzleyiciyi Dostoyevski romanlarına benzer şekilde iyiyi ve kötüyü ayırt etmeye; bir tercih yapmasına ve seçtiği yolda da zorluklara karşı tahammül edip etmemesiyle baş başa bırakıyor 3 Maymun. İzleyiciye varoluş sorumluluğunu hissettirip omzuna yüklemesi gereken yükü sorgulamasına fırsat tanıması.

3 Maymun üç kişilik, hatta aslında dört kişilik bir ailenin başına bütün gelebilecekleri çarpıcı bir şekilde ele alıyor. Özellikle müzik hiç kullanmıyor Ceylan. Etrafın ve karakterlerin hayatlarında bulunan seslerden yararlanması sahici yapıyor 3 Maymun’u. Çalan telefonlar, araba sesleri, telefonun titreşimi, nefes alışları, trenler, televizyon sesi vs.

Renk tonlamasıyla da dikkatleri çekiyor film. Filme çok yakışan bir grilik ve bu griliğin getirdiği doğallık sizi okuduğunuz kitaplarda kafanızda canlandırdığınız sahnelere götürüyor. Kadın, adam ve oğlunun karşılıklı oturduğu sahneyi izlediğinizde, aklınıza Dostoyevski’nin Budala romanı ya da Tolstoy’un betimlemeleri gelebilir. Budala’da Rogojin ile Prens Mişkin, Nastasya Filipovna’nın ölmüş bedeninin olduğu odada karşı karşıya oturuyorlardı; işte o sahnenin ruh hali ile filmdeki sahnenin ruh hali arasındaki bir akrabalık sezebilirsiniz. Yine Tolstoy’un kitaplarından betimlemeler, duygusal bağlantılar, kafanızda canlandırdığınız sahneler görürseniz şaşırmayınız. Alışılmadık bir görsel dünya ve üslup içimizde kurguladığımız dünyalara götürüyor bizleri.

Meksika Sınırı’nda İthaki Yayınlarının Editörü Ahmet Öz söylemişti: “Her 10 yılda darbe yapılan bir ülkede hiçbir şeyin geleneği oluşmaz.” Oluşturulan her değerin; mertebe kaydederek ilerleyen her şeyin yeniden sıfırdan alınmaya başlanması açısından çok haklıydı Öz. İşte Nuri Bilge Ceylan, yeniden o dili kurmanın peşinde; dünya ölçeğinde özgün bir sinema diline işaret ederek; daha da önemlisi, bu ülkedeki hikâyeler ve onların anlatım biçimleriyle yeni baştan bir ilişki geliştirerek ezber bozuyor. Yeni bir dünyanın imgelerini, rengini, müziğini, dilini sahici bir şekilde kurguluyor.

Filmin oyuncuları Yavuz Bingöl, Hatice Aslan, Ahmet Rıfat Şungar ve Ercan Kesal, her türlü övgüyü hak ediyor. Kadın karakterle ilgili, filmdeki politikacının iktidarından etkilendiğini bir söyleşide dile getiren Ceylan, aşkın, akıl dışı bir boyutu olduğunu, akıllı insanların bile âşık olduklarında yerlere kapanabildiklerini belirtmişti: ”İnsanların güce ve iktidara karşı zaafı vardır. Çünkü hepimiz güçsüzüz.”

Gerçekler ve gerçeklerle yüzleşen, yüzleşmek zorunda kalan insanın dramatik hali… ”Gerçeklerden söz eden filmler ilgi görmez. Bu tip, izleyiciden gerçekle yüzleşmek gibi çok şey talep eden, yavaş filmler izleyici çekmez” diyen Ceylan, filmle alakalı yapılan gerçeklik tartışmalarıyla alakalı sözlerini şöyle sürdürmüştü bir söyleşide: “Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde bu tarz filmler geniş kitlelere ulaşamaz. İnsan, savunma sistemiyle korunan bir varlıktır. Gerçek, rahatsız edicidir. Bu, insanın acıktığında ihtiyaç duyacağı sinema türüdür. Doğal karşılanması gereken bir realite. Ben bu tartışmaları gereksiz görüyorum.

Ceylan, tüm bunların üstüne filmin son sahnelerinde taraflı davranıp topu taca atıyor demiştik. Cezasını bitirdikten sonra içerden çıkan, içindeki duygularla çatışan ve yolu sabah ezanıyla birlikte camiye düşen şoförün, kendi hayatını berbat eden teklifin aynısını bir kahveci çırağına sunması filmde çok abes bir şekilde rahatsız etti bizleri. Camiden çıkıp bir başka kişinin hayatını 3 Maymun’a çevirmeye girişmesini hangi düşünceyle/dürüstlükle açıklayabiliriz?

Cami bile insanı günahlarından pişman ettiremeyecekse, geçmişte yaptığı ya da geçmişte tek başına çekmek zorunda kaldığı davranışları bir başkasına yapmama düşüncesini, algısını, bilincini ve şuurunu kazandıramayacaksa kim kazandıracak? Bir insanın yaptığı hatalardan, yüzleşmek zorunda kaldığı ağır imtihanlardan geçip, yolu camiye düşüp, namaz kılıp belki tövbe edip ardından da kendi düştüğü kuyuya bir başkasını itmesini; aynı hataya düşmesini hangi realite ile açıklayabiliriz? Hani kendisi için istemediğini bir başkası için de istememek nasihati vardır ya burada da yönetmen kendisinin içine düştüğü bu duruma aldırmayıp, bu kötülüğe bir başkasını da dâhil ediyor.

Belki de ezber bozmak için yapıyor. Modern dünyanın bunalımı da bu olsa gerek. Eğer bunu ciddi ciddi bilerek yaptıysa ezber bozuyor. O an; şoförün kendi hayatını berbat eden teklifin aynısını bir kahveci çırağına sunduğu an; modern insanın içinde bir kötülük olduğunu fark ettiriyor. Ahlaki bir çöküntüyü dile getirmekle birlikte bir umudu da müjdeleyemiyor 3 Maymun.

KAYNAK : (tenkafesi.com)